Mavinin Adı Ne? İnsan ve Nazmi Nalbant

Bu ay sohbet konuğumuz Nazmi Nalbant; ilk kitabı olan Mavinin Adı Ne?İnsan

Kitabı üzerine konuştuk ve biraz kişisel gelişimden, biraz kitaptan, ortaya şekersiz iki Türk kahvesinden ve gül kokulu bir lokum tanesinden yola çıkarak sizlere ulaştık. Bu keyifli sohbetten aynı tadı almanız dileğiyle. Buyurun sofraya…


Röportaj: Murat Tali

Kişisel gelişimin sözlüğü ve yol göstericisi konumunda olan bu kitapta neleri öne çıkarmayı amaçladınız?

Murat bey öncelikle iltifatlarınıza ve söyleşi fırsatı yarattığı için de size ve İndigo Dergisi’ne teşekkür ederek başlamak istiyorum sözlerime. Galiba, orada şunları demişim:

mavi_adi_kapak_convert

“Yaklaşık 4 yıl önce aylardan temmuz ayıydı, bir akşam üstü Bağdat caddesinde yürürken “kitap yazmalıyım” dedim kendi kendime. Kitap yazanlara da zaten içten içe gıpta eder ‘vay be helal olsun’ derdim hep. Hatta bir sürü kitabı olan yazarlar var, bu kadar kitabı nasıl yazıyorlar, bu yaratıcılık mı yoksa planlı-disiplinli bir çalışma sonucunda mı oluyor, yoksa hepsi iç içe geçmiş durumda mı, nasıl bir durum ve duygudur acaba diye merak ederdim. O gün kendime bununla ilgili olarak bir ajanda almaya karar verdim, aslında evde irili ufaklı bir sürü ajanda-organizer vardı ama yeni ve benim seçtiğim, beni çeken yeni bir ajanda olsun dedim içimden ve Şaşkınbakkal’daki bir kitap-kırtasiye mağazasına girdim. Raftaki ajandalara göz gezdirdiğimde birden beni çeken gözüme çok hoş görünen orta boyda birini gördüm. Ajandanın üzerinde her biri ayrı renkli  beş at başı figürü vardı, beni çok etkilemişti ve ‘tamam dedim, bunu alacağım’ ve alır almaz ilk sayfaya o günün tarihini atmış ve sıcağı sıcağına duygularımı yazmıştım. Birinci sayfadaki tarih 9 Temmuz 2009’du, ertesi gün ise biricik güzel kızım evleniyordu  yani  tatlı heyecanlı bir koşuşturma içindeydik eşimle birlikte. Şimdi dönüp baktığımda o beni çeken ve severek aldığım ajandanın ilk sayfasına şunları yazmışım;

“Bunu neden aldım evde bir sürü ajanda varken? Yakın bir geçmişte bir solukta okuduğum Aşk adlı romanın 149. sayfasında Ella’nın 40 yaşına varmadan  mutlaka yapmam gereken şeyler listesinin 1. sırasında “kendine yeni bir ajanda al” vardı. Esasen ben ajandaları ve organizerleri severim ve kullanırım ama bu özel olsun istedim. Belki yeni bir sayfa, yeni bir başlangıç olur hayatımda. Kim bilir? Ama arzu etmek önemli, ben arzu ettim gerisini yaşayıp göreceğim. Bu ajandaya gün içinde yaşadığım özel şeyleri not alayım istiyorum, içimde bir kitap yazma arzusu da var. Bu nasıl olur, ne zaman olur, içeriği nasıl olur bilmiyorum ama beni yansıtsın, bildiklerimi, deneyimlerimi paylaşayım ve ihtiyacı olan, talep eden ve zamanı gelen insanların hayat yollarındaki patikalarına fener tutabilecek bir şeyler olsun , bir virgül olsun, bir parantez olsun, iki nokta üst üste olsun ama henüz nokta olmasın istiyorum. Hem ben de bu süreçte daha tekamül etmiş, yeni şeyler öğrenmiş, yeni deneyimler yaşamış olurum, değişik güzelliklere vesile olur, kişisel menkıbemde farklı bir bölüm olur diye düşünüyorum, buna inanıyorum, görelim mevlam neyler…” demişim.

