Her Şey Benim İçindi

O son an, en son an birden çıkageldi. Dört yönden sesleniyordu varlıkların sahibi “Ne bıraktın, en azından kendi türün için?” Ve insan, son nefesini verirken şöyle dedi: Her şey benim içindi…

Her Şey Benim İçindi

Seslerin, hareketlerin, kokuların ve umutların içine doğduk. Önce gördük, tanıdık; sonra öğrendik, anladık, bildik. Dünya’ nın merkezinden, milyarlarcamız geçti: Her birimiz merkeziydik Dünya’nın. Adımızı insan koydular, sonra bizi hayatın öznesi yaptılar. Biz vardık, biz aldık, yaptık, yıktık, biz, insanlar… Oysa bizden başkaları da vardı, ama hayır, biz vardık! Var oldukça, çoğaldık. Sayımız arttıkça yayıldık, ayrıldık. Ayrıldıkça yabancılaştık, yabancılaştıkça düşman olduk. İsimlerimiz, renklerimiz, dillerimiz ve inançlarımız başka başkaydı. Ancak hepimiz insandık ve insan gibi yaşadık, nasıl mı?

İnsan milattan önce, falanca günde, filanca saatte acıktığını hissetti. Taşı kokladı, kokmuyordu. Toprağı tattı, tatsızdı. Bulutları avucuna almaya çalıştı, bu yüzden yüksek kayalara tırmandı. Eğer uzanabilseydi bulutlara, bulutları da tadacaktı ki eğer tadabilseydi, bulutlar uzun süre doyurabilirdi insanı. Ancak ne kadar uzansa da, dokunamadı. Uzaklarda, çok uzaklarda bir mavilik gördü. İşte! Bulutlar yere inmişti, tekrar yükselmeden yakalamak istedi ve o maviliğe doğru koştu. Birden üzerine atladı ve içine düştü. Çırpınırken hem yuttu, hem de tutunacak bir şeyler aradı ve kıyıdan bir dal yakaladı, sonra kıyıya çıktı. Şaşkındı, açlığı dinmişti sanki ve az önceki korkunç tecrübeden dolayı çok yorulmuştu. Hala elinde tuttuğu dala dikkat etti ve etrafında onun renginde, ondan daha kalın şeyler gördü. Renk renk yapraklar çok şaşırtmıştı insanı. Hemen ağaca koştu ve kokladı, dokundu. Sertti ağaç, üzerindeki yuvarlak elmaları görünce onları merak etti. Yetişmeye çalıştı, yine yetişemedi. Çıkmaya çalışırken yere düştü ve yerdeki dal tekrar gözüne ilişti. Dalı aldı ve elmaya vurarak yere düşürdü. Kokladı, dokundu, küçük bir ısırık aldı. Tadını çok beğenmişti ve tam yemeye başlayacaktı ki hızla kendisine yaklaşan bir ses duydu. Korktu ve öylece kalakaldı, çalıların arasından başka bir insan koşarak çıktı ve ona yaklaştı, elmayı almak istedi. Ancak o, vermek istemiyordu. Kısa süreli itiş kakışın ardından, yerdeki dal üçüncü kez gözüne çarptı. Dalı aldı, karşısındakine vurdu ve olduğu yere yığılıp kaldı diğeri. Fırsatını bulmuşken ağaçtaki bütün elmaları yere düşürdü, yedi, yedi, yedi… Ama doymuştu ve hala bir çok elma vardı, yerde yatan diğer insana yaklaştı, birkaç elma verdi ona. Ancak o artık elma istemiyor, hiç hareket etmiyordu. Bütün elmaları onun önüne koydu ama o, kıpırdamadı. Ayaklarının bağı çözüldü ve olduğu yere yığıldı, gözlerinden bir şey akıyordu, ne olduğunu bilmediği, anlamadığı bir şey. Orada günlerce, kalan elmaları yiydoga-ve-insanerek bekledi ama diğeri yerden kalkmadı. Derken çalıların arasından yine bir ses ve bu defa bir ceylan orta yere çıkıverdi. Hemen canlandı insan, tekrar güldü yüzü. Kalan son elmayı ceylana uzattı, ceylan ürküp kaçtı. Ceylan kaçtı, o kovaladı. Bir ara elindeki elmayı ceylana fırlattı ve ceylan tökezleyip düştü. Zavallı hayvan yerden kalkmaya fırsat bulamamıştı ki insan üzerine çöktü. Ceylan can havliyle saldırmaya başladı, canını yaktı insanın ve insan da ceylanın canını aldı. Etrafına baktığında, başka başka insanları, başka başka hayvanların peşinde koşarken gördü. Kimi ganimet için kavga ediyor ve biri eline geçirdiği cismi diğerine fırlatıp canını alırken, kimisi hayvanlarla boğuşuyordu. Bazıları ağaçlara çıkmış elmaları koparıp yere atıyordu ve bazıları yan yana oturmuş, birbirlerine bilinmedik işaretler yaparak, karşılıklı homurdanıyorlardı.


Milattan sonra insan; ağaçları kesmiş, havayı ve suyu kirletmiş, hayvanları öldürüp, etlerine ve derilerine sahip olarak, nesillerini tüketmişti. Ormanların yerini betonlar almış ve insanların sayısı milyarları bulmuştu. İnsan yeni yeni şeyler öğrendikçe, her şey biraz daha eksilmiş ve yok olmuştu. Artık Dünya’ nın her bölgesi insanların istilası altındaydı ve diğer gezegenler de bundan nasiplerini aldılar. Her şey değişmişti, başlangıçtan bugüne kadar ne varsa değişime uğradı. Fakat başından beri değişmeyen bir şey vardı: İnsan öldürmeye ve yok etmeye doymadı, paylaşmayı bir türlü öğrenemedi. Dünya’nın tüm armağanlarını ayrıcalıksız ve farkındalıksız kabul ederken; hava, su, güneş, toprak ve rengarenk çiçeklerin büyüleyici kokularının arasında, bencilliği suladı ve büyüttü. Kainattaki tüm varlıklar birbirini anlıyordu, ancak insan kendi türüyle anlaşabiliyor ve kendi türü dışında ne varsa bencilce yok ediyordu. Hayat, başlangıçtan sona yaklaşıyordu.


Ve o son an, en son an birden çıkageldi. Dört yönden sesleniyordu varlıkların sahibi “Ne bıraktın, en azından kendi türün için?” Ve insan, son nefesini verirken şöyle dedi: Her şey benim içindi…



Bir insanın, dünyaya ve sevdiklerine bırakabileceği en değerli miras insanlıktır. – Bahattin Yavuz


Bahattin Yavuz
O, gaz lambasının sıska ışığıyla aydınlanan kitapların sihirli dünyasında bir seyyahtır. Ruh ırmağından arıttığı sözleri kağıda işleyen bir nakkaş ve kusursuzluk için ruhuna çekiç vuran bir heykeltıraştır.