Kutsal Emanetler ve Bizi Bekleyen Kıyamet

Şairlerin dizelerinde hep bir kadına benzetilen İstanbul’un, önemli bir başkent oluşunda da bir kadının etkisi olduğunu biliyor muydunuz?

istanbul vapur

Bu kadın, Augusta Helena’dır. Doğum adı Flavia Iulia Helena, M.S 250 civarında Roma İmparatorluğu topraklarında Bithynia (İzmit) denilen küçük Asya’da doğmuştur. Bugünkü Yalova iline bağlı Altınova sınırlarında kaldığı iddia edilen bölgede bir hancının kızı olarak doğduğu bilinir.

azize helenaAsil bir soydan gelmeyen bu kadının Augusta’lığa (İmparatoriçe) kadar uzanan yaşam öyküsü, bir kentin dünya tarihindeki yerini almasında ve özellikle dinler tarihinde çok önemlidir. Onun adı, gerçekleştirdiği siyasi ve bölgesel lojistik eylemlerinden çok ruhsal bir bakışla “Azize” kavramıyla anılır.


Evet, Helena Hristiyanlık tarihinde çok önemli bir dönemin kadınıdır. Ama Helena sadece azize olarak değil, siyasi etkisi ile de hatırlanmalıdır bence… Onun adına yapılan kiliseler, bastırılan paralar, heykeller ve ikonalar ile kutsanan Helena, Roma İmparatorluğunun İstanbul döneminin mimarı olan 1. Konstantin’in annesidir.

Helena adındaki bu kadın, aslında bir dönemin kapanıp, başka bir dönemin açılmasının da kapısı olmuş. Yaşadığım bazı tesadüfi olaylarla onun hikâyesinden birkaç gün önce haberdar oldum ve zamanın sayfalarında onunla sıra dışı bir iletişim kurdum. Sanırım biz İstanbul’lulara kendini hatırlatıp bazı mesajlar vermek istedi…

Kutsal Emanetler ve Bizi Bekleyen Kıyamet

Kıyamet söylentilerinin yoğun olduğu şu günlerde, kıyamet zamanında açılıp ortaya çıkacağı söylenen kutsal emanetler ile ilgili gizemleri araştırırken düştü yolum Helena’nın hikâyesine ve ilginç rastlantılar yaşadım. O rastlantıların hepsini anlatmam sanırım mümkün değil… Azize Helena, Hristiyanların kutsal emanetler bulup İstanbul’a getiren ve bu yüzden adı kutsanan ve anılan özel bir kadın…

eski istanbulHancı kızı Helena’nın doğurduğu I. Konstantin, Roma İmparatorluğu’nun pagan inanışlardan sıyrılıp, tek tanrılı bir dine geçişini sağlayan kişidir. İstanbul’un, Kadıköy (Kalkedon) merkezinden çıkıp, tarihi yarımada dediğimiz Avrupa tarafının imar edilmesi ve Roma İmparatorluğu’nun başkenti olması da Konstantin’in eseridir. İstanbul’a Konstantinapolis adının verilmesinin ardından gelen dönemde hızlı bir imar başlamış, kiliseler, saraylar, meydanlar, dikilitaşlar ile İstanbul, şehirlerin kraliçesi haline gelmiştir.

Bana göre bu kraliçelik hala devam ediyor, bunca yıkım ve yenileşme adına yapılan talanlara rağmen… Tarihi dokusunun her gün biraz daha yok edilmesi ve restorasyon adına yapılan anlamsız çalışmalar, bu güzel kadının canını çok yakıyor bana göre…

Evet, İstanbul; kadın ruhunda yaşayan bir şehirdir. Onun rahminde taşıyıp doğurduğu gizler, dünyayı değiştirmiştir kendi tarihi boyunca. Ve bundan sonra da değiştirmeye devam edecektir.

