Cinnet Fabrikalarında Devrim Üreten Eller

Bu ülke, kirlenmiş çizmelerin, çelik burunlu ayakkabıların, terli alınları ve yağlı elleriyle; politikacı, asker, savcı ve öğretmenler yetiştiren şerefli işçilerin ülkesidir.

Cinnet-Fabrikalarında-Devrim-Üreten-Eller-indigodergisi

[quote]Bu yazı aynı zamanda, Cumhuriyetimizin sancılı doğumundan, günümüze uzanan süreçte Mustafa Kemal’in düşlediği Türkiye’nin, o’ndan sonra düştüğü derin karanlığın resmidir. Değinilen konular itibariyle dağınık, ancak ruhu itibariyle bir bütün olan yazımızda, sosyolojik, ekonomik ve siyasal incelemeler bir arada yer almaktadır.[/quote]

Genç cumhuriyetin ilk fabrikası, 1923 yılında, Uşak ilinde, milli teşebbüslerle kuruldu. Büyük lider Mustafa Kemal ve ekibi, teşvik ettikleri yatırımlarla ülkede büyük bir sanayi atağı başlattılar ve birbiri ardına kurulan fabrikalar Türkiye’nin büyük şahlanışında büyük rol aldılar. Bu fabrikalar sayesinde 1929-1938 yılları arasında ağır sanayi üretimi %152 artarken, toplam sanayi üretimi %80 artmıştı. Kömürde %100, kromda %600, diğer madenlerde %200 artış olurken, demir üretimi 0’dan 180.000 tona çıkmış, şeker üretimi 200 misli artmıştı. 1926’da başlayan şeker üretimi 1927-1930 arasında 5162 tondan 95.192 tona çıkmıştı. Tekstil sanayi, ülkenin tekstil ihtiyacının %80’ini karşılar duruma gelmişti. Tekstil ürünleri ithalatı 1927’de 51.000.000 Türk lirası iken bu rakam 1939’da 11.900.000 Türk lirasına düşmüştü. 1924-1929 yılları arasında pamuk ürünleri üretimi 70 tondan 3773 tona, yün 400 tondan 763 tona, ipek 2 tondan 31 tona çıkmıştı. Azimle, makûs tarihini yenmiş bir millet, harabeler üzerine yeni bir ülke inşa etti. Umuyorum ki, o fabrikaların işçileri, cumhuriyet tarihinin en talihli işçileridirler. Dilerim, ülkesinin bekası için azimle üretime sarılan eller, saygıyla sıkılmıştır.


izmir-iktisat-kongresiCumhuriyet’in kurulduğu yıllarda Türkiye’de işçi nüfusu sanayinin nispeten gelişmiş olduğu bölgelerde toplanmıştı. 1923 yılı ile ilgili tahmini verilere göre, İstanbul’da 35.500 İzmir’de 10.000, kömür ve maden ocaklarındaki faaliyetlerin yoğun olduğu Zonguldak ve Ereğli’de ise 15.000 işçi bulunmaktaydı. Ülke çapındaki toplam işçi sayısı ise 110.000 civarındaydı. (1) İşçilerin durumunu sendikal hak ve özgürlükler anlamında incelediğimizde, Türkiye’de daha önce Tatil-i Eşkâl Kanunu ile sınırları belirlenmiş bir ortamda varlığını sürdüren bir sendikal yaşam ve işçi kitlesi bulunmaktaydı. Fakat 1924 yılında yürürlüğe giren yeni Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) bu bağlamda işçilere dernek kurma, toplanma ve sendika kurma hakkı vererek nispeten daha demokratik bir ortam yaratmıştır.(2) Daha sonra yeni anayasayı izleyen yıllarda, 1925′e kadar işçi örgütlenmeleri anlamında hızlı bir gelişme gözlenmektedir. Hatta 1923 yılında İzmir’de toplanan 1. İktisat Kongresi’nde, çeşitli toplumsal kesimlerin yanında işçilerin de temsil edilmiş ve seslerini duyurmuş oldukları bilinmektedir. İzmir İktisat Kongresi bu açıdan Türk sendikalaşma tarihinde önemli bir ilerleme olarak kabul edilmektedir. Bu kongre sonunda çalışma şartlarının iyileştirmesiyle ilgili çeşitli yasaların çıkartılmasına, sendika hakkının geliştirilmesine, 1 Mayıs’ın İşçi Bayramı olarak kutlanmasına ve işçilerin kendilerine yakışmadığına inandığı “amele” kelimesi yerine “işçi” sözcüğünün kullanılmasına karar verilmiştir. (3) İşçi hareketleri, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve İzmir İktisat Kongresi’nden sonra bir dönem gelişme gösterse de, tek partili dönemde sendikal oluşumların yasaklanmasıyla birlikte, duraklama devrine girmiştir ve 1946 yılında cemiyet kurma yasağı kaldırılana kadar bu duraklama devam etmiştir.

