Nasıl İletişemiyoruz?

İletişim, insanlar arasındaki en önemli bağdır. Günümüzde ne kadar çeşitlenmiş ve hızlanmışsa da bir o kadar da zorlaşmıştır aslında.

Niyetlerin ruhsal olarak aktığı, yüz yüze iletişimden giderek uzaklaşıyoruz. Neredeyse odadan odaya cep telefonu ile konuşur hale geldik. Bayram kutlamalarını bile sesli harfleri yutarak yazdığımız kısa mesajlarla geçiştiriyoruz.

iletisim-iletisimsiz-teknoloji-tablet-ipad

İletişememe virüsünün yol açtığı bir “yanlış anlaşma” salgını var ortalıkta. Bence bu durumun sebeplerinden birisi yüz yüze iletişimi terk etmemiz, diğeri ise iletişimde sadelikten, basitlikten uzaklaşmamız ve karşımızdaki insanla kesinlikle aynı frekansta olduğumuzdan emin olmadan, anlatacağımızı kendi anlayacağımız şekilde anlatmamızdır.


Bu konu ile ilgili bir yaşanmışlık, bilincimde şimşeklerin çakmasına ve nasıl iletişemediğimizi anlamama sebep olmuştu. Şimdi sizlere anlatırken de bana yardımcı olup, anlatamama kazası yaşamamı önler umarım:

Bir arkadaşımdan önemli bir e-posta aldım geçenlerde. E-posta bir ek dosya ile geldi. Ekteki  dosyayı açmak istediğimde ise “Bu dosya Mocrosoft Word’ün daha yeni bir sürümünde yazıldığı için açılamıyor” tarzında bir mesaj kutusu açıldı. Değişik yollar denedim. Dosya açıldı ama anlamsız karakterler çıktı ve açabilmemin de bir anlamı olmadı. Dosyanın içeriği önemliydi ama ben sadece başlığı okuyabiliyordum. Arkadaşım o dosyayı benim okuyabileceğim bir sürümde gönderene kadar sadece konunun başlığı üzerinde düşünebildim, yorum yapabildim. Dosyayı açabildikten sonra anladım ki konunun içeriğini okumadan, başlık üzerinden yaptığım yorumlar benim yanılmama sebep olmuştu.

Bir şüphe kapladı içimi. Benim eşime, dostuma, çocuğuma konuşma, davranış, yazı yoluyla gönderdiğim, anlaşıldığını sandığım ve bana gelen, sadece başlığını okuyarak içeriğine hakim olduğumu sandığım iletişim kazası mesajlar var mıydı acaba. Farkında olmadan “gelen anlaşılamayan mesajlar” kutusunda ve “giden anlaşılmayan mesajlar” kutusunda biriktirdiğim kim bilir kaç mesaj vardır diye düşündüm. Karşı tarafa “iletildi” mesajı gider. İletildiği teyit edilir ama anlaşıldığı kesin değildir. Mesajı alan anlayan, gönderen de anlaşılan olduğunu zanneder.

Karmaşa burada bitmiyor. “İletildi” onayına güvenip anlaşıldığını sandığımız mesajlar üzerinden karşı tarafın tepkisini yorumlarız. Bu tepkinin üzerimizde yarattığı etkiyle bir tepki de biz sunarız ortaya. Böylece zincirleme yanlış anlaşılma kazasına yeni halkalar ekleyerek, yanlış anlamalardan yanlış anlaşılmalar üreterek, ilişkilerimizi içinden çıkılmaz bir hale getiririz.

Doğru iletişimin en önemli anahtarı, iletişimde olduğumuz kişinin frekans ölçümlerini doğru yapabilmektir. Yani aynı dili konuştuğumuzdan emin olmaktır. Karşımızdaki kişiyi iyi tanımalı, konuyu onun anlayabileceğinden emin olacağımız şekilde anlatmalıyız. Ve anahtar sorular sorarak anlaşıldığımızı teyit etmeliyiz.