Şimdi biraz Helena’nın öyküsünü inceleyelim…

Helena bir hancı kızı iken, o bölgede bir savaşa katılan Konstantius ile tanışır. Aralarında başlayan aşkın resmi evliliğe dönüşüp dönüşmediği tartışmalıdır.  Bazı kaynaklar resmen evli olduklarını söyler, bazı kaynaklar ise asil olmadığı gerekçesiyle Helena’nın bir cariye olarak kaldığını… 270’li yılların başlarında oğulları Konstantin, Sırbistan’ın Niş şehrinde doğar. Bu çocuğa rağmen ondan ayrılan Konstantius, saltanat kazanmak için imparator Maximian’ın kız kardeşi Theodora ile 293 yılında evlenir. Helena bu ayrılıktan çok incinir ve kendi kabuğuna çekilir. Helena bir daha evlenmez ve başka çocuğu yoktur. Oğlu Konstantin, annesine derin bir bağla bağlıdır ve Helena da oğlunu hiç yalnız bırakmaz. Hayatının bu dönemi bizim için gizemlidir.

konstantinKonstantin, babası Konstantius’un ölümünden sonra 306 yılında imparator ilan edilir. Helena oğlunun imparator olmasıyla saraya ve sosyal alana döner.

324’de Konstantin, Licinius’u, savaşta yener, doğu ve batının tek hâkimi olur. Zaferini annesine ithaf eder ve ona Julia Augusta unvanını verir. Bundan böyle, taç giyme ve para üstüne resmini bastırma hakkı vardır.  O dönemde bir hancının kızı olmak onur kırıcıdır ve oğlunun imparator olması nedeniyle zirveye geçiş yapması pek çok zıtlığın kavuşmasıdır aslında. Onun Augusta olması hem doğu ile batının, (Asya- Avrupa) hem asil soy ile halkın, hem de dinlerin kavuşumu gerçekleşmiştir. Bir köprü gibidir bu yüzden Helena…

Doğu ve Batı Roma, yeni kurulan başkent İstanbul ile bütünleştirilmeye çalışılmıştır. Konstantin döneminde başarılı olan bu birleşme; sonraki yıllarda Batı Roma’nın dağılması ile Doğu Roma Bizans İmparatorluğu olarak devam etmiştir. 1453 yılında İstanbul, Fatih tarafından alınana kadar geçen uzun dönem, Konstantin ve annesi Augusta Helena ile başlamıştır.

Konstantin imparator olduğunda, Roma devleti adaletsizlik ve ahlaksızlık içinde yüzüyordu. Helena, devletin kanunlarında ve işleyişinde önemli değişiklikler yapılmasına öncülük etmiştir. Asil olmayan fakir halkın koruyucusu, hastaların şifacısı olan Helena, hazineyi halka açmış, pagan inançların yozlaştırıcı kültürünü Hristiyanlıkla değiştirmiştir. Paganizm ile Hristiyanlık arasında ortada durmaya çalışan oğlu üzerinde bu konuda çok büyük etkisi olmuştur.  O zamana kadar eziyet gören Hristiyanların devlet eliyle korunması dönemi onun sayesinde başlamıştır.

konstantin

Hristiyanlıkta çok önemli bir olay olan İznik Konsili ve yemini 325 yılında Konstantin’in isteği ile gerçekleştirilmiş ve dört önemli İncil, diğerleri arasından seçilip kabul edilmiştir.

