Turna’nın Kalbinden Geçenleri Anlamak

Tek ayak üzerinde uyudukları ancak diğer pençelerinde bir taş tutukları ve herhangi bir tehlikeyi sezdiklerinde taşı düşürerek sürüyü uyandırdıklarına inanıldığı için “tehlikelere karşı uyanık ve tetikte olmayı”; az sayıda yavru doğurup uzun yaşadıkları için “uzun hayatı” hatta “ölümsüzlüğü”, hayat boyu tek eşle yaşadıkları için “mutlak sadakati” temsil etmişlerdir.

15 Haziran 1826’da Kara Cehennem İbrahim Ağa tarafından yeniçeri  karargahının kapısına yaptırılan top atışları, köklü bir Osmanlı kurumunun sonuna işaret etmekteydi. Es’ad Efendi (Üss-i Zafer) ve Şirvanlı Fatih Efendi (Gülzar-ı Fütuhat) gibi tarihçiler, o ve ondan sonraki günlerde olanlar hakkında birinci elden bilgi vererek, görgü tanıklarının canlı bir şekilde aktarırken olaylardan ve sonuçlarından  almış oldukları haz hissedilir. Yeniçeri Ocağı, kendi patronları olan Sultan II. Mahmut tarafından normal şartlarda “küffara” karşı topyekûn savaş açmak anlamına gelen Sancak-ı Şerif açılarak yok edilmiştir. Yeniçerilere saldıranların kafirlerle  savaşıyor olduklarını düşündükleri anlaşılıyor; ulema ve medrese öğrencilerinin de katılımıyla olay dinî bir karaktere bürünüyordu. O gün binlercesi öldürüldü, diğerleri takibata uğradı.

Ertesi gün Şeyhülislam başkanlığında değişik tarikatların liderlerinin katılımıyla oluşturulan ulema meclisinin toplantısı bittiğinde çarpıcı bir karara varılmıştı: Bektaşi tarikatının tüm üyeleri yakalanacak, liderleri sünni-ortodoks nüfusun yoğunluğuyla bilinen şehirlere sürgün edilecek, tüm Bektaşi tekkelerine el konularak, bazıları yıkılıp, kalanları ise diğer tarikatların kontrolüne devredilecekti. Bu kararla Yeniçeri Ocağı’nın ilgasının askeri bir reform çabasından ibaret olmadığı, ötesine geçerek Bektaşi tarikatının topyekûn yok edilmesi hedefine yöneldiği görülüyor ve olayın dinî karakteri ön plana çıkıyordu.


turna'nın kalbiİki  kadim kurumun birlikte ortadan kaldırılmak istenmesinin ardında yatan en önemli  Saiklerden (sebeplerden) birinin sünni-ortodoks tarikat ehlinin İslam dininin nasıl anlaşılması gerektiği konusundaki kendi görüşlerini paylaşmadığını düşündükleri Bektaşi tarikatını elimine etmek olduğu anlaşılıyor. Vaka-i Hayriyye (Hayırlı Olay) adı verilen bu girişimin gerçekleştirilmesi için Batılılaşma ve Reform yoluyla siyasi erki tam olarak eline almak isteyen Sultan II. Mahmut  ile dünya  görüşünden rahatsız oldukları rakip Bektaşiliği yok etmek için bunu bir fırsat olarak gören ulema ve Ortodoks tarikatların bir araya  gelerek bir koalisyon kurdukları ve bu koalisyonun ortak hedefe yönelik olarak eşgüdüm içerisinde çalıştığı görülüyor. Dolayısıyla bu olayı imparatorluğun kendi iç dinamiklerinden  bağımsız olarak, modernleşme taraftarları ile modernleşme karşıtları arasındaki mücadele ekseninde açıklamaya çalışmak, olayı basite indirgemek anlamına gelecektir.”

Yukarıdaki satırlar Erdal Küçükyalçın’ın Turna’nın Kalbi / Yeniçeri Yoldaşlığı ve Bektaşilik , kitabının  Sıfırıncı Bölüm / Turna’nın Kalbine Girişinden alıntılandı. Eser, 2012 yılında Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nden çıkmış. Tamamı 243 sayfadan oluşuyor. Eserin sonunda küçük puntolarla dizilmiş dokuz sayfalık bir kaynakça bulunuyor. Yazar, bu konuda yazılmış yerli kaynaklarla yetinmeyip, yabancı kaynakları da incelemiş. Yazarın , Kavanin-i Yeniçeriyan’ı (Yeniçerilerin Kanunlarını) da , eser boyunca bu kitaptan yaptığı alıntılar ve bu kitaba yaptığı göndermelerden anladığımız kadarıyla, esaslı bir şekilde okuyup incelediğini de öğreniyoruz.

Görselden de fark ettiyseniz, kitap, ikinci baskısını yapmış. Bu, halen tarih olmuş askeri bir kurumla ilgili genişçe bir araştırma. Böyle olmasına rağmen oldukça ilgi çekmiş ki ikinci bir baskı yapmak gereğini duymuşlar. Ancak bu baskıların kaçar adet yapıldığını kitabın ilgili bölümlerinden öğrenebilseydik daha iyi olurdu sanırım.

