Köyde yaşama sevdas: Vursan dizim çıkarsan gözüm

Sonunda yıllardır var olan bir köye demirledik. O köyden biri gibi olmak için sıyırdık aklı, aldığımız eğitimi, sıvadık kolları ve daldık adı “eko” diye betimlenmemiş sıradan, gariban bir köye.

Bir arada yaşamak nedense biz mürekkep yalamışların becerebildiği bir şey değil gördüğüm kadarı ile. Köyde yaşama sevdasına kapıldığımızdan beri çok gruplara girdim çıktım. Sevinçle kurulmalarını, üzülerek dağılmalarını seyrettim. Bir şey vardı ters giden. Her defasında bir başka neden dile getirildi farklı cephelerde. Dostluklar bozuldu. Göz yaşları döküldü. Umutlar kaybedildi. Yollar ayrıldı. Yurt dışında eko köyler kurulabiliyor, sürdürülüyor, yaşatılıyordu oysa. Bizim neyimiz eksikti? Neyi beceremiyorduk? Öğrenmemiz gereken neydi?

Sonunda yıllardır var olan bir köye demirledik. O köyden biri gibi olmak için sıyırdık aklı, aldığımız eğitimi, sıvadık kolları ve daldık adı “eko” diye betimlenmemiş sıradan, gariban bir köye.


İçlerine girdikçe, gördüm ki bazı aileler birbirleri ile yıllardır konuşmuyor. Birbirlerine gidip gelmiyorlar. Ama bir üçüncü kişinin evinde yan yana oturabiliyorlar, birbirleri ile doğrudan konuşmasalar da, üçüncü kişiyi hedef alan konuşmalarla birbirlerine dertlerine anlatıyorlar. Böylece herkes her şeyden haberdar. Neden konuşmazlar acaba diye soruşturunca, bazı nedenlerin kent kültürüne göre kabullenilmesi gerçekten ağır konular olduğunu gördüm. Bazı nedenler de  incir çekirdeğini doldurmaz görünüyordu.

Çekip öldürmek ya da çekip gitmek yerine, köyde kalmak ve yıllarca o insanları burnunun dibinde görmeye devam etmek, bana hiç anlaşılır gelmiyordu. Gitme imkanları vardı oysa. Sonunda komşuma sordum, “Nasıl becerebiliyorsunuz hem konuşmamayı, hem de dip dibe yaşamayı?” diye. Cevap çok basitti: “Napcan Ayla Abla, vursan dizim, çıkarsan gözüm!”


Günlerce hazmetmeye çalıştım bu bilinç halini. Yani o gariban dediğim, okuması yazması bile olmayan köylü kadın, bizim bilinç evrimi dediğimiz hali kendi içinde çoktan yakalamış, beni aşmıştı da ben farkında değildim.

Yaşadığı topluluğu bir bütün halinde görebiliyordu. Ona vurmuyor, çıkartmıyor, öldürmüyor, kesmiyordu. Çünkü onunla bütün olduğunu, onun kendi uzantısı, parçası olduğumu biliyordu. Hayatını zehir etmiş bile olsa, hayatının bir parçası olduğu gerçeğinden kaçamayacağını çoktan kabullenmiş, yaşamını bu gerçeğe göre çizmişti.


Bunu algıladığımda kendimi en bi “eko-köyde” hissettim, en bi evrenselinden… Ben de artık o bütünün dizi, gözü oldum. Darısı sizin başınıza!

Yaşama neden geldik sorguluyor muyuz?