Tüm şehirde kiliselerin yapılması, sarayların, meydanların imarı onun öncüllüğünde gerçekleşmiştir. Yeni başlayan bu dönem içinde Helena, halktan çok büyük sevgi ve saygı görür. O kendini dine adamıştır ve ihtiyacı olanlara yardım dağıtmaya devam eder. 325 yılında ona Hristiyanların annesi unvanı verilir.
kutsal emanetlerAynı yıl Helena, Jerusalem’e giderek İsa’nın haçını aramaya başlar. Hristiyanlık tarihindeki ilk HAÇ yolculuğu böylece başlamış olur. İsa’nın çarmıha gerildiği haçı araması için ona ilahi işaretler geldiği hikâye edilir. Sonunda Kudüs’te antik bir sarnıçta üç haç ve üç çivi bulur. Gerçek haçın üzerindeki üç lisanda yazı vardır ve Helena bu sayede onu diğerlerinden ayırır. Rivayete göre; gerçek olup olmadığını test etmek için ölüm yatağında hasta bir kadın haçlara dokundurulur ve hasta kadın gerçek haça dokunduğunda iyileşir. Bu olayı uzaktan izleyen bir Yahudi Helena’nın yanına gidip kendisinde bir kaç eski eşya olduğunu bu eşyaların İsa’ya ait olduğunu düşündüğünü söyler. Helena ve yanındakiler hemen o Yahudi’nin evine giderler ve bir ahşap sandık içerisinde birçok eşyanın ve altından bir kâsenin olduğunu görürler. Bu kâsenin üzerinde X ve P harflerinin bulunduğu söylenir. X ve P harfleri İsa’nın Latince ismi olan Christus’un simgesidir. Yine rivayete göre, Hristiyan dünyasının peşinde olduğu kutsal kâsedir bu. Son yıllarda kutsal kâsenin bir rahim olduğunu yazan ünlü kitabı unutmayalım bu arada:)

‘Da Vinci’nin Şifresi’

Kutsal Emanetler ve Bizi Bekleyen KıyametHelena bu kutsal yolculuktan 329 yılında İstanbul’a döner. Helena bu haçın parçalarını, çivileri, İsa’nın sarıldığı kefenin parçalarını, Meryem’in küpelerini, Hz Süleyman’ın yedi kollu şamdanını, Nuh’un baltasını ve başka kutsal eşyaları ve o kâseyi oğlu Konstantin’e hediye eder. Çivileri, savaşlarda oğlunu koruması için onun miğferine ve atının dizginine taktığı da söylenir. Konstantin’e ise daha yıllar önce gördüğü bir rüyada, İsa’nın sembolü olan Chi-Ro (X ve P) harfleriyle muzaffer olacağı söylenmiştir yine rivayete göre. Bu sembolü bütün savaş aletlerine ve sancağına işletir Konstantin. Ve büyük zaferler kazanmaya devam eder. Bu nedenle anne oğulun Hristiyanlıktaki yol açıcı görevleri, ilahi bir işaret olarak görülür ve kabul edilir.


Helena’nın İstanbul’a getirdiği kutsal emanetler hakkındaki söylenceler bizi sonunda Çemberlitaş anıtına yönlendirir. Çünkü bir takım tarihi bilgilere göre, kutsal emanetler korunmak ve saklanmak amacıyla Çemberlitaş’ın altına yerleştirilmiştir.

329 senesinde yaklaşık 80 yaşında şehre varan Helena, Kudüs’ten getirdiği bu eşyaların muhafazası için oğlundan bir kilise yaptırmasını rica eder. I. Konstantin bu ricayı kabul eder fakat Paganistlerin böyle bir hareket karşısında sert tepki ortaya koymalarından çekinerek kilisenin herkesin ulaşamayacağı bir yere yapılmasını emreder.

Görevliler tarafından en uygun yerin bugün Çemberlitaş olarak bilinen Konstantin Sütununun hemen altı olduğu İmparator’a iletilir ve hızlı bir şekilde kilisenin inşasına başlanır. Sathın yaklaşık 16 m altında olan bu kiliseye dar bir merdiven ile ulaşılır ve yaklaşık on kişinin rahatça ibadet edebilir. Bu kilisenin giriş bölümünün tam olarak nereden olduğu hakkında ise net bir bilgi bulunmamaktadır.

kutsal emanetlerİmparator VII.Porpyrogennetos tarafından hazırlatılan Latince ismi  De Ceremoniis aulae Byzantinae olarak anılan Bizans Törenleri Kitabı, bu kilisenin varlığı ve orada yapılan ibadetler hakkında bilgi vermektedir.

