Serçe Isırığı

En mahrem hislerin parmaklığıdır dişlerin; Nice söz vardır ki sancısı çoktur ve doğmadan, kelimeye dönmeden dişlerinde can verir.

serce-e1407748517241

Ey anlam gezgini! Haşmetli dağlar kadar gürbüz düşüncelerin ve cılız gülme arzusunun sahibi… Rüzgâr ve insanlar yanı başından geçip giderken, cehaletin bağrına vurulan bir gürz gibi zihninde çetin bir silah saklıyorsun. O öyle zehirli bir silahtır ki, ondan sızan zehir kalbine işledikçe sen düşünce deryasında kaybolup, esas varlığa yöneliyorsun. Bu yöneliş bir yok oluş mudur yahut yoklukta varlığı buluş mu? Kutsal emirle aniden gökte beliren bir ebabil gibi, sanki uzaklardan, çok uzaklardan kalbine serin bir ilhamın güneşi doğuyor ve sen düşünce girdabına yakalandığında dünya bir kitap oluveriyor. Sonra her köşeden, her cisimden bir şiir duyuyorsun. Bir lale, kaldırım kenarından sana sesleniyor:

Bu, bir sır; matem ve yas
Çarpılır birbirine gönül dağları
Bu, kalbin kıyameti yıkılır heves
Sorguya çekilir aşkın düşleri
Topraktan sıyrılır taze bir filiz
Solgun bedeninde gül kokan insan
Yıldızlar düşmedi, gök tek parça henüz
Çığlıklar harflerdir, çığlıklar lisan
Kalpler kanat açtı uzak illere
Sessiz ve şeksiz göç günü bugün
Manalar kavuşur esas kırlara
Uçsuz ve bucaksız, eşsiz bu düğün.


Zaman ömrüne bir kırbaç gibi vururken, bilincin çok ötesindesin. Etrafında her saniye bir kaos var. Karıncanın ayak seslerini duyabiliyor musun, ya kırlangıcın gagasındaki böceğin çığlığını? Karşıdan hızla gelen otomobil korna çalıyor; balkonda çamaşır asan kadın, çamaşırları her çırpışında çamaşırlar feryat ediyor. Sıcak yaz gününde kalpleri bile kavuran sıcak bir günde, baygın adımlar atıyorsun. Dizlerin, yürüdüğün yoldan sonunu diliyorlar. Kaldır gönül başını! Nereye gidiyorsun? Her nereye gidersen git, seni orada bekleyen sorular bulacaksın! Israrla tıka kulaklarını, sen ne kadar duymak istemesen de, her canlı kendi dilinde o duymak istemediğin soruyu tekrarlayacak:

[quote]Yâ aşk! Nerede saklanıyorsun?[/quote]

Artık kirlenmiş bilgilerin ve gerçeğin yerini almış yalanların ortasındasın; artık, yalanla yüzleşmiş ve gerçeği arayanlardansın! Öyleyse sor kendine, ruhuna sor o saçlara kar düşüren soruyu; ‘Neden?’ diye sor! Çünkü artık senin tek yoldaşın ruhundur.


Ve tel üstünden seslenir serçe:
“Gayret ki, gerçek arayanındır; çünkü bulanlar, arayanlardır. Ey gerçeğe susamış! Nedir seni mecnun edip rüyalara düşüren; sen ki renk renk resimler çizersin düş tuvaline. Gerçeğin rengiyle yalanın rengini senden daha iyi kim ayırabilir? Gönül fırçanı cesaretle değdir dünyanın renklerine, dalgınlık denilen mendebur bir uykudasın! Gör ki bu bitmez bir rüya değil…” Böyle dedikten sonra, sert bir hareketle havalandı. Kanatlarını açıp, minik ve şirin pençelerini bana doğrulttu ve gagasındaki zehirli gerçekleri savurarak üzerime hücum etti. Yaklaştıkça kendisi küçülüyor, ancak az önce gagasından çıkan her söz devleşiyordu. Belki de küçücük göğsü, benim bilmediğim bir gerçeğin verdiği cesaretle doluydu. Artık, sözlerle aydınlanmayan dalgınlığımın hakkından pek yaman bir serçe ısırığının geleceğini düşünmüş olmalı ki, zihnimde derin izler bırakan birkaç ısırığın ardından tekrar tekrar aynı şeyi haykırdı yüreğime: Uyan, uyan, uyan!.. Korkunun sarhoşluğuyla gözlerimi açtım ve bedenimde serçe ısırığı aradım, bulamayınca rahat bir nefes aldım, sonra etrafıma bakmaya başladım. Annem yatağımın kenarında duruyor ve serçenin söylediklerini tekrarlıyordu: Uyan, uyan, uyan!..

Şimdi vakit akşama yaklaşırken, zihnimde yeni yeni düşünceler peyda oluyor. Gözlerimi yeni güne açtığım andan bu yana, bedenim mel’un bir titremenin tacizine uğruyor. Birileri, bir yerlerde bir şeyler söyledi. Sonra o sözler çiçeklere, böceklere, kuşlara ve bütün dünyaya yayıldı. Sonunda o zehirli kelimeler bir tokat gibi benim kulağıma çalındı. Bu hem üryan, hem de sır. Evet, bu bir sır: En mahrem hislerin parmaklığıdır dişlerin: Nice söz vardır ki sancısı çoktur ve doğmadan, kelimeye dönmeden dişlerinde can verir. Bunu az önce anladım. Bedenin içindeki ruhu görmek için gönül aynasının karşısına geçtiğimde, dişlerimin arasında şu dizeleri yakaladım:

Gerçek, kainat dilidir 
Değişir durur kılığı
Kimi lale şiiridir
Kimi serçe ısırığı


Bu bir sır ey uyuyanlar
Fısıltı belki de çığlık
Arıyorum ey bulanlar
Nerede o gizli maşuk


Bahattin Yavuz
O, gaz lambasının sıska ışığıyla aydınlanan kitapların sihirli dünyasında bir seyyahtır. Ruh ırmağından arıttığı sözleri kağıda işleyen bir nakkaş ve kusursuzluk için ruhuna çekiç vuran bir heykeltıraştır.