Biyografi: Erdal Küçükyalçın

Yazarını tanıyalım biraz. Erdal Küçükyalçın, Boğaziçi Üniversitesi Asya Çalışmaları Merkezi’nde çalışmalar yapan bir önemli araştırmacı. Kitabı arka kapağı yazarı şöyle tanıtıyor:  “Erken modern dönem savaşçı teşkilatlarının dinle ilişkileri, Japonya başta olmak üzere Asya tarihi, İpek Yolu kültürel mirası ve erken dönem Osmanlı tarihi gibi konularda ilgilenmekte olup;  20. Yüzyılın başında Orta Asya’ya yapılan Japon araştırma gezileri üzerine bir doktora tezi hazırlamaktadır. İran, Türkmenistan ve Afganistan’da kültürel mirası konu alan geniş çaplı araştırma gezilerine katılmış, ayrıca Japon medya kuruluşları için aralarında “Bizans: Bin Yıllık İmparatorluk” , “Topkapı Sarayı: Işık ve Gölge”, “Doğu Roma İmparatorluğu”, “Avrasya İmparatorlukları: Moğollar”, “Avrasya: Medeniyetlerin Fay Hattı”nın da bulunduğu bir dizi belgeselin proje koordinatörlüğünü yapmıştır.”

Yazarın çalışma alanlarından biri, tanıtım yazısında da görüldüğü gibi, “savaşçı teşkilatların dinle ilişkileri… Dolayısıyla kitapta da Yeniçerilerin Bektaşilikle ilişkileri söz konusu ediliyor. Kitabın adı neden Turna’nın Kalbi, diye soracak olursanız; size Turna kuşunun Bektaşilikte neyi / neleri ifade ettiğine bakmanızı tavsiye ederim. Bunu öğrenmek için kitaba baş vurduğumuzda şunları görüyoruz:


“Tek ayak üzerinde uyudukları ancak diğer pençelerinde bir taş tutukları ve herhangi bir tehlikeyi sezdiklerinde taşı düşürerek sürüyü uyandırdıklarına inanıldığı için “tehlikelere karşı uyanık ve tetikte olmayı”; az sayıda yavru doğurup uzun yaşadıkları için “uzun hayatı” hatta “ölümsüzlüğü”, hayat boyu tek eşle yaşadıkları için “mutlak sadakati” temsil etmişlerdir. Güçlü kanatları sayesinde ölenleri gökyüzüne, yaşayanları daha üst varoluş katmanlarına taşıyabildiklerine inanılmış ve zehirli yılanları avladıkları bilindiği için yılanla mücadelesi sanata konu edilmiştir.

Kısacası turna, tarih boyunca değişik kültürlerce derin anlamlar atfedilen, simge değeri yüksek bir kuş olmuştur.Yakından bakıldığında bu simgenin Yeniçeri Ocağı’nın anlam dünyası içerisinde de özel bir yeri olduğu anlaşılır.

İbrahim Müteferrika’nın “yüksekten uçan bir kuş” olarak tasvir ettiği Osmanlı ordusunun kalbinde, yani merkezinde yer alan yeniçeriler börklerinin önünde, alınlarının üzerindeki bir haznede turna tüyü taşırlardı.”

Yeniçerilere sembol olarak Altay kavimlerinin kutsal kabul ettikleri turna kuşunun seçilmesi, Osmanlıların konar göçer kültürle olan bağlarının bir işareti olsa gerek. Bu sembol daha sonra adeta yeniden üretilerek, değişik türkülerde, Alevi kültüründe bir semah olarak da karşımıza çıkmaktadır. Müslüman olduktan sonra turnalar sevgililer arasında haber taşıyan bir kimliğe de sahip olmuştur. Ayrıca Bektaşi geleneğinde Turna sesinin Hazreti Ali’nin sesiyle özdeşleştirildiğini de görüyoruz.

yeniçeriSürüler halinde yüksekten uçan turnalar, yere konduklarında liderlerinin etrafında bir çember oluşturarak kümelendiklerini; yeniçerilerin 1.Ağa Bölüğünün 1 numarası olan padişahın da sefer sırasında yeniçerilerce on kattan oluşan bir çember içinde korunduğunu belirtirsek bu sembolün nasıl hayata geçirildiğini de görmüş oluruz.  Bunun dışında yeniçeriler de tıpkı turnalar gibi hem sefer sırasında çadırlarında hem de kışladaki odalarında çember çevirerek otururlar ve komutanlarını ortalarına alırlardı. Savaş sırasında firar veya başka bir ağır suç işleyen yeniçeri, hakkındaki kararın infazı için Leylek Çadırı’na alınırdı. Böylece turna olmaktan çıkar, kutsiyeti kaybolan bir leyleğe dönüşmüş olurdu.


Yazar, Turna ile Ocak arasındaki bağın bir yoldaşlığa dönüştüğünü, Yeniçeri Yoldaşlığının bir tür Turna Yoldaşlığı olduğunu belirttikten sonra kitabının hedefini şöyle ifade etmektedir: “Turna’nın Kalbi bu yoldaşlık ile onu oluşturan Bektaşiliğin ilişkisini ele alarak yeniçerilerin inanç dünyasına ışık tutmayı hedeflemektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinde önemli rol oynamış kadim bir kurumun temsilcileri olarak yeniçeriler, artık (Japon samurayları ya da Avrupa şövalyeleri gibi adalete değilse bile ) hak ettikleri anlayışa kavuşmalıdır. Bu kitap “Turna’nın Kalbi”nden geçenleri anlamak için bu yönde atılmış bir adımdır. Eserin bütününde yeniçeriler ve Bektaşilerle ilgili daha bir çok detayı bulmak mümkün, tabii ilginizi çekip okuma zahmetine katlanırsanız…

Sizleri Turna’nın Kalbi’nden geçenleri anlamaya davet ediyorum…