Çemberlitaş, Hristiyanlığın ilk anıtı olma özelliğini taşır.  Konstantin tarafından Apollon tapınağından söktürülen bir sütun, İstanbul’da forum Konstantin alanına dikilir ve üzerine Apollon heykeli konur. Daha sonra Konstantin sütunun üzerine kendi heykelini koydurur. (1081 yılında bir yıldırımla heykelin yanıp devrilmesi sonucu üzerine büyük bir haç konulmuştur. İstanbul’un fethi sonrasında ise, o haç sütunun üzerinden indirilmiştir.)

Osmanlı tarihçisi Hezarfen Hüseyin Çelebi, 17. Asır ‘da yazdığı ‘Tarih-i Devlet-i Rumiye’ adlı eserinde konuyu şöyle anlatıyor:

“(İmparatorun) Validesi Helena nam hatun Kudüs-i Şerif ziyaretine varıp Kamame nam kiliseyi bina eyledikte, Hristiyanların itikadınca Yahudilerin Hazreti İsa’yı üzerine gerdikleri salibi (haçı) ve eline ayağına vurdukları mıhları (çivileri) ve bazı mucizelere ait eserleri Yahudilerden alup, oğlu Konstantin’e hediye getürdü. Ol dahi, tazim ile alup hazinesinde sakladı. Sonra zaman ile hatırına geldi ki, bizden sonra gelen melikler, caiz ki, bu mübarek eserlerin kadrini bilmeyüp saygıda kusur ideler, ya da saklamayup yabana atalar. Büyük günah ola. Emreyledi ki: Yerin altında taştan ve metin bir hücre bina edüp, ol hücrenin içine mezkur eserleri koyup saklayalar. Sonra üzerine halen mevcut olan kırmızı amudu alamet için koydu.”

Vatikan’ın da bu söylemi kabul ediyor olması, emanetlerin Çemberlitaş altına yerleştirildiği şüphelerini iyice arttırıyor. Emanetlerin eski Haçlı Seferleri sırasında çıkarılıp götürüldüğü söylense de, birinci dünya savaşı sırasında işgal edilen İstanbul’da bazı papazların tünel kazarak sütunun altına ulaşmaya çalışması, o emanetlerin o zaman için hala orada duruyor olma ihtimalini arttırıyor. Tünel kazarak emanetlere ulaşma çabaları daha sonraki yıllarda da devam etmiş.

Bölgenin belediye başkanları ve anıtlar yüksek kurulunun bazı yetkilileri, emanetlerin hala sütunun altında olduğunu düşünüyorlar. Çemberlitaş’ta 2003 yılında başlayan ve uzun yıllar devam eden restorasyon çalışmasında bu konuda ne yapıldığını bilmemize imkan yok.  Emanetlerin bulunup bulunmadığını şu an için bilmiyoruz.

Kutsal emanetler son yıllarda kitaplara da konu olmuştur. Bunca yıldır tüm dünyanın ilgisini çeken, kitaplara konu olan, haçlı yağmalarını İstanbul’un üzerine çeken kutsal emanetler bulup İstanbul’a getirmesinin ardından kısa bir süre sonra Azize Helena, 330 yılında 80 yaşında ölmüştür.  Onun ölümü sonrası oğlu, onun anısına İzmit bölgesine Helenapolis adını vermiştir. Kentlere ve kiliselere adı verilen bu kadın, yaptığı haç sonrasında adeta görevini tamamlayıp gider gibi hayattan ayrılır. Ardında İstanbul’a tarihi boyunca çok önem kazandıracak bir hikâye ve emanetler bırakır Helena…

kutsal emanetler azize helenaHelena’nın sembolü Haç’tır. Helena’nın, sosyal statüsünün, hancı uşaklığından, imparator anneliğine çıkışı, imparatoriçe oluşu, aynı zamanda haçın yükselişini simgeler. Haçın yatay bölümü ise Helena’nın, doğudan batıya, batıdan doğuya, geçişlerini sembolize eder. Helena; kökeni itibariyle doğuya, ikameti ile batıya aittir. Doğunun imparatoriçesi olmadan önce, batının imparatoriçesi olarak kabul edilir Hristiyanlar arasında. Helena; elinde haçı, başında tacı ile resmedilir. Helena, isminin anlamı, ışık, hale ve meşaledir. Gerçekten de bir dinin ve bir imparatorluğun meşalesi olacak kadar ışıyan bir kadındır merhameti, iyiliği ve bilgeliğiyle…