nuri-demirag_181225İzmir İktisat Kongresi’nde, kapitalist üretim biçimi Osmanlı sonrası kurulan yeni devlet için, üretim modeli olarak kabul edildi. Bu bağlamda, milli mücadele döneminin ardından bütün bir ülke tek vücut olmuşçasına kalkınma mücadelesine girişti. “Avrupa’dan, Amerika’dan lisanslar alıp uçak yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla devam edilirse, demode şeylerle beyhude yere vakit geçirilecektir. Şu halde Avrupa ve Amerika’nın son sistem tayyarelerine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücuda getirilmelidir.” Diyerek, 1936 yılında ilk Türk uçak fabrikasını kuran ve ilk Türk uçaklarını üreten Mehmet Nuri Demirağ, bu ülkenin yetiştirdiği vatanperver varlık sahiplerinden biriydi. Siyasi iradenin desteği ile Nuri Bey gibi kudret sahiplerinin, vatanın geleceği için adanmışçasına gayret göstermeleri sayesinde, Türkiye Cumhuriyeti kısa zamanda büyük yollar kat etmiştir. Bu kutlu gaye ve yurt için, canı ve malıyla mücadele eden kahramanlarımızı, başta Mustafa Kemal ve yoldaşları olmak üzere, işvereninden, işçisine ve askerinden, siviline gönülden yâd ediyorum. Allah, bu topraklar için kendi nefsinden fedakârlık yapanlara ebedi varlık nasip etsin ki manen etti de… Yazık ki, Atatürk’ ün vefatının ardından izlenen siyasi politikalar ve devlet eliyle gerçekleştirilen her fiili girişim; örnek alınan kapitalist üretim biçimi çerçevesinde ülkemizi üreten değil de, tüketen ülke vasfına indirgemiştir. Siyasi iradenin ve milli politikaların zayıflaması neticesinde, Fransız ihtilal’ inden önce Avrupa’da görülen imtiyaz sahibi burjuvanın o dönemki misali, finans yoluyla sömürgeleştirilen Türkiye’ de var oldu. Bu bağlamda, şahsi menfaatleriyle varlık gösteren sanayiciler, faaliyetlerini ülkenin geleceğinden çok, kendi gelecekleri üzerine sürdürdüler. Böylece Türkiye, gün geçtikçe tüketim batağına hızla saplandı ve günümüzde de bu süreç maalesef devam etmektedir.