İki yaşındaki bir çocuğa uzun ve sebepli, sonuçlu cümleler kurarsak, mesajı alamayacak ve şaşkın şaşkın yüzümüze bakacaktır. Aynı şekilde anlattığınız konuya hiç ilgisi olmayan, ilgisi olsa bile konu ile ilgili bir alt yapısı olmayan bir kişiyle, o konuda sizinle aynı birikime sahipmiş gibi konuşursanız, sizi anlamayacaktır. En fazla nezaketen anlamış gibi görünecektir.  Ya da aynı konuyla ilgilenen, benzer birikimlere sahip iki insan düşünün, biri İngilizce, biri Türkçe konuşup anlayabiliyor. Aynı dili kullanmadıkları sürece diğer ortak noktalarının da bir anlamı yoktur aslında.

Doğru iletişimin ikinci önemli anahtarı ise; Suçlayıcı, gergin, hoşgörüsüz bir anlatım tarzından ziyade, direk, açıklayıcı ve net  bir anlatım tarzını tercih etmemizdir.

Anne çocuk arasındaki ilişki…

Örneğin beş yaşındaki bir çocuğa odasını toplatmanın önemli olduğunu öğretmek isteyen isteyen iki anne düşünün;


Birinci anne: “Bu odanın dağınıklığı ne böyle? Derhal odanı topla bakayım! Her yer her yerde. Büyüdün artık sen. Abi- abla oldun. Odanı böyle dağıtmak yakışıyor mu sana hiç? 10 dk içinde toplanacak bu oda o kadar!”

Sonuç: Anne ve çocuk arasında gerilim tırmandıkça tırmanır, öfke artar. Çocuk inat eder. Anne daha çok kızar. Çocuk annenin neden, ne demek istediğini anlamamıştır bile. Ona göre odanın toplu olmasının bir önemi yoktur ki. Yaparsa sadece anne kızdığı için yapar. Çünkü anne odanın neden toplanması gerektiği mesajını çocuğa doğru aktaramamıştır. Çocuğun aldığı mesaj ‘odamı toplamazsam annem kızar’ dır. Ve düşünür 10 dakika ne kadar sürer acaba? 🙂

İkinci anne: Anne çocuğun odasından herhangi bir şeyi (örneğin: çok sevdiği mavi pantolonunu) fark ettirmeden alır. Sonra çocuğa seslenir  “Hayatım; bana mavi pantolununu getirebilir misin? Akşam dışarıya çıkacağız ya onu giymek istersin sen şimdi, yıkansın da temiz temiz giy!” Çocuk arar tarar, mavi pantolonu yok. “Annecim mavi pantolonum yok! Bulamıyorum.”  Anne, “Aaaa bence bunun sebebi odanın çok dağınık olması tatlım. Ben de odam dağınık olunca aradığım hiç bir şeyi bulamıyorum biliyor musun?” “Haydi odanı toparlayıp her şeyi yerine koyalım beraber, belki mavi pantolonununu da buluruz o zaman?” Birlikte oda toplanır. Anne odanın toparlanması biterken, fark ettirmeden mavi pantolunu katlanan giysilerin arasına karıştırır. “Aaa buradaymış bak! Odan derli toplu olunca aradığımızı nasıl bulduk gördün mü? Hem ben kendimi bu düzenli odada çok daha mutlu hissettim. İçim açıldı. Ya sen?”

Sonuç: Çocuk mesajı alır, “Odam düzenli olursa aradığım şeyleri rahatça bulabilirim ve kendimi mutlu hissederim.”

Öyleyse:

Doğru iletişim= Kapasite ölçümü (Frekans uyumu testi) + açıklayıcı ve net anlatım şeklinde bir formüle edebiliriz.

Formülün sağlaması ise karşı taraftan aldığımız geri bildirimleri değerlendirmektir.

İletildi mesajı + Anahtar sorular = Anlaşıldı onayı

İletişim bir sanattır. İnsan ilişkilerinde yapıcı olabildiği gibi, dikkat edilmediği zaman çok yıkıcı da olabilir. 


Aslında iyi niyetli olup, sadece sert uslubundan dolayı sevdiklerini üzen, ilişkilerini zorlaştıran insanlardan değil, tatlı dille, yumuşak üslupla seviyeli, sevgi dolu ilişkiler oluşturanlardan olmak zor değil.


 

Özgül Süsler
Falanca yılın, filanca ayının, bilmem kaçıncı gününde doğmuşum. Kutu kutu pense, yakan top ve misket oynamışım. Komşuların zilini çalıp kaçmışım. Balkondan sarkan komşu teyze “kimdi o? “ diye sorunca, “Bilmem” demişim...