Evet, bunları yazmışım o gün, ülkemiz ve dünya insanının yani insanlığın yöresel olanın üzerinde (ona da ihtiyacımız var) olan evrensel bilgiye, kadim bilgelik değerlerine, kaynağın bilgisine, birlik bilincine ihtiyacı var, ekmek kadar, su kadar ve hatta nefes kadar. Bu ihtiyacı ben ve bir çok insan yaşarken görüyoruz, deneyimliyoruz. Özellikle yaşadığımız şu günlerde ülkemizde, yakın coğrafyamızda ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşanılanlara baktığımızda buna ne kadar ihtiyacımız olduğu ortaya daha net olarak çıkmıyor mu?

Biraz okuyan, araştıran ve büyük resme bakmayı beceren, bu bilinç düzeyinde olan herkes görüyor bunları. Henüz bu geniş pencereden bakma zamanı gelmemiş olanlara yardımcı olmak, yollarına ışık yakmak, dokunmak, uyanışlarına vesile olmak, kendilerini tanıma yolculuklarında yol arkadaşı olmak veya  sadece kişisel menkıbelerini yazdıkları bu yaşam yolculuklarında bir ‘virgül’ olmak, bir parantez olmak veya yolculuk süreçlerinin kısalmasına vesile olmak istedim. Bende birikenleri, benim penceremden görünen manzarayı paylaşmak istedim. Evet kısacası “paylaşmak ve vesile olmak” istedim diye özetleyebilirim. Çünkü biriktirmenin de bir sorumluluğu var ve bunu da paylaşarak yerine getirebiliriz diye düşünüyorum.

Bunun için de tek bir konu yerine 26 ayrı konudan kısa da olsa bahsettim kitabımda, her konuda farklı pencereden aynı resme, büyük resme bakmanın yolları. Arzu eden, merak eden ilgi duyduğu konuyu daha derinlemesine  araştırsın istedim.

Son on yılın trendi haline gelen kişisel gelişim hakkında neler söyleyebilirsiniz? Kitabınız bu konu ile ilgilenen insanlara farklı bakış açıları kazandıracak nitelikte insanı ve yaşamı bir bütün olarak ele almışsınız sizce danışmanlık hizmeti verenler bu bütünlüğü gerçekten yakalamalı mı?

Kişisel gelişim günümüzde popüler bir kavram, iyi ki var ve bir çok kişide açılımlar da yapıyor, bilinç düzeylerini yükseltiyor ama her konuda olduğu gibi bu konuda da bazen tabiri caizse suyunu çıkarmış durumda bazıları. Hırslarını iyi yönetemedikleri ve yazdıkları şeyleri içselleştirmedikleri, yaşamlarına geçiremedikleri için, hani meşhur bir laf var bizim kültürümüzde “ele verir talkımı kendi yutar salkımı” diye, işte bu misalde olduğu gibi kişisel gelişim denilince de bu kötü örneklerden dolayı bazı kesimlerde “almayayım, alana da mani olmayayım” refleksi gelişmiş durumda. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz belki, evet okumak çok güzel ama kişisel gelişim, kendini bilme yolunda içselleştirmek, bilgiyi hayata geçirmek, adeta kadim bilginin duyan kulağı-yürüyen ayağı olmak mesele. Bu olmadığında yani yüzeysel kaldığında yani sadece hafızamızdaki kütüphanede bilgi olarak depolandığında bir anlamı yok ! Affedersiniz benzetmede hata olmaz derler, ‘eşeğe kütüpha neyi yüklemek’ gibi. Eğitimlerin temel amacını unutmayalım; Eğitim, kişide değişim yaratmalı, öğrenilenler alışkanlık haline gelmeli, karakterimiz ve nihayetinde de kaderimiz olmalı. Bunları yaratamıyorsa-yapamıyorsa bir eğitim, bir kitap, bir yol, bir metod vb. onu sorgulamalıyız. Aslında sorgulama hep olmalı, ne öğrendim, neredeydim nereye geldim, yararı oldu mu? Doğru yöne mi gidiyorum, bu benim için, çevrem ve insanlık için doğru bir şey mi vb. kendimize ucu açık sorular sormalıyız yolculuğumuzda. Bu sorunuzla ilgili son olarak da; evet, bu alanda danışmanlık, koçluk, mentörlük, eğitmenlik yapanlar bu evrensel-bütünsel bakış açısını yakalamış olmalılar diye düşünüyorum.

