Yangın Var

Tam o sırada, sanki bir rüyada gibi, yüksek bir yerden, birden aşağıya düşmüş gibi bir şey hissetti! Bu bir rüya mıydı, gerçek mi?

Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadı, şaşkındı! Uzun süre de üstünden atamadı bu şaşkınlığı, kendini kaybetmiş gibiydi adeta…

yangin var-indigodergisi

Elindeki fotoğrafa bakıyordu; siyah beyaz, yıpranmış, dumanlı…
Bir elinde fotoğraf, diğer eli; kâh bir yumruk olup dizine vurur, kâh çenesini sıkar vaziyette; sıkılıyor, terliyor, kederleniyor, düşünüyordu…
Bir yangının görüntüsüydü bu, en önde yoğun bir ateş, harıl harıl; o kadar yoğundu ki, sanki başka hiçbir şey yoktu karede, ancak dikkatli bakıldığında, belli belirsiz başka şeyler seçilebiliyordu. Yoğun olmasına yoğundu da, buna rağmen yine de ısıtmıyordu, ısıtamıyordu; yakıyor, yok ediyor, korkutuyordu!.. Algıladığı ilk görüntüden, sürekli bir şeyler eksiliyor, alevler, her geçen dakika daha çok yerleşiyordu kareye, şımarık bir çocuk gibi, umursamadan, kızgın, kaşları çatık, büyüyor, büyüyordu…


Ani bir acıyla irkildi; az önce hiçbir şeyi yoktu hâlbuki, mutluydu, bahar bile gelecekti belki, papatyalar yeniden doğacaktı; ah! Ne güzel olurdu, ne güzel kokardı.. Elini kalbine doğru götürdü, eli giderken geride bir duman izi bırakıyordu sanki, yanıyor gibiydi eli; yoksa yüreği mi?! Anlayamadı…

Fotoğraf hâlâ elinde duruyordu, tekrar baktı… Yeni çekilmiş olduğu belliydi; aynı karede, zor da olsa seçebildiği kişilerden, kostümlerden, mekândan anlaşılıyordu; -günümüzde bir zaman, diyor, yine düşünüyordu… Acısı gittikçe artıyordu bu arada… Neresiydi burası? Neden bu kadar canını yakıyordu? Neden bir şeyler yapmak istiyordu? Beynini kemiriyordu sorular!..

İncelemeye devam etti…

Tam o sırada, sanki bir rüyada gibi, yüksek bir yerden, birden aşağıya düşmüş gibi bir şey hissetti! Bu bir rüya mıydı, gerçek mi? Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadı, şaşkındı! Uzun süre de üstünden atamadı bu şaşkınlığı, kendini kaybetmiş gibiydi adeta…

Toparlayabildiğinde, acısında hiçbir azalma olmadığını, tam tersine hızla artmaya devam ettiğini algıladı; gerçekte düşmemişti oysa, rüya gibi bir şeydi, o zaman neden artıyordu bu acı?

–Tüm bunlar gerçek mi? diyor ve dediğini sadece kendisi duyuyordu. Ani bir reflekske dönüp arkasına bakmaya, belki de kaçmaya çalıştı;

-Sanırım bir savaş, dedi. Yangın, duman, silahlar, polisler, insan grupları, makineler, kırık camlar, çığlık, gözyaşı… Evet, kesinlikle bir savaş olmalıydı, böyle bir manzaranın sebebi başka ne olabilirdi ki?! Çok korkmuş, tedirgin olmuştu; buna rağmen, yine de bir şeyler yapmak istiyordu; içinde, halen yaşamaya devam eden bir şeyler vardı ve inatla hareket ediyorlar, buradayız diyorlardı…

