Bir guguk devleti olma hikayesi

Guguk – hukuk diyaloglarının yapıldığı şu günlerde, artık guguk kuşu ile saz bülbülünün hikayesini yazmak farz oldu. Kaç kişi bilir zavallı saz bülbülünün acıklı hikayesini? Herkes payına düşeni alsın diye, işte size hayatın taa içinden bir hikaye…

aa_picture_20140726_2895189_high

Guguk kuşu üşengeçtir; kuluçkaya yatacağı zaman yuva yapmakla uğraşmaz, içinde yumurtaları olan hazır bir saz bülbülü yuvası arar. Kalleştir; yuvayı bulunca pusuya yatar. Barbardır; anne ve babanın ikisinin birden olmadığı anı kollar ve yuvadaki yumurtalardan birini aşağı atıp onun yerine kuluçkaya yatar. Üç kağıtçıdır, eli çabuktur; anne gelene kadar yumurtlar. Madrabazdır; aynı boy ve renkte yeni bir yumurta çıkarır, feriştahı gelse ayırt edemez. Yavrusunun da eli çabuktur; yeni yumurtanın kuluçka süresi diğerlerinden kısadır. Yavrusu da barbardır; üvey kardeşlerinden önce kabuğundan çıkar ve daha gözünü açamadan diğer yumurtaları aşağı atar. Bencildir; artık yuvada tek başına kalmıştır, annenin yavrularına bakma içgüdüsünden sonuna kadar yararlanacaktır. Olanlardan habersiz zavallı saz bülbülü kendi yavrusu zannettiği yavrularının katilini beslemeye başlar. Reklamı iyidir; saatini bile yaptırtmış evlerin salonlarında baş köşeyi süslemektedir. Riyakardır; saat başlarında sevimli sevimli öttükçe insanların sempatisini kazanır. Gerçekte şerefsizin tekidir.

Almanya

82 yıl önce Avrupa’nın göbeğindeki bir ülkenin bazı yönleriyle size de tanıdık gelecek guguk devletine dönüşme hikayesi 27 Şubat 1933’de Reischtag’da (Alman Parlamentosu) çıkan büyük bir yangınla başlar. Führer yangından komünistleri sorumlu tutar. Alman Yüksek Mahkemesi ise tutuklanan 5 komünistten 4’ünü serbest bırakma gafletinde bulunur. Führer yalancı konumuna düşürülmesine öfkelenir ve bundan “kara cübbeliler” diye hitap ettiği yargıçları sorumlu tutar. Alelacele çıkarılan bir yasa ile yetki derhal Yüksek Mahkeme’den alınır ve 4’ü meslekten yargıç, 5’i ise ordudan, partiden ve SS’lerden oluşan toplam 9 üyeli Özel Yetkili Halk Mahkemelerine devredilir. Bu mahkemeler 1936 yılında olağan mahkeme statüsüne geçerler.


hukuk
Nazi mahkemesinde yargıçlar duruşma öncesi yemin ederken. Roland Freisler (ortada)

Gelelim bu mahkemelerin özelliklerine; bu mahkemelerde duruşmalar gizli yapılırdı, ara sıra hafif cezalar verileceği zaman propaganda amaçlı yabancı gazeteciler duruşmalara çağrılırdı. Yargıçlar yakalarında “Gamalı Haç” rozeti taşırlar ve duruşma öncesi Nazi selamı vererek Führer’e bağlılık yemini ederlerdi. Bu faşizm öyle bir şeydir ki, kendine bağlılık yemini eden adamdan bile kuşku duydurur insana… Bu yüzden, her ne kadar bağlılık yemini etmiş olsalar da yargıçlar şeytana uyup yanlış karar vermesinler diye Rudolf Hess’e “Merhametsizlik Yetkisi” verilmişti. Bu yetki mahkemelerin verdiği cezayı az bulursa artırma yetkisi idi. Affetme veya azaltma yetkisi değil. Suçluyu affetmek ise bir tek Führer’e mahsustu. Adeta Tanrı gibi. Bu mahkemelerin kararları kesindi ve temyiz edilemezdi.


1937 yılına gelindiğinde yargıçlar da dahil olmak üzere siyasi bakımdan şüpheli bütün memurların işine son verildi. Tüm hukukçular Nasyonal Sosyalist Alman Hukukçular Birliği’ne girmeye mecbur edildi. Bu sistemin mimarı Adalet Bakanlığı Genel Sekreteri olan Roland Freisler isimli bir yargıçtı. Bu eşsiz hukuk adamı yargıçlara “benim yerimde Führer olsa nasıl karar verirdi?” diye düşünmelerini öğütledi. Öğüdü alan yargıçlar sanıkları duruşmalarda aşağılamaya ve hatta onlara küfürler etmeye başladılar. Bu mahkemeler muhalifler için hızla bir öç alma enstrümanı haline getirildi. 1943 yılına gelindiğinde yargıçlar Führer’in hep idam kararı vereceğini düşünmeye başladılar ve verilen idam kararlarının oranı %50’ye ulaştı.

Pazara sünnet pazartesiye mektep gibi idamlar verildikten birkaç saat sonra infaz ediliyordu. Bu sistemi kuran saygın hukukçu Freisler, 1945 Şubat’ında bir bombalama sırasında Berlin’de öldü ve aile mezarlığına defnedildi. Mezarına tükürmesinler diye taşına ismini yazmadılar. 1945 Ekim ayında bu mahkemeler kapatıldı. Alman Parlamentosu 1985’de çıkardığı bir yasayla bu mahkemelerin verdiği tüm kararların yasal sonuçlarının geçersiz olduğunu açıkladı.


19. yüzyılda yaşamış Yahudi asıllı Britanyalı bir politikacı olan Benjamin Disraeli “kendi geleceğimizi kendimiz hazırlarız, sonra da kader deriz” demiş ya; gün gelir Guguk’un teki olup çıkarsan demedi deme…

Türkiye’de hukuk ve adalet sistemi nereye gidiyor?


Taner Erim
1966 yılında İstanbul'da doğan yazar, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun olmuştur. Hava Kuvvetlerinin çeşitli birimlerinde hekim olarak görev yaptıktan sonra 2010 yılında emekli olmuştur. Halen özel sektörde kulak burun boğaz uzmanı ve bir yüksek öğretim kurumunda öğretim görevlisi olarak çalışmakta olan yazarın ilgi alanları siyasi tarih, sinema ve motosiklettir.