Kitabınızın arka kapağında yapılacak 100 şeyde 7. sırada kitap yazmak var demişsiniz, peki yapılacak 100 şeyde kaçıncıdasınız şu anda? İnsanlar da kendilerine bu 100 şeyi hazırlayıp bunun için yola çıkmalılar mı sizce?

Güzel bir soru, bunu bana soran çok oldu. Bir çok kişi, “Nazmi bey Allah kolaylık versin daha 7. sıradasın, ne zaman bitecek 100 şey, ömrün yetecek mi buna?” diyor. Tabi Allahtan sırayla gitmiyor, karışık gidiyor yani ”ölmeden önce yapmayı hedeflediğim 100 şey”. Örneğin 8. sırada, 55. sırada olup da gerçekleştirdiğim ama henüz 1. sırada olan ve gerçekleştiremediğim şeyler var. Öncelik sırası yok, listedeki sıraya göre gitmiyor anlayacağınız, çünkü aklıma geldikçe farklı zamanlarda yazmışım, hala da ilaveler yapıyorum. Dileğim, bu hayatımdayken hepsini tamamlamak nasip olur. Herkese hangi yaşta olurlarsa olsunlar hiç önemli değil böyle bir liste yapmalarını hatta mümkünse bunu daha genç yaşlarda yapmalarını veya başka bir değişle bu ihtiyacı erken yaşlarda fark etmelerini tavsiye ediyorum. Tabii bu ucu açık bir liste olmalı, çünkü yaşam yolculuğunda ihtiyaçlar ve arzular bitmiyor, çeşitlilikler gösteriyor, her yeni bilinç seviyesinde yeni ihtiyaç ve yeni arzular ortaya çıkıyor. Bu listenin çok önemli bir fonksiyonu da kişinin yaşam hedeflerinin olması ve onları gerçekleştirmek için planlar yapılması, onlar için bir yaşam kaynağı olması. Her hedef gerçekleştiğinde kendileriyle gurur duymaları, kendilerini pozitif motive etmeleri de çok önemli başka kazanımlar. Bu süreci yaşarken hepimiz için kendimize sormamız gereken bir numaralı soru olan “yaşam amacım ne?” sorusunun cevabını daha iyi keşfedeceklerdir. Ve her bir  adımı gerçekleştirdiklerinde bir sonrası için impuls-itici güç-enerji olacaktır bu. Dileğim herkesin hayatlarında listelerindeki hedeflerini gerçekleştirmeleri başka bir ifadeyle yaşam amaçlarını gerçekleştirmeleri.

Hedeflerinize ulaşmak için nasıl bir yol izlersiniz çünkü başardığınız çok şey var ve hedeflediğiniz şeylerin güçlü kaldıraçları olmuş, bunları bizlerle paylaşmak ister misiniz?

Teşekkür ederim tekrar, hedefler veya yolculuk bitmiyor ki. Biri bittiğinde diğeri başlıyor ve son nefesimize kadar sürecek bir yolculuk bu. Yol bana göre kişiden kişiye göre de değişebiliyor. Yani hepimizin yolları farklı olabilir. Benim için doğru ve gerekli olan sizin için olmayabilir. Ben uygulamalar, ritüellere bilgiden daha çok önem veren biriyim. Araştırırken bu özelliğe dikkat etmeye çalışıyorum. Sorguluyorum, belki bu sorgulama çok daha önceleri şimdiki kadar olmuyordu bu da çok doğal, başka yolu da yok bunun zaten. Zaman geçtikçe, ilerledikçe, deneyim kazandıkça sorgulama, seçicilik daha da artıyor.