gecekondu50 ve 60’lı yıllara gelindiğinde, köyden kente göç ivme kazanmış, büyük şehirlerin nüfus yoğunluğu artmıştı. Dönemin kentleri büyük kitlelerin barınma ihtiyacını karşılamaktan yoksun olduğu için, kentlerin çevreleri daha sonra gecekondu olarak anılacak barakalarla doldu. Çeşitli kültürlere ait insanların bir araya gelerek şekillendirdiği gecekondu kültürü, birçok sosyolojik araştırmanın da konusu olmuştur. Mahalleler, hemşerilik çerçevesinde oluşumlarını tamamlarken; hemşerilik, sosyalleşme ve büyük şehirde ayakta kalabilmenin yegâne dayanağı olmuştu. Zaman içinde büyük bir soruna dönüşecek olan göç ve ona paralellik gösteren gecekondulaşma, İmar ve İskân Bakanlığı isimli bir bakanlığın kurulmasına ve ‘Gecekondu Yasası, Kamulaştırma Yasası’ gibi yasalara gereksinim duyulacak boyuta ulaştı. Gecekondu anomisini kontrol edemeyen devlet, daha sonra böyle bir sorun yokmuş gibi davranmaya başlamış ve ancak af yasaları çıkarmakla yetinmişti. İlerleyen yıllarda, günümüzde örneği görülen toplu konut politikalarıyla şehirler bir nebze gelişim göstermiştir. Anadolu’nun çeşitli kentlerinden göç ederek gelen insanlar, yıllar geçtikçe nitelikli iş gücünü oluşturmuş ve yaşam standartlarının düzelmesiyle daha çok şehir merkezlerinde yaşamaya başlamışlardır. Yine bahsi geçen yıllar da devletin çıkardığı af yasalarıyla, gayri resmi yaşamaya başladıkları arazilerin sahibi olan ve bu sayede ciddi kazançlar elde eden insanlar da oldu ve filmlere konu olan arazi mafyası da yine bu dönemde gelişen bir olgudur.  O yıllarda geniş ailelerin yaygın olduğu Anadolu toplum yapısı, şehirlerde çekirdek ailelere dönüşürken, bu dönüşümle birlikte toplum kültüründe de önemli değişimler yaşanmıştır. Günümüzde de yer yer varlıklarını sürdüren bu yapılar, özellikle 50 ve 60’lı yıllarda fabrika kültürünün oluşum sürecinde büyük öneme sahiptir. Anadolu coğrafyası, Osmanlı Devlet’inde de olduğu gibi, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, küresel güç sahiplerinin iştahını kabartan bir coğrafya oldu. Ağaç yaş iken eğilir mantığıyla olsa gerek, 60’lı yıllardan başlayarak, günümüze kadar süren bir dizi askeri darbeye, siyasi ve ekonomik krize maruz kalmıştır. Kalplerimizi kırıp, damarlarımızda ki kanı mahzun bırakan bu gelişmeler, tarihimizin hüzün dolu yıllarını kapsıyor. Tasviri gün gibi açıktır ki, dimdik ayakta duran Türk yurdu, başına vurularak ve sırtına ağır yükler yüklenerek, kambur bırakılmış, zayıflatılmıştır. Bahsettiğimiz yıllar arasında, işçi hareketleri siyasi ve toplumsal olayların gölgesinde olabildiğince devam etmiştir.

bilgitoplumuCinnet Fabrikalarında Devrim Üreten Eller

20’inci yüzyıl, toplumların dönüşüm süreci içinde ‘bilgi toplumu’ kavramının kullanıldığı, sanayi sonrası toplum olarak da isimlendirilen toplum biçiminin gelişim gösterdiği yüzyıldır. İletişim teknolojilerindeki gelişimi takip eden, bilgisayar destekli teknolojiler bilgiye erişimi hızlandırmış ve bu hıza paralel olarak toplumlar da sürece uyum sağlamış. Emeğin değil de, bilginin metalaştığı bu toplum modelinde, sanayi toplumunun aktif sektörü olan üretim sektörünün yerini, hizmet sektörü almıştır. Ülkemiz, sanayileşme çabalarının adeta kürtaj edildiği, gelişim süreçlerinin baltalandığı bir ülkedir. Son on yıl içerisinde çıkan: Tütün, haşhaş ve pancar benzeri tarım ürünlerinin ekimlerinin sınırlandırılması ve yasaklanması, siyasi erk üzerinde bahsettiğimiz baskıların sadece bir türüne örnektir. İmmanuel Wallerstein’ın dünya ülkelerini, gelişim düzeylerine göre merkez, çevre ve yarı çevre ülkeler olarak gruplandırdığı Dünya Sistemi Kuramı’nda Türkiye, yarı çevre ülkelerinden biridir. Bu kurama göre: Merkez ülkeler sanayisi gelişmiş, hammadde alan ve sanayi ürünü satan ülkelerdir. Çevre ülkeler ise; hammadde ihraç ederken, sanayi ürünü satın alan ülkelerdir. Son olarak ülkemizin de içinde bulunduğu grup yani yarı çevre ülkeler, ilk iki tip arasında sıkışıp kalan, yarı gelişmiş ülkelerdir. Bu bilgilere dayanarak, zaten sanayi gelişimini tamamlayamamış olan Türkiye toplumunun, bilgi toplumuna dönüşüm süreci de yoğun istismarların yaşandığı, sancılı bir dönemdir. Yazımızın ilk bölümlerinde, Cumhuriyetin gelişim sürecinde işçinin rolüne ve işçi hareketlerinin oluşumuna kısaca değindik. Bu kısa bölümde ise ülkemizin dünya küresel sistemi içerisindeki varlığından kısaca bahsettik. Bu bölümden itibaren, şimdiye kadar gözlemlediğimiz gerçekler doğrultusunda günümüz Türkiye’ sinde işçinin sosyal ve ekonomik konumunu inceleyeceğiz.


Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Araştırma Enstitüsü’nün asgari ücret üzerine Aralık 2004’te yaptığı araştırmaya göre: Türkiye’de, asgari ücret belirlenmesi ile ilgili ilk uygulama, 1969 yılında altı farklı bölgeye ayrılan 26 ilde yapıldı. Daha sonraki dönemde bu illerin sayısı artırıldı; 1973 yılında da bazı illerde tarım işçileri için asgari ücret uygulamasına gidildi. 1989 yılına dek ülke geneline yaygınlaştırılan bu uygulama sürdürüldü. Asgari ücret, 16 yaşını doldurmuş ve 16 yaşını doldurmamış işçiler için ayrı ayrı olmak üzere, tarım ve orman kesimi ile sanayi ve ticaret kesimi işçileri için sektörel düzeyde belirlendi. Bu tarihten sonra, her iki kesim için de tek bir asgari ücret belirlenmesine gidilmiştir.

Türk-İş Sendikası, çalışanların geçim koşullarını ortaya koymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat değişikliğinin aile bütçesine yansımalarını belirlemek amacıyla, her ay ‘açlık ve yoksulluk sınırı’ araştırması yapmaktadır. 2014 Mayıs ayı araştırmasının sonuçlarına göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) bin 157 lira 55 kuruştur. Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk sınırı) ise 3 bin 770 lira 52 kuruş oldu. 2014 yılının Temmuz ayı başında açıklanan ve Temmuz-Aralık ayları arasında geçerli olacak asgari ücret tutarı ise brüt: 1.134 TL ve net: 891 TL’dir.

FabrikaSevgili okuyucu, yukarıdaki bilgiler ışığında, bir fabrika hayal edin. Bu fabrikada, planlanan ve gerçekleşen üretimin dışında, planlanmadan gerçekleşen şeyler de vardır. İşçi, üretkenlikte niteliklerini aşar ve bilinç dışı üretim evresine geçerek kendini yeniler. Bu şu anlama geliyor: Mecbur bırakıldığı yaşam şartları dâhilinde, hayatta kalma mücadelesi veren, adeta karın tokluğuna çalışan işçiler, insan doğasında var olan uyum sağlama sürecinde, kendi toplumsal gerçekliklerini var ederek toplumsal hayata dâhil oluyorlar. Acıdır ki, mensubu olduğumuz toplum işçileri hakir ve işçiliği hor görmektedir. Halbuki gelir düzeyi nispeten daha iyi olan, memurlar ve beyaz yakalı işçiler de aynı sistemin içinde istismar edilen kesimlerdir. Bu durum, toplumsal algının komik bir dışa vurumudur aynı zamanda bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetinin de…  Toplumun göz ardı edilen işçi kesimi, aynı zamanda küresel politikaların dolaylı saldırılarına maruz kalmış, eğitim süreçleri boyunca, bilgi toplumu çağında bilgiden yoksun bırakılmışlardır ve çoğu eğitim sürecini tamamlayamamıştır. Eğitimlerini tamamlama fırsatı bulanlar, yöntem ve nitelik bakımından fakir olan, milli eğitim sistemi müfredatı içinde kanatsız uçmaya çalışan bir insan misali, iş dünyasında ve meslek yaşamlarında yarım ve eksik kalmışlardır.  Bütün bu haklardan tarihin her devrinde olduğu gibi, imtiyaz sahipleri faydalanabilmiştir ve az da olsa şanslı olanlar. Bu, güç ve kudret sahibi gençlerden oluşan bir ülkenin geleceğinin yok edilmesinin göz ve vicdanla görülen temsilidir. İçinde, üniversite mezunlarının da bulunduğu toplumun her düzeyinden insanını barındıran bu fabrika, aynı zamanda kanayan toplum vicdanının aynasıdır. Ne acıdır ki bu millet, on yıllardır bir Mustafa Kemal, bir kurtarıcı bekledi  ve önüne konulan ithal ve fikren melez Mustafa Kemal’ler ile oyalandı. Bu bekleyiş döneminde bir gerçek milletimizden gizlendi: Bu topraklarda 75 milyon Mustafa Kemal yaşamaktadır. Ancak geçmişimizde ve bugün, dünya dengesinde güç sahibi olanlar ve onların buyruğundaki siyasal erk, şahsi menfaatler doğrultusunda adeta bir av hayvanının içini boşaltır gibi, bu vatanın geleceği olan gençlerin, Mustafa Kemal’lerin içini boşaltmaktadır. Kapitalizmin yelpazesi olan popüler kültür, bir zehir gibi, zihinlere enjekte edilmektedir. Bununla beraber, basın-yayın organları kullanılarak bu süreç hızlandırılıyor. Bilinen ve göz ardı edilen gerçeklerin yazıldığı bu yazıda, kanayan bir vicdanın yansımalarını görebilirsiniz. Toplum tarafından bilinen, hatta bir kesim tarafından, özellikle üzeri örtülen gerçeklerin tekrarındaki tek sebep şudur ki: Çivi, tek çekiç darbesiyle çakılmaz. Gerçekler de vicdanlarımıza çakılan çivilerdir.

