Alma Verme Dengesi

Hepimizin hayatında suçlayacak ve eleştirecek onlarca kişi  binlerce yaşanmışlık ve deneyim vardır. Hep onların olan suçlar yüzünden acı çekeriz.

secimlerimiz

Oysa, bireysel temelde olgunluğa eriştikten sonra ne yaşanıyorsa buna izin veren biziz. Alma verme dengemizdeki bozukluk, kendini değersiz hissetme, kendini sevmeme, yeterli görmeme, onaylanma, kabul görme, duygularını ifade edememe ve kaybetme korkuları yüzünden her bir anımız işkence içinde geçmekte ve otomatiğe bağlamış acı duygularıyla bizi hoyratça harcamakta.

İşin enteresan yanı bu saydığım duygu hallerinden birine yakalanan diğer hepsini birden yaşıyor ve deneyimliyor. Karşısına çıkan herkes onun sırtında olan bu bir santimetre karelik siyah BEN’i görüyor ve oradan giriş yapıyor kişinin hayatına.


İnsanlar ne kadar hoyrat kullanıyorlar bizi değil mi? Biz ne kadar iyiyiz aslında onlara ve dünyaya karşı, sürekli insanları mutlu etmeye çalışırız. Onlar bizim bu yaptıklarımızı görmeyip bizi eleştirdiğinde, kişiliğimize yönelik espiri yaptığında, onlara feda ettiğimiz ömrü yok saydıklarında dudağımıza acı bir tebessüm doluşur ve kalbimizde trenler hızla yol almaya başlar. Dumanı boğucu, sarsıntı bizi karamsarlığa çeken, rayları bir anda umutsuz sesler çıkaran ve kulaklarımızı uğuldatan bu durum sadece bir an sürer ama biz bir ömrün muhasebesel dökümünü yaparız. Sonra ne olur, acı tebessümü yazıp anımıza hayata ve hizmete hiçbir şey olmamış gibi devam ederiz.

Kendimize ait doğrular itilaflıdır ve her an bozulmaya hazırdır. Sadece bir kişi yeter bunu bozmaya çünkü onu görür görmez kendimiz için yapmak istediğimiz şeyi unutup onu mutlu edecek konfigürasyonları oluşturmaya başlıyoruz. Sanki bütün bunları karşımızdaki insan istemiş gibi yapıyoruz bunu… Bizden talep edilmeden yapmış olduğumuz iyiliklerin bir müddet sonra görevimiz haline geldiği, yapmadığımız için eleştirildiğimiz ve bazen de hakaretlere uğradığımız bu durumlarda baskın olan tek şey, bizim aşırı derecede vermeye meyilli ve hizmet aşkı ile yanıp onay bekleyen değersizlik duygumuzdur.

Verdiklerimiz ve aldıklarımız ile ilgili en basit örneği çocuklar üzerinden giderek vereceğim. Onlara olan sevgimizi sorgulamaya gerek yok, kaynaklarımızı onlara olabilecek en iyisini verecek şekilde organize ediyoruz. Sevgi, ilgi, zaman, hediye, oyun ve onunla paylaştığımız yaşantımız. Bir an geliyor -ki kaç yaşında olduğunun hiç önemi yok- onun isteyip sizin yapmadığınız veyahut almadığınız bir şey yüzünden size vurmaya başlıyor, küsüyor, ağlıyor ve canınızı sıkacak ne varsa yapıyor.  Bu durumu ikili ilişkinize yerleştirip izleyince sizce hata kimde… Karşı tarafta değil mi? Çünkü bu kadar yaptığınız şeyi görmeyip bir çocuk gibi size eziyet çektiriyor, yok sayıyor, bırakıp gidiyor, aldatıyor, küsüyor belkide fiziksel şiddete başvuruyor.

Evet karşı taraf hatalı çünkü içinde bulunduğu cennetin farkında değil. Yasak meyveyi yemek o an için belki karşı taraf için belki sizin için doğru bir davranış gibi olmaya başlıyor. Sorunlara çare aradığınız kişilerinde sorunları olduğunu görmeden kendinizi atıyorsunuz ilaç cennetine, kitaplara, eğitimlere, kişisel gelişim seminerlerine bir bakıyorsunuz orada sizin gibi yüzlerce insan var hemen hemen hepsi aynı dertten oraya gelmiş. Bir müddet sonra dost olmaya başlıyorsunuz birileriyle fakat gözden kaçırıyorsunuz yine kendiniz ile birlikte hareket ediyorsunuz. Çünkü dost edindiğiniz kişi yine siz olmaktasınız. Bir teselliniz olsun, sizi gerçekten anlayan biri oluyor artık hayatınızda. Burada da alma verme dengesi kurulmadığı takdirde ya siz ya da karşınızdaki insan kullanılmaya başlıyor ve tekrar başa saran bir çözümsüzlük hikayesi ortaya çıkmaya başlıyor.