Onun şu an İslam bayrağı altında olan topraklarda doğmuş ve yaşamış olmasının, tüm dünya dinleri ve dünya barışı için bir mesaj olduğunu düşünmemek elde değil bana göre…

İslam aleminde kıyamet ile ilgili kehanetlerin içinde bir takım rivayetler vardır. Bunlardan bir tanesinde; kıyamet gününde kutsal emanetler ortaya çıkacağı söylenir. İslam Kutsal Emanetler’inin ve en önemlileri İstanbul’da bulunmaktadır. Yahudiliğin kutsal emanetler’inden birçoğu da İstanbul’dadır. Kıyamdan sonraki yeni dönemde bütün insanların yeni, parlak ve mutlu bir döneme başlayacakları, bütün dinlerin birbirine kavuşacağı barış dolu bir dönem tasvir edilir bazı kaynaklara göre… Bütün insanların tek bir inanışta birleşeceği iddiası sadece İslam’ın değil, birçok eski kadim kaynağın da verdiği bir bilgidir aslında.

Rivayetlere göre kıyamet gelir de, emanetler ortaya çıkar mı, o zahiri emanetler kıyamette ne işe yarar o da ayrı bir bilinmezlik… Ya da kutsal emanetler denilen şey, zahiri değil de,  bedenlerde emanet olan ve uyanması gereken batıni ışık mıdır yoksa?

İstanbul, tarihiyle ve tıpkı bir kadın gibi rahminde sakladığı görünür görünmez emanetleriyle, kıyamet senaryolarında gizemli bir geçiş kapısı olarak kabul ediliyor. Üzerinde stratejik enerji ızgaralarının bulunduğu ve kıyam günündeki dirilişte önemli bir görev yerine getireceği de yaygın söylentilerin içindedir. 2012 kıyamet senaryoları, Meryem Ana’nın mahali Şirince’yi iyice ünlü yapsa da birçok medyum İstanbul ille de İstanbul diyor, benden söylemesi…

Bütün kutsal metinler bir dirilişi haber veriyor binlerce yıldır. Hele Kuran’ın tüm uyarıları bu gün üzerinedir. Üstelik bu olayın yıldızlarla bağlantısı olduğunu da söyler okuyabilene… Ayrılma günü, din günü, ahiret günü, karar günü, ayırma günü, toplanma günü, hesap günü, vade günü, kabirden çıkma günü, perde günü, emir günü, dirilme günü,  zorunlu zaman günü, büyük haber günü, büyük gün, bu dirilişin isimleridir…

Hepimiz için yıkımsız bir kıyam, yani diriliş ve uyanış diliyorum, her ne zaman yaşanacaksa. Aralık 2012 ya da…


(Hepsi kutsal emanetler olan bütün ışık kadınlara ithafımdır Azize Helena’nın hikâyesi…)


 

Nesrin Dabağlar
İstanbul’da doğdu. İşletme ihtisası yaptı. 12 yıl bir devlet kuruluşunda muhasebe alanında çalıştı ve 1995-2008 yılları arasında özel sektöre ait çeşitli sağlık kuruluşlarında yöneticilik, danışmanlık ve halkla ilişkiler görevlerinde bulundu. 2008’den itibaren çalışma alanlarına eğitim sektörünü de ekleyerek özel bir üniversitede halkla ilişkiler ve organizasyon uzmanı olarak çalıştı. Bilimsel konuların insan ile ilişkileri, inanışlar ve inançlar konusunda araştırmalar yaptı. Özellikle kutsal metinler, tarih, psikoloji, fizik ve bilimdeki yenilikleri konu alan makaleler yazdı. 2006 yılında İndigo Dergisi'nin yazar ve muhabirliğini yapmaya başladı.