Özetle belki şunu söyleyebilirim; İşaretleri, doğayı okuma dilini farkındalığını kazanmamız lazım. Çevremizde olan-bitene, önümüze gelene dikkat etmeliyiz, bize ne diyor, neyi anlatmak istiyor, ihtiyacımız mı, şimdi mi vb.sorularını kendimize, içimize sormalıyız ve iç sesimizin verdiği cevaplara göre karar vermeliyiz. Başka bir önerim de şu olabilir belki. Yin yang sembolünü hep gözümüzün önüne getirelim, yaşamda dengeyi, orta yolu seçelim. Akıl süzgecimizden de geçirmeyi unutmayalım vereceğimiz kararları. Aslında başka bir söylemle ‘kendini bilme yolculuğu’muz aklımızı hikmetli hale getirme yolculuğudur bir bakıma, eğer aklımız aklu hikmet hani hikmet sahibi akıl haline geldiğinde biz neyi seçersek, veya neye karar verirsek o bizim için en doğru olanıdır zaten. Ama o düzeye gelene kadar iç sesimize, sezgilerimize ve aklımıza danışarak yolumuzu bulmaya çalışmak bana göre en doğrusu.

Nazmi Nalbant çok sayıda eğitim almış ve halen de bu eğitimleri almaya devam ediyor. Sizce tek eğitimle bu yolculuğa çıkanların sonuca ulaşmaları mümkün mü? Ortalıkta binlerce yaşam koçluğu eğitimi alıp yaşam koçuyum diye dolaşan insanlar var bu konuda yapılacak bir şeyler  var mı?

Sadece bir eğitim alarak yola çıkmak da mümkün ama daha önce de söylediğim gibi bu bir mükemmele yolculuk ve de bir arz-talep meselesi. Tabi ki bir yaşam koçu daha donanımlı olmalı, önce insanı tanımalı, insanlık tarihini biraz bilmeli, psikoloji bilmeli, sosyal psikoloji bilmeli, NLP tekniklerini bilmeli, bilinçaltı nedir bilmeli, kuantum nedir bilmeli ve de kendini tanımalı ki karşısındaki danışanına da yardımcı olabilsin. Kendine hayrı olmayanın başkasına yardımcı olması da beklenemez doğrusu. Bu bilgilerin illaki akademik seviyede olması da gerekmez (olsa iyi olur) bu konularda ciddi eğitimler veren kurumlar var oralarda ihtiyaçları olan eğitimlere katılıp kendisini zenginleştirmeli bir koç. Koçlar için söylediğim şey bir bakıma herkes için de geçerli aslında. Öncelikle kendimize koçluk yapmalıyız her birimiz, yani kendimizin koçu olmalıyız ama kendimizin koçu olana kadar da koçluk almak çok yararlı. Koçluğun da kendi içinde ileri eğitimleri var, bir koç sırasıyla ve zamanı geldiğinde bunları da almalı, bilinen söylemle ‘tool box’larını zenginleştirmeli. Koçluk alacaklara tavsiyem; Karar aşamasında koçların formasyonlarını iyi incelesinler, frekansları tutuyor mu ona da baksınlar, koçun uzmanlık alanı ihtiyaçları olan bir alan mı onu sorgulasınlar (çünkü koçluğun da içinde; yaşam koçluğu, kariyer koçluğu, kurumsal koçluk, öğrenci koçluğu, ebeveyn koçluğu, ilişki koçluğu, integral-bütünsel koçluk, spritüel koçluk vb. alt uzmanlık dalları var), koçluğun üniversal etik ilkeleri var, koçun bu etik ilkelere uyup uymadığını sorgulasınlar ve en nihayetinde de eğer karar verdikten sonra koçluk almaya başlamışlarsa bu süreçte kendilerinde bir ilerleme göremiyorlarsa koçlarını değiştirsinler.