Savrulan hayatları, sosyal medyada, özlü sözlerde, dini ritüellerde toparlamaya çalıştıkça daha fazla dibe çekildiğinizi göremeden ömrün sonuna doğru yol almaya başlıyorsunuz. Kutsal bir dokunuş ile cennet hayali kuran bedeniniz sizi taşıyamaz hale geldikten sonra musalla taşına yattığınızda arkanızdan çiseleyen yaz yağmuru gibi gözyaşı dökenlerin çok iyiydi hakkımızı üç kere helal ediyoruza muhtaç kalıyorsunuz.

Uyandırma servisinin çocukluğumuzda başladığı bu oyunda gözden kaçırdığımız bütün detayların üzerinden geçip, kararsız kalan, üzülen, teslim olan, kabul görmek isteyen bütün sizleri sevip mutlu etmeniz gerekecek. Çünkü bu oyun sonsuza kadar devam edecek bir döngünün küçük bir bölümü, uyanış ile özgürlük başlayacaksa bunun ilk adımını yaşadığınız acıları görüp kabul ederek başlamalı. Hatırlayın, karşınıza çıkıp sizi mutsuz kılan herkes sizin uyanmanız için karşınıza çıkan kişilerden ibaret sadece. Çoğunlukla filmlerde denk geldiğimiz bazı sahneler vardır, hangi yaşta olursa olsun, horlanan ve dışlanan kişi sürekli olarak dalga geçilen ve gittikçe içine kapanan bir birey haline gelir. Toplumdan soyutlanır, kendisi gibi ezilen birini bulur ki bu genelde rengi ya da aile yaşam tarzı olarak kabul gören kriterlerden farklı olan kişiler olur. Bir müddet bu ezilmişliği ve dışlanmışlığı ile yaşayan karakterimiz günün birinde kendisini gösterme fırsatı yakalar, karşısındaki kişi bulunduğu çevrenin (okul, iş, mahalle, askeriye vb.) en güçlü kişisidir normal zamanda onu yenip geçmesi imkansızdır fakat o buna son vermek için ihtiyacı olan gücü içinde bulur ve rakibini alaşağı ederek kaybettiği, özgüveni, değer duygusunu ve kimliğini geri kazanır. Böylece yeni bir yaşam başlar onun için, en güzel kız ile çıkar, en popüler kimlik haline gelir ve başarıları artar.

Bu örnekle hayatınızın dönüm noktalarına baktığınızda kaybettiğiniz özgüvenin sebebi olan, anne, baba, öğretmen, kardeş, sevgili, arkadaş her birinin yüklendiği misyonu görüp onlarla olan alışverişinizi kesip karşılaşacağınız ilk duygu fırtınasında da eskiye dair olan ne varsa yıkarsanız, hayatınızın dönüşümünü gerçekleştirebilirsiniz…

Bütün bu yaşanmışlıklar arasında yaşanan duygu travmalarının oluşturduğu ve bedeninizde oluşan ağırlaştırılmış yükler sonrası bedenen, zihnen, ruhen her türlü yıkıma hazır hale geliyorsunuz. Dünya üzerinde yer alan hastalıkların büyük bir çoğunluğu bu süreçlerin bıraktığı izlerden kaynaklanıyor. Vakit erken mi geç mi düşünmeden kendi duygu durumlarınızın analizini yapıp doğum gününüzü kutlamanın vakti geldi aslında.


Yarın değil, bir saat sonra değil, az sonra değil, şimdi şu anda bu satırları okurken bu seçimi yapıp kendinizi mutlu kılın…


Murat Tali
1971 yılında İstanbul’da doğdum. Doğduğum günden beri AŞK’ın ve sözcüklerin peşinde koşturmakta ve hayatın anlamını kendime anlatmaya çalışmaktayım. Okul yıllarında kopartılan sayfalara kazınan şiirler ve denemeler ile kendimi en iyi, yazarak ifade edebildiğimi ve anlatabildiğimi fark ettim...