İki semtin hikayesi: Kavaklıdere ve Ulus

İki ayrı semt, iki ayrı dünya. Her mahalle ayrı bir hikaye. Ben Allah’ın sevgili kuluymuşum, Kavaklıdere’de yaşıyorum. Seyyar simitçi, simidimi verdikten sonra, ‘Afiyet olsun yeğenim’ diyor.

Kavaklıdere

Lisans eğitimimi tamamladıktan sonra, bundan üç yıl önce, Ankara’nın Kavaklıdere semtine yerleştim. Bilenler bilir, Kavaklıdere öyle bir semttir ki, sanırım İstanbul Nişantaşı’na denk düşüyor. Burjuvazinin mekanı diyebiliriz ama proletere de sırt çevrilmemiş, ayrımcılık yok! Son dönemde çapulcu istilalarına sahne olan meşhur Tunalı Hilmi Caddesi burada; cadde boyunca barlar, butikler, sofistike kafeler ve elbette Kuğulu Park. (Yetinemediyseniz üzülmeyin; Kızılay buraya yürüyüş mesafesi.) Kavaklıdere; zenginlerin, çapulcuların, yaşam kaygısı olmayanların, emekli pilotların, unutulmuş ressamların, içi geçmiş aydınların, pipolu entelektüellerin diyarı.

Kimsenin ötekini yargılamadığı, yargılıyorsa da çaktırmadığı, kurtarılmış bir bölge…

Öyle ki, dilenciler bile oldukça nazik. Pastaneden aldığınız poğaçaların içi boş çıkmıyor. Esnaf güleç, semte yaraşır mizaç sergiliyor. Tiryakilere de duyurulur, burada tekel bayiiler evrim geçirmiş, olmuş sana tobacco shop!


Tunalı’da Milli Piyango satıcısı bir ağabey var, geçenlerde Beyaz Show’a çıktı, adamın gülüşü dillere destan. Dilerseniz kendisinden yılbaşı bileti alabilir, şanslıysanız onu birkaç saniyeliğine güldürebilirsiniz.

şlşi

Günün birçok saatinde alışveriş yapan travesti görmek mümkün… Suratı botokslu kadınlar, yıllara meydan okuyan etekli yaşlılar, gönlünde İstanbul olan ancak memleketinden henüz kopamamış genç kızlar… Belirtmeden geçemeyeceğim, kadınlar genizleri yakacak kadar parfüm kokuyor burada.

Semtin en ilginç özelliği; günün her dakikasında tasmalı köpek görebiliyorsunuz. Jambon ve dana sosisiyle beslenmiş bu köpekler başları dimdik yürüyor. Kavaklıdere’de yaşadıklarının farkında gibiler. Çevre konteynırlardan fırlayıp, oynaşmaya gelen sokak köpeklerine pas vermiyorlar. Mübarek, hepsi Paris Hilton’un köpeği.

Gördüğüm en büyük DNR, Kavaklıdere’ye bahşedilmiş. Tam beş katlı. Bu semt ahalisinin büyük ölçüde okur-yazar olduğunu belirtmeme gerek yok.

İşte Kavaklıdere, aşağı yukarı böyle bir semt…

Kavaklıdere’den bir otobüse bindiğinizde, trafik olmazsa yaklaşık yarım saat içerisinde Ulus semtine ulaşıyor ve bambaşka bir Ankara’yla karşılaşıyorsunuz.

Aldığım duyumlara göre Ulus’un kerhanesi meşhurmuş, hem de lojistik değil, seyyar kerhane. Öyle ki geçtiğimiz Mart ayında Uluslu vatandaşlar Hürriyet’e şöyle bir demeç vermişler:

“Bentderesi’ndeki genelevin kapanmasının ardından Ulus, fuhuş yuvasına döndü. Bakkal ya da kuruyemişçi kadar doğal davranan hayat kadınları alenen fuhuş pazarlığı yapıyor. Günde yüzlerce kişi yanlarına giderek pazarlık ediyor. Yanlarından geçen vatandaşlar rahatsız oluyor, Ulus’a gelen Ankaralılar çoluk çocuğuyla buradan geçmeye çekiniyor.”