Gördüğü manzara karşısında, yaşananların ne olduğunu, bu insanların kim olduğunu öğrenme isteği yoğunlaşıyordu beyninde; öğrenmesi lazımdı… Konuşacakmış gibi yaklaşmaya çalışıyordu, sormak istiyordu, polislere, insan gruplarına… Elini uzattığı, dokunduğu herkes elini yakıyordu, herkes ateş gibiydi! Ve gürültü, büyük bir gürültü vardı, herkes feryat figan bir şeyler söylüyor, kimse onu duymuyor, duysa bile dinlemiyordu; iç içe girmişti her şey! Böyle bir durumda ne yapabilirdi ki? O da mı yanmalıydı, yangını mı söndürmeliydi? Her iki durumdan da oldukça fazla etkileneceği kesin gibiydi!.. Peki neyi, nasıl yapacaktı? Tek başına, bu kalabalığa nasıl etki edebilirdi ki? Ama bir dakika!.. Herşey bir fotoğraf karesinden ibaret değil miydi sadece, elinden fırlatıp, çekip gidemez miydi, neden böyle yapmıyordu?


Düşünmeye, kendince çözümler üretmeye çalışıyordu…

Eline tekrar baktığında fotoğrafı göremedi! İnanamadı önce; tekrar baktı, evet, yoktu! Az önce elinde değil miydi? Bütün acısı bu fotoğrafın ardından başlamamış mıydı? Elindeydi, yanıyordu! Peki şimdi neredeydi, nereye kayboldu bir anda? Yoksa başkasının elinde miydi? Sıkılmaya, terlemeye başladı, başında da bir ağrı başlamıştı ki ne zaman kendini bu kadar çaresiz hissetse aynı ağrıları yaşar ve şiddeti gittikçe artardı.

–İşte yine bir çaresizlik, dedi. Az önceki karmaşayı yine görmeye başlamasıyla, düşünceleri de yoğunlaşmaya başladı.

Herkes birbirinin üstüne geliyor, şiddet, gittikçe artıyordu… Kapana kıstırılmış gibiydi o da. Ne yapacağını bilmiyor, öylece olanları seyretmeye devam ediyordu. Bu arada, sanki birilerinin de onu izlediğini sandı, bir kuşku muydu bu sadece?! Kafasını kaldırıp yukarıya doğru baktı, ama dumandan pek bir şey görünmüyordu. Biri olmalı dedi, güçlü, kocaman; biri olmalı, durdurmalı!..

Son sözlerinin hemen ardından bir gölge belirdi karede, gittikçe büyümeye başladı ve bir süre sonra kendisi göründü. Yaklaşmaya devam ediyor, yaklaştıkça yüzü netleşiyordu… Bilge görünümlü, tertemiz yüzlü biriydi yaklaşan, sımsıcaktı; ilk gördüğü yangının tam tersine, sıcaklığı ısıtıyordu. Öyle kolları vardı ki, sanki bir açsa herkesi sarmalayacak; kocaman, tertemiz, yumuşacık… Bilgenin o sıcaklığı, hiçbir şey söylemeden bile etkisini göstermiş, parçalar birleşmeye başlamıştı sanki… Bir şey söyledi söyleyecek derken, kollarını her iki yöne açıp, tok, tatlı ve sımsıcak bir sesle, seslendi bilge…

Durun!

Herkes durdu! Siviller polislere, polisler sivillere, herkes birbirine baktı; ardından, aynı noktaya doğru hareketlenmeye başladılar…

Ve ekledi bilge; siz kardeşsiniz!

Bilge bunu dediğinde, herkes onun kollarının altına varmıştı bile. Sardı, sarmaladı, topladı hepsini, herkesin yarası, birden kapandı, öfkeli suratlar tebessüm etmeye başladı. Ve fotoğraf gittikçe renklenmeye, her şey netleşmeye başladı. Toz, duman ortadan kalkmış ve rengarenk olmuştu kare, tüm renkler iç içeydi.


O, hâlâ nerede olduğunu düşünüyor, bir yandan da nereden geldiğini anlayamadığı, elindeki papatyalara bakıyordu. Ve daha önce de, hiç papatya kokusu duymadığını, burnunu papatyalara doğru götürdüğünde anladı. Ya burnu tıkalı, ya da papatyalar aslında hiç kokmuyordu.


Cihan Yılmaz
İstanbul’da yaşar, İstanbul’u da ülkenin bütününü de çok sever. Ne güzel topraklardır bu topraklar; ne güzeldir bu topraklarda düşünmek, yazmak, çizmek, yaşamak; güzeldir elbet…