Eskide Kalan Mektuplar Yeni İletişim Çağı

Eskiden tokalaşmanın, sarılmanın, saflığın güzelliğini yaşarken, şimdi yaşamda var olan her şeyi tehdit görmekten sanala düşmüş olan yüreklerin ifade edilemeyen yalnızlığı; ‘farkına var, farkında ol, fark et’ sözcükleriyle arayışa giren yüreklerin öksüzlüğü, artık toprağa basma zamanı gelmedi mi sizce?

robot kadın seks olan

Uzun zaman oldu tokalaşmayalı seninle nerden çıktı diyeceksin, esti işte. Sanki yıllarca tokalaşmışız defalarca selamlaşmışız da bir tokalaşmamız eksik kaldı değil mi? Sonra, karakalem yerine dalıverdiğim şu tuşlara, hasretin gözyaşı damlalarını damlatamamak ne kadar kötü diye düşündüm birden. Şimdi bunlar da nerden çıktı dersen az önce arka planda Nilüfer’den “Erkekler ağlamaz” çalıyordu ve şimdi de “Esmer Günler” çalıyor. “Böyle gitmek var mıydı, demek yine bana hüsran, bana yine hasret var, bana yine esmer günler düştü” diyor. Eskiden olsa sevenler ve sevdiğini özleyenler, bu parçaları dinlerken gözyaşları dökerdi mektup satırlarının üzerlerine…  Dinler dinler yazarlardı hasret sözcüklerini.


Klavyelerde yazarken, kalem tutan ellerin titremesini göremiyorsun akıp giden satırlarda. Sonra, gözlerden süzülen damlaların dağıttığı mürekkep izleri de yok artık. Sevgilinin kokusunu taşıyan mektupları taşımıyor postacılar. Onların götürüp getirdiği sadece kredi kartları ve ekstreleri ile icra yazıları oluyor artık. İcralık sevdalar yaşıyoruz, çağımızın hastalıklı ilişkileri arasında. Kabak tadı veriyor aşklar ve sevdalar değil mi? Bak nerden nereye gidiyor sohbet. Bir zamanlar mektup arkadaşlığı vardı, sayfalarca mektup yazardım İzmir’e, Sinop’a, Eskişehir’e, Almanya’ya, Kıbrıs’a, Balıkesir’e ve daha birçok yere.

Postacı bizim kapıyı çok sık çalardı bu yüzden. Ne yazardım ne anlatırdım şaşarım şimdi bitmez tükenmez bir enerji olsa gerek aynı kişiye sekiz on sayfa yazı yazmak, yazıyordum işte. Onların hiçbirinde gözyaşı yoktu, aşk da yoktu, paylaşmak vardı sadece ve paylaşımlarımız güzeldi. Şimdi bakıyorum, insanların Facebook’u var Msn’i var rastgele adresler ekliyor ve sonra üzerine giydiği maskelerle birileriyle arkadaş olmaya çalışıyor. Sonra adına aşk deyip yollara düşüyor, yaşıyor aşkı, dönüyor ve bitiyor. Başlangıcı sanal olan buluşmaların bitişi kocaman hüsranlara gebe kalıyor.

fuat avni olanBilgisayarlar, klavyeler, dengesiz gecelemeler, hatırasız sözcükler, sanal sevgiler, sevgililer, maskeli balo oyuncuları ve kendisi olmayan/olamayanlar, eksik kalanlar, tok olanlar, doymak isteyenler, pahalı hediye bekleyenler, sadece mutlu olmak isteyenler, kendisinin anlaşılmasını bekleyenler, yanlış anlaşılanlar, hiç anlaşılmayanlar, sadece güzel diye talep görenler, çok bilmiş diye dışlananlar, taviz verenler, ezikler, ezenler, aç kalanlar, sarhoş olanlar, sevgili arayanlar, sevgi arayanlar, aradığını bulamayanlar, özrü kabahatinden büyük olanlar, özrü olmayanlar, haklı olanlar ve haksız olanlar, SANAL sevişgenler, öğreten adam ve oğlu olanlar, mistikler, fıstıklar, yastıksız yatanlar, çoğalan yalnızlıklar ve işte bütün bunların içindeki kendisini arayan, Yalnız İnsan!


Eskiden tokalaşmanın, sarılmanın, saflığın güzelliğini yaşarken, şimdi yaşamda var olan her şeyi tehdit görmekten sanala düşmüş olan yüreklerin ifade edilemeyen yalnızlığı; ‘farkına var, farkında ol, fark et’ sözcükleriyle arayışa giren yüreklerin öksüzlüğü, artık toprağa basma zamanı gelmedi mi sizce?

Bir ağaca sarılmanın zamanı gelmedi mi? Çıkın beton binalarınızdan!

Bir toprakta yürümenin zamanı gelmedi mi? Atın üzerinizdeki örümcek ağı sanal dünyayı.

Bir damla yaşın damladığı mektubu yüreğinin üzerinde saklayan âşıkların saflığını yeniden bulmak zamanı geldi artık.


Bir an önce o güzelliği bulmak dileğiyle merhaba deyiverin artık dünyaya… Merhaba! İnsan olan yANlarınıza…


Murat Tali
1971 yılında İstanbul’da doğdum. Doğduğum günden beri AŞK’ın ve sözcüklerin peşinde koşturmakta ve hayatın anlamını kendime anlatmaya çalışmaktayım. Okul yıllarında kopartılan sayfalara kazınan şiirler ve denemeler ile kendimi en iyi, yazarak ifade edebildiğimi ve anlatabildiğimi fark ettim...