Özellikle akşam saatlerinde bu habere inanmak; kafanızı kaldırdığınızda izne çıkmış erleri, elleri ceplerinde genç abazanları ve fuliş kazanovaları görmek işten bile değil.

Kaldırımlara itinayla saçılmış ve saçılmaya devam etmekte olan, ‘Travesti Şebnem’, ‘Travesti Alev’ ve nicelerinin kartvizitlerini görmeniz mümkün. Sizlere bir telefon kadar yakınlar. Hınzır ve fırlama çocuklar, bu kartvizitlerin pekala koleksiyonunu yapabilir.

Takdir edersiniz ki, Kavaklıdere’de mini eteğiyle fink atan kadınlara, Ulus’ta biraz tuhaf bakılıyor.

sonnnHele orada İtfaiye Meydanı var ki, esas fuhuş orada dönüyor. İkinci el eşyaların, kaçak telefonların, çalıntı deri ceketlerin ve birçok kelepirin satıldığı kocaman bir pazar burası. Çarşı son derece varoş; fakat esnafların egosu holding sahiplerinden daha büyük. Adeta paraya doymuşlar, ‘Sana satmazsam arkandakine satarım’ mantığından ödün vermeyen bir satış stratejisine sahipler.

Es kaza ikinci el bir buzdolabı beğendiyseniz, önce beyefendiyi arkadaşlarıyla çay içtiği ortamdan koparmanız lazım. (Eğer sezonunda gitmediyseniz satıcıyı bulamıyorsunuz, dükkan kendini bekliyor.) Ve koparabildiyseniz malı size insaflı satması için ikna etmeniz gerekmekte.

Ahı gitmiş vahı kalmış mobilyalara fahiş fiyatlar söyleniyor. Özellikle Eylül ayı öğrenci avlama sezonu olduğu için, pazarlık payı yok ve fiyatlar neredeyse sıfır ürünlerle aynı. Eğer beyefendiyi çay partisinden alıkoyup, malı da almazsanız azar işitmeniz çok doğal, hiç şaşırmayınız. Bu durumda yapabileceğiniz iki şey var: Ya başınızı eğip ‘Ben ettim sen etme ağabey’ diyeceksiniz, ya da ‘Ben Gökçek’in adamıyım, sizi bitiririm!’ diye palavra sıkacaksınız. (Dipnot: Netice değişmiyor.)

Bunları nereden mi biliyorum?

Üç yıl önce Ankara’ya yerleştiğimde tüm evimi İtfaiye Meydanı’ndan düzdüm. Azıcık daha para koysaydım Koçtaş’tan düzebilirdim. Çünkü söylediğim gibi, esas mevzu İtfaiye Meydanı’nda dönüyordu.

İki ayrı semt, iki ayrı dünya. Her mahalle ayrı bir hikaye. Ben Allah’ın sevgili kuluymuşum, Kavaklıdere’de yaşıyorum. Seyyar simitçi, simidimi verdikten sonra, ‘Afiyet olsun yeğenim’ diyor.


Eğer uslu çocuk olursanız, bir gün siz de Kavaklıdere’ye yerleşebilirsiniz. Lakin eğer uslu olmazsanız veya kirayı denkleştiremezseniz, bir bakmışsınız İtfaiye Meydanı’nın karşısındasınız.

Fanari’nin Bitmeyen Hikayesi: Fener Balat


İsmail Pişer
İzmir’de doğdum, Denizli ve Eskişehir’de büyüdüm, Mersin ve Ankara’da okudum, Konya’da ve birçok şehirde yıllarımı geçirdim. Belki biraz göçebe ruhlu olduğumdan, kendimi hiçbir vilayete ait hissetmedim. Hepinizin aşina olduğu o boşluk duygusu, bana yazma tutkusu olarak sirayet etti. Bolca öykü ve deneme yazdım. Yazmak para kazandırmıyor çoğu zaman ama akıl sağlığı için gerçekten hayati olabiliyor.