Şu anda ülkemizde ve İstanbul’da bu hizmeti veren ciddi donanımlı ve deneyimli koçlar ve bünyesinde çok sayıda koç olan koçluk ajansları var. Böyle yerlerle kontak kurarak bilgi alsınlar en azından ve sonrasında kararlarını versinler. Bu alanda yapılacak şeyler de var ve ülkemizde de bunlar yeni yeni de olsa yapılmaya başlandı, yapılıyor. Bunlar neler dersek. Bir kere koçluk artık bir meslek olarak kabul edildi bu önemli bir gelişme, ikincisi bu alanda ciddi hizmet veren koçluk ajansları var, üçüncüsü akreditasyon önemli. Koçluk ve koçluk eğitimi almak isteyenler koçlarının ve eğitim kurumlarının akredite olup olmadığına baksınlar.

Hayatta önümüze çıkan engelleri aşmak için sürekli olarak çevresel yardımlara ihtiyaç duyarız, Nazmi Nalbant kendi sürecinde nasıl bir yol izledi, okurlarımız önlerine çıkan engelleri nasıl aşmalı, neler önerirsiniz?

Yaşam lineer değil maalesef ve kurgulanırken böyle kurgulanmış yüce-aşkın varlık tarafından. Böyle olması aslında daha doğru ve adil bana göre ve yaşam sadece bu hayatımızdan da ibaret değil diğer taraftan. Çünkü o zaman adalet bunun neresinde diye haklı olarak sorguluyoruz, sorguluyor insanoğlu. Çalışmadan, sabretmeden, irade göstermeden başarıya ulaşılamıyor. Bunu becerebilenler başarılı oluyor sadece yaşamda. Ve yaşam yolculuğumuz da iniş ve çıkışlarla dolu, meşakkatli bir yolculuk başka bir ifadeyle. Bunun merak ve öğrenme isteğiyle, gelişme, kendini bilme arzusuyla da yakından ilgisi var kanımca. Bunu talep edenler daha çok zorlanıyor daha çok sınavlardan geçiyor kendi yaşamlarında ve gelişme de ilerleme de böyle oluyor, bunun başka bir yolu da yok gördüğüm kadarıyla.

Yani lay lay lom la bu mükemmelliğe yolculuk yapılamıyor, yerinde sayılıyor veya yol kazaları olabiliyor yanlış seçimlerden ve ders çıkarmalardan dolayı. Ben bunu başta kendime, çevreme ve tarihe baktığımda böyle görüyorum, böyle okuyorum. Her talepte önümüze yeni sınavlar çıkıyor ve bu süreci yaşarken de hiç de kolay olmuyor ve çoğu zaman da ofluyoruz-pofluyoruz, isyan ediyoruz ama biraz düşündüğümüzde biz talep etmişiz bunu; onu görüyoruz. Tabi yaşadığımız olayı biz talep etmedik ama gelişmeyi biz talep ettik ve  sevmesek de ihtiyacımız olan önümüze geliyor, karşımıza çıkıyor. Ben böyle değerlendiriyorum şu andaki realitemle bunu.

Kendini bilme veya kişisel gelişim yolculuğumuzda ihtiyacımız olan şeyler bana göre; Sabır, irademizi geliştirmek, sezgilerimize önem vermek, kendi deneyimlerimizden ve bilgelerin deneyimlerinden yararlanmak, sorgulamak, araştırmak, akıl süzgecinden geçirdikten sonra karar vermek, her ne yapıyorsak aşk ve heyecan duyarak yapmak, hedefler koymak, merak ve öğrenme isteği, hoşgörülü olmak, empati yapmak, iletişim yeteneğimizi geliştirmek, mizah tarafımızı geliştirmek, iş-sağlık ve ailenin merkezine sevgiyi koymak hemen aklıma geliverenler. İnsan bunları ve de bunlara ilave edeceği kendince önemli gördüğü şeyleri geliştirdiğinde önüne çıkan engelleri en azından fazla yara-bere almadan aşar. Ayrıca burada engel diye söylediklerimizin de bizim gelişmemiz için önümüze çıkan fırsatlar olduğu gerçeğini de gözden kaçırmayalım.