1mayısBugün, 1 Mayıs’larda meydanları dolduran işçiler vardır. Eline şeker verilmiş çocuklar gibi, alanlarda bir günün sevincini yaşarken göz ardı ettikleri bir şey var ki, görünürde hak arayan kuruluşlar esasen hak tüccarı oldular ve danışıklı dövüşte, iktidar sahipleri ya da imtiyaz sahipleriyle söz birliği yaparak işçiye bir kırbaç da onlar vuruyor. Toplumsal olaylarda işçilerin rollerini incelediğimiz de, en yakın örneğimiz şüphesiz gezi parkı olayları olacaktır. Gezi parkı olayları farklı kesimlerin, ortak çığlığıdır. Cinnet fabrikalarında gün gün üretilen devrimin, belki de ilk defa güneş gören yüzüdür. Gezi olayları, ebediyen yenilikten mahrum kalacaklarını ve sistemin çarkları arasında ezilmeye mahkûm olduklarını düşünen başta işçiler olmak üzere, toplumun birçok kesiminin biriktirdiği kızgınlık ve kırgınlıkların, cinnete dönüşen halidir. Hor görülen, başkalarına tanınan imtiyazlar kendilerine tanınmadığı için, mahkûm edildikleri yaşam biçiminde yapay yaşamlar sürdüren bu insanlar: Yorgun Cumhuriyetin gerçek sahipleri, bu toprakların öz evlatlarıdır. Kültürel, sosyal ve ekonomik olarak çok yönlü sömürülen bu toplum bünyesinde, siyasi gelişmelerin gölgesinde, gerilen bir yay gibi sessizce hareket eden bir dinamizm barındırıyor. Geçmişte ve bugün sinsice istismar edilen bu insanlar, görünürde fabrikalarda, tarlalarda, işletmelerde bir şeyler üretiyorlar. Maddeyi gören göz için, bir eldiven, bir otomobil, bir domatesten başka bir şey yoktur orada. Ancak ortada sağduyu ve akıl sahibi her insanın, sessizce gözlemlediği bir gerçek var: Bastırılmışlık ve sömürge kamçısı altında, üretime zorlanan bu eller, cinnet fabrikalarında devrim üreten ellerdir. Hazindir, siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere, sosyal yaşamın her bölümünde bu potansiyel dahi istismar ediliyor. Hak aradığını düşünürken bile, rant savaşında ne yazık ki piyon oluyor insanlarımız.

Bu, var olma savaşında, yaşadığı yurt gibi, geleceği gasp edilmiş bir Mustafa Kemal’ in ümit ve ümitsizlikle kaleme aldığı bir yazıdır. Umulur ki bir gün bu ülkede, bu haksızlık ve hainlik kumpanyası, hür vicdanların iradesinde yok olup gidecektir.

 


Kaynaklar


1)Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki işçi nüfusuna dair kesin istatistikî bilgiler olmadığı için, Mete Tunçay, Kemal Sülker ve M. Ş. Güzel ‘in değerlendirmeleri sonucu elde ettiği rakamlardır.
2)1924 Anayasası’nın 70. maddesine göre, kişi dokunulmazlığı, vicdan, düşünce, söz, yazı, gezi, sözleşme, çalışma, mülk edinme ve biriktirme, toplantı dernek, şirket kurma hak ve özgürlükleri Türk’lerin doğal haklarındandır.
3) Gündüz Ökçün, “İzmir İktisat Kongresi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt:4, İstanbul, İletişim Yayınları,
1983


Bahattin Yavuz
O, gaz lambasının sıska ışığıyla aydınlanan kitapların sihirli dünyasında bir seyyahtır. Ruh ırmağından arıttığı sözleri kağıda işleyen bir nakkaş ve kusursuzluk için ruhuna çekiç vuran bir heykeltıraştır.