İşin İçine Okullular Girdi Böyle Oldu

Çok çok eskilere gidersek eğer insanlığın var oluşundan bugüne; babadan oğula, dededen toruna, ustadan çırağa derken bu günlere kadar ilerlemiş ve ilerlerken de değerlenmiş olan sanatların yaratıcı elleridir zanaatkarlar.

tekstil

Konuyla ilgili birkaç yazı ve birkaç araştırma sonrası anlıyordum ki; talep ve teknoloji doğrultusunda, çağın beklentilerine karşılık vermek için fabrikasyon ortamına geçiş kaçınılmaz olmuş. Başlangıç çizgisinden öteye gitmek ve büyümek için yol almış sektörler, kendi alanlarında büyük işlere atılan imzalar, pek çok zanaatin de sonu olmuş.

“İşin içine okullular girdi böyle oldu” diye bir cevap gelmiş, yıllar öncesinden bir zanaatkardan.


Konuyu anlayabilmek için, okuyup araştırmanın yanında sanırım sorup dinlemek de vardı.

Alaylı mı okullu mu?

Alaylı mı okullu mu? sorusunu sorup kaçmaktı niyetim ama düşündüğüm gibi olmadı. Konu konuyu açtı, ortaya dökülenleri toplamak inanın hiç kolay olmadı. Sayfalarca yazmak isterdim fakat olabildiğince sadeleştirmek, konunun özüne dönmem için şarttı.

30 yıla yakın süredir tekstil sektöründe alaylı olarak ilerleyişini sürdürmüş ve bu süre zarfında sektöre usta ve operatör kazandırmış ve pek çok mühendisin de çalışma süresi boyunca yetişmesine katkı sağlamış bir zanaatkar Şenel Gökçen.

Ustanın usta olduğu tüm marifetin makinenin altındaki ellerde olduğu, değer biçilemez dönemleri anlatmaya başladı bile…

Tekstil sektöründe vizyon geniş olmalı

Kapıdan girdiğimde 15 yaşındaydım. İlk etapta işin içine hemen dahil edilmeyecek kadar saygı duyuluyordu icra edilen mesleğe. “Emanet edilecek kadar becerikli ve azimli misin?” önce onun testinden geçiyordun, ondan sonra ufak ufak o çok kıymeti makinelerle iş yapabiliyordun. Molalarda her dakikayı öğrenmek için bir şeyleri keşfetmek için harcıyordum. Bu azim ve istek, bulunduğum sektörde adım adım ilerlememe ve öğrenmeme katkı sağladı.

İlerleyen dönemlerde sadece işi iyi bilmenin yetmediğini anladım, usta dediğin, yönetici dediğin insanın; estetik anlayışı olmalıydı. Özellikle tekstil sektöründe, ince düşünüp ince bakabilmeli, vizyonu geniş olmalıydı, sayılarla iyi geçinmeli, analiz yapabilmeli, fikir üretmeli, yeni yollar keşfetmeliydi. Kriz anında işin devamlılığını sağlayabilmeli, sorumluluk almalı, motive edebilmeliydi ve aynı zamanda sektörle ilgili her türlü gelişmeyi takip edebilmeliydi. Bu tür gelişmeleri araştırıp, kafa yorduğumuz dönemlerde, sektörün eğitim alanında verdiği mezunlar kapımızı çalmaya başlamıştı.


1990-1992 yıllarıydı, okullu arkadaşlarla beraber çalışmaya başladık. İlk dönemlerde ufak tefek sıkıntılar olsa da kısa süre içinde beraber çalışmanın faydalı olacağını fark ettik. Çünkü bu bir takım çalışmasıydı; zamana ayak uydurmak gerekiyordu. Yapılan AR-GE çalışmaları ile paylaşılan teknik ve bilimsel bilgiler doğrultusunda sistem sistemin içinde ilerledi, fabrikasyon ortamına geçildi, üretilen ürünler işlem bölümlerine ayrıldı ve her bir bölüm kendi içinde ustalaştı. Bu durum hızlı bir ilerleyişi sağlarken gerçek anlamda bir ustanın yetişmesi için olanakları ve zamanı kısıtlamış oldu. Fabrikasyon ortamında üretim yapan, sanayileşen her sektör aynı süreçten geçti ve bir elin parmağını geçmeyecek kadar zanaatkar kaldı. Birçoğu kendi imkanlarıyla sanatlarını icra etmeye çalışıyor.

Ve böylece seneler öncesinden gelen sesin ne demek istediği de ortaya çıkmış oldu…

Bu gelişmeler sonrası bir çırpıda anlatılan fabrikasyon ortamına geçişin Anadolu tarafındaki adımları nasıl olmuştu?

tekstilSöyleşinin bu noktasında APS Giyim A.Ş. İnsan Kaynakları Müdürü Mustafa Yetkin süreçten bahsediyor:

Aylarca iş başvurusu toplamak, başvurulardaki bilgi beceri deneyim potansiyelini görmek ve sonrasında mevcut kadrosunu oluşturabilmek için öğrenim ve yetişim sürecini hızla ilerletmek ve bu arada insanların güvenini kazanmak; firma ve yapılacak olan işle ilgili bilgiler aktarmak, bir an evvel üretim sahasına geçebilmek, Anadolu’da yavaş ilerledi. Çünkü sanayisi gelişmemiş bir yörede insan kaynağı bulmak ve mevcut arayışı çeşitlendirmek gerçekten zor.

Mustafa Yetkin: Kaybettiğiniz Anadolu zanatkarının yerine her zaman daha iyisi gelmiyor

10 yılda 1812 kişi önce yetiştirilmiş ve sonra da çeşitli sebeplerden (emeklilik, askerlik, doğum da dahil) dolayı kaybedilmiş. Anadolu insanının sirkülasyonu çok fazla ve kaybettiğinin yerine her zaman daha iyisi gelmiyor, gelemiyor ve süreç hep öğretmekle ve yenilenmekle geçiyor.

Şenel Bey de katılıyor bu düşüncelere; İnsanlar kolay kaybediliyor fakat zor kazanılıyor ve bizim sektörde insan gücü her şey demektir diyerek bitiriyoruz söyleşiyi.


Tecrübe ve bilgilerini bizlerle paylaşan iki değerli büyüğüme söyleşi için teşekkür ediyorum. Emeğe ve emekçiye saygı duyulması dileğiyle…


Nihal Çalışkan
1980 Nisan doğumlu. Kendini ve hayatı keşif sürecinde, hayatına giren her bir ruhta kendini buluyor. Dünün dünde kaldığını hatırlatıyor bazen kendine, bugünü, anı yaşamanın keyfini sürmek en büyük derdi. Bilinmeyen on yüz bin ihtimalli yarına umutla ve keyifle ve neşeyle ve merakla gözlerini dikmiş durumda. Bilinmeyeni öğrenmek, görünmeyeni görmek, duyulmayanı duymak çabasında. Farkındalıklarını artırıyor ve şifa ve şefkat ile bazen hırçın, bazen deli dolu, bazen sakin, bazen çocuk gibi bazen çok keyifli ve bazen de uzun uzun susarak sadece sevmeyi bilen kalbi ile yaşıyor…