Kadın Işığı

Kadın ışığı, Tanrı’nın kadına doğduğu andan itibaren hediye ettiği değerli bir hazinedir. Her kadında vardır ama o kişiye özeldir. O bir güzellikten çok öte, can, kalp yeleğidir. Çok uzaklardan beliren bir uyarı işaretidir. Doğadaki diğer canlıların sahip olduğu içgüdülerden çok öte bir histir.

kadın ışığı

Hayat kapısından girdiğinde gelecekte saçları uzun, kirpikleri uzun bir kız çocuğuydu. Öyle güzel öyle güzeldi ki, bakanlar ona dönüp bir daha bakamazdı söylenenlerin aksine. Çünkü saflıkla yoğrulmuş bir ışığı vardı ve insanın gözlerini kör ederdi. Masallarda anlatılan güzelliğin aksine, fiziksel bir özellik değildi ondaki güzellik, soyut, dokunulamayacak kadar uzak ama hayran bırakacak kadar etkili bir ışıktı.


Dünyaya gelen her kız çocuğu aynı ışıkla merhaba dedi çevresine. Bu ışık saflığın, temizliğin ve Tanrı’nın sadece kadınlara bahşettiği bakirliğin bir simgesiydi. Her çocuk dünyaya bir ışıkla gelirdi ancak kız çocuklarının ki bir başka olurdu. Doğuştan fedakârlık, sevgi ve aidiyetle karışık özgürlük duygusuyla sarılı bir ışıktı. Aslında daha çok adanmışlık kokardı. Gelecekte koca bir toplumun ve hatta koskoca bir dünyanın hâkimiyetine gebe kadınlara özgü doğuştan gelen bir ışık.

Hayat Tanrı’nın mucizeleri ile dolu olduğu halde, acımasız tesadüfler de barındırırdı. Bu acımasız tesadüfler, etimize batan iğneler gibi ruhumuza batardı. Ama saflık her kötülüğün bir nedeni olduğuna inan bir kalbe hizmet ederdi. Kötülük, iyiliği ayırt edebilmeye yarardı. Kapkaranlık bir yolda, bu ışıkla parlayan fosforlu sarı gibiydi. Görünce kaçardınız ya da bilirdiniz ki bu size zarar verecek. İşte kadın ruhu da Tanrı’nın ona bahşettiği bir güzelliğin yani saflığın şemsiyesi altında bu kötülükten korunuyordu. Kadın kalbi ona doğumunda bahşedilen güçlü içgüdülerle doluydu. Kötülüğü sezip, sevdiklerini koruyabilme şansı verdi ona. “Annelerin içine doğar.” dediklerinde bilirdiniz ki fosforlu sarı uzaklardan belirmiş. Bu yüzden bir erkeğin kas gücünün aksine, çok önceden sezebilme güdüsü kavga başlamadan önce kurtarırdı sizi ve hayatınızı tehlikelerden. Bu sonsuz saflık ölene kadar kadın bedeninde, kalbinde kalır sizi sımsıkı sarardı. Siz çok uzaklardayken bile, hep çarpardı. Belki bir gece yarısı yatağından kaldırıp endişelendirirdi.

Bu saflığın ve sonsuz ışığın kendini koruyamadığı tek bir şey vardı o da aşktı. Tanrı kadını yaratırken mayasına aşka dirençli olmayı eklemeyi unutmuştu. Çünkü aşk, bazen sevgiyle aynı kostümü giyer, hile yapardı o ışığı sonsuz saflığa. Her güzel duyguya kucak açan kadın kalbi, aşkın tanışma faslına kapılır giderdi. Şansı varsa kostümünü giymeden, dürüstçe ona gelmiş bu sevgi şölenini ömrünün sonuna kadar kabul ederdi ve bu doğuştan gelen saflığı devam ederdi. Ancak bir aldatmacanın içine düştüğünde güçlü ışığı titrek mum alevi gibi sönmeye yüz tutardı.


Kadın kalbi naiftir, kırılgandır derler. Aslında naiflik ve kırılganlıktan çok bozulmak istemeyen bir saflığı barındırır. Şeytani duygular diye adlandırılan öfke kıvılcımları ve karşı cinsinin aklına gelmeyen pek çok dalaverenin kaynağı olarak algılanan bu kalp, aslında sadece aldatmaca ile karşılaştığında bu hale gelirdi. Düşünün ki hep iyi olmak, kötü olana hazır olmamak demektir. Kötüyle karşılaşıldığında, beyaza leke bulaşmıştır. Bunu çıkarmaya ve özüne dönmeye çalışmak bu öfke kıvılcımları ve kendinden uzaklaşmayla eşdeğerdir.

Kalbi kırılan ve saflığını bir aldatmaca ile yitiren kadın öfkelidir. Bu öfke, özünden uzaklaşmasına neden olur ve insan öfkeyle doluyken, çağlayarak akan bir şelale gibidir. Ne yapacağı bilinmez ve durdurulamaz. Bu öfkeyi bastırabilmek ve özüne dönebilmek ancak sabırla ve sonsuz iyi niyetle gerçekleşebilir. Varoluş nedenimizin iyi olmak ve iyiyi yaşamayı hak etmek olduğuna inanırsak, kadın ruhuna henüz küçük bir kız çocuğuyken bahşedilmiş içgüdülere güvenmeyi daha iyi öğreniriz. Aşk kisvesi altında gelen aldatmacaları, tecrübe olarak hanemize yazdığımızda fosforlu sarıyı artık eskisinden daha da iyi görebiliriz. Yani kötünün, iyiyi yaşatmak için bir neden olduğunu görebilirsek mutlu olabilir ve özümüze sadık kalabiliriz.

Dünyanın her yerinde, bütün kadınlar aynı ışıkla doğduğundan ve bu ışık din, dil, ırk ve başka herhangi bir neden içermeden bize bahşedildiği için, yani hepimiz aynı Tanrı’nın melekleri olduğumuz için belki de “Talmud” da geçen şu söz tüm evreni anlatıyor. “…Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin, çünkü Tanrı gözyaşlarını sayar! Kadın erkeğin kaburgasından yaratıldı, ayaklarından yaratılmadı, öyle olsaydı ezilirdi; üstün olmasın diye başından da yaratılmadı. Ama göğsünden yaratıldı, eşit olsun diye kolun biraz altından korunsun diye; kalp hizasından sevilsin diye…”


Yazar: Ezgi Ergin ‖ Sayı 78 | 1 Mart 2012 00:00 UTC+2


Ezgi Ergin
Ezgi Ergin, 1990, Ankara doğumlu. Ege Üniversitesi Kimya Mühendisliği son sınıf öğrencisi. Tenis oynamayı, kitap okumayı, film izlemeyi ve yeni yerler keşfetmeyi seviyor. İngilizce ve Almanca biliyor. Korku-gerilim romanı yazıyor. Üç farklı blogda çeşitli temalarda kısa hikâye, deneme ve film eleştirisi üzerine yazılarını yayınlıyor.