Felsefe bu ülkenin en büyük eksikliğidir diye nitelendiriyorum. Sizin kitabınızın içinde felsefe akıp gitmiş, sizce felsefe gerekli midir? Gerekli ise hangi şart ve koşullarda insanlara sunulmalı?

Felsefe yapmak aslında bana göre düşünmektir. Felsefe insanın ve toplumların gelişmesi için olmazsa olmazlardan biridir. İnsanlık tarihi, uygarlık tarihi bir anlamda da felsefe tarihidir denilebilir. Kendi kültürümüze baktığımızda ne zaman ki felsefe tu kaka edilmiş islam  toplumlarında o zaman geriye gidiş, dogmalar, tabular dönemi  başlamış. Bizim tarihimizde bu alanda ibret alınacak çok şeyler vardır. Felsefe, aydınlanma yollarından biridir ama aydınlanmanın biricik tek yoludur da diyemeyiz çünkü aydınlanma, kendini bilme, kişisel gelişim, nirvana, samadhi, insanı kamil olma, abdal, Tao, aşkınlık adına ne dersek diyelim ki her kültürde farklı adları vardır; bu bilinç haline giden bir çok yol vardır. Son tahlilde şunu söyleyebilirim felsefe insan olmanın gereğidir. Kişi, felsefe tarihini incelemeli bu konuda bilgi sahibi olmalı ve sonunda da kendi felsefesini yapmalı diye düşünüyorum

Ve son olarak Nazmi Nalbant olarak çocuklar için yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı? Hedefleriniz ve kendinizden yaşama kattığınız değerler arasında bu konuda ne tarz bir düşünceniz var?

‘Gelecek çocuklardır!’

Ben yaklaşık 20 yıl karşılıksız hizmet veren bir sivil toplum kuruluşunda sade üyelikten başkanlığa kadar çeşitli kademelerde çalıştım, hizmet verdim. Bu süreçte çok güzel projelere imza attık, tabi ki arkadaşlarımla birlikte yaptık bunları. Bunlardan aklıma hemen geliveren, kendi başkanlık dönemimde daha düşük gelir düzeyinde olan bir bölgenin bir ilkokulunda çok amaçlı eğitim salonu, engelli çocukların katıldığı atletizm olimpiyatı, tekerlekli sandalyeler, bilgisayar sınıfı vb. hemen aklıma gelmeyen bir çok aktivite yaptık. Bu alanda fazla şey de söylemek istemiyorum, aslında hayır işlerinde, sosyal sorumluluk projelerinde yapılanların da çok öne çıkarılmasını doğru bulmuyorum. Yapılmalı ama “Sol elin verdiğini sağ el bilmemeli veya yapılan bir hayır vereni mağrur alanı mağdur etmemeli” anlayışıyla yapılmalı. Bireysel olarak, özellikle çocuklar için yaptıklarımı burada ifade etmek istemiyorum. Ama şunu da söylemeden geçmek istemiyorum, çocuklarımız bizim geleceğe bıraktığımız en değerli mirasımızdır ve ‘gelecek çocuklardır’ diyorum. Bu bakış açısıyla bizde emanet olarak duran maddi ve manevi sahip olduğumuz değerleri çocuklarımız için, tüm dünya çocukları için kullanmalıyız.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Ne diyebilirim ki ? Bu fırsatı verdiği için gönülden teşekkür ediyorum İndigo Ailesi’ne ve size de başarılar diliyorum bu yolculuğunuzda…


İndigo ailesi olarak başarılarınızın devamını diliyoruz…


Murat Tali
1971 yılında İstanbul’da doğdum. Doğduğum günden beri AŞK’ın ve sözcüklerin peşinde koşturmakta ve hayatın anlamını kendime anlatmaya çalışmaktayım. Okul yıllarında kopartılan sayfalara kazınan şiirler ve denemeler ile kendimi en iyi, yazarak ifade edebildiğimi ve anlatabildiğimi fark ettim...