Muhalefet Meselesi

Bir muhalefet kültürümüz yok maalesef. İktidar olma hevesi olan bir siyasi partimiz yok. O heyecan yok. Halk, aynı siyasi oluşumu görmekten bıkmış. Yine mi başarısızlık? Yine mi kayıp? Seçimi kaybettiysen eğer, ülkeni seviyorsan çek git!

Medyasuskun

Bir İrlandalı, sefalet ve açlıktan kurtulmak için yelkenlisine biner, ailesini de alır yanına, Atlantik’i kürekle geçer, New York limanına gelince sorar: Burada bir hükümet var mı? Cevap: Evet var. O zaman ben Muhalifim der.

Sevgili okuyucular, ben seçmenimizi iki gruba ayırırım; kim gelirse gelsin onu destekleme eğiliminde olanlar ve siyasi partileri zaman zaman değiştirerek tercih eden ama iktidara gelene çabuk muhalefet etme dürtüsü gösterebilecek diğer grup. Bu iki gruba nur topu gibi yeni bir üye eklendi. İktidarı destekleme eğilimi olmasa da destekleyecek alternatif bulamayan ve desteklediği alternatiften bıkanlar.

Muhalif Olmak

Muhalefet meselesi. Ne önemli bir konu. Öncelikle muhalif olmak ile muhalefet etmeyi ayırmak istiyorum. Bu ki yazının ana teması olsun. Yukarıdaki anekdot gibi muhalif olmak bazılarımızın ruhunda var. Benim de. Muhalif olmak güzel şey. Deney (The Experiment) filmini izleyenleriniz vardır. Uyarlama olan bu film gibi gerçekte yapılmış pek çok deney mevcut. Güç meselesi. Sermaye, silah, töre, kanun, din ne fark eder? Nereden gelirse gelsin elinde güç bulunduran insan, bu gücü kullanma ve hükmetme arzusu ile yanar tutuşur. Gücün dozu yükseldikçe kullanım dozu da yükselir. İlla ki aklınıza şiddet, öfke gelmesin. Örneğin adam kayırma (nepotizm), örneğin eğitimi düzenleme. Gibi gibi gibi pek çok örnekle gücü elinde bulunduran, gücü devam ettirebileceği ve devredebileceği bir çark kurmaya çalışır.


Tarihten örnek alalım; kanlı diktatörlerin katliamlarının sebebi kuvvetler birliği değil midir? Peygamberlere bakın; dinini henüz yaymaya çalışırkenki savunmasız halleri ile kabul gördükten sonraki kuvvetli halleri arasında pek çok uygulama farkı görebilirsiniz. Bu sebepten otoriteye ve gücü elinde bulundurana muhalif olmak, kantarın topuzunun kaçmaması için önemlidir. Senin isteklerinin göz ardı edilmemesi için önemlidir. Şimdi soruyorum: Bu ülkede tek adamlıkla suçlanan kişiden Atatürk’ün kurucusu olduğu partiye kadar demokrasi neden var? Demokrasi muhalifler olduğu için var. Demokrasi yandaş olanlar ile değil muhalifler ile var. Muhalifler olduğu için demokrasi var. Burada söz konusu olan basit anlamıyla muhalif olma dürtüsüdür. Nedir ki bu dürtü sadece farklı görüşte olduğun gruba değil, bilakis, bir o kadar da aynı fikirde olduğun gruba bir muhalefet dürtüsüdür. ‘Sen her istediğini yapamazsın, her şey senin istediğin şekilde olmaz…’ gibi ben de varım demek, bu dürtü gereğidir. “Sana ne be adam” diyebilmek… Muhalif olmak salt karşı gelmek değil, özünde bu kararın içinde ben neden yokum ya da ben de varım, benim, BEN! demektir.

Birey Olmak Ne Güzide Bir Şey

Birey olmak ne güzide bir şey. Birey olmak, demokrasi  ile mümkün. Aynı fikirlere, yaşantı biçimine, anlayışa, geleneklere sahip ol ya da ayrı… Bulunduğun örgütün içinde ben de varım diyebiliyor musun? Fikrini söyleye biliyor musun? Öneri getirebiliyor musun? Kendini özgür hissediyor musun? Bir önerin var ise sen de muhalifsin demektir.

İşletme biliminin incelediği bir konu var; piyasalar. En kıyı köşe üniversitede işletmeye giriş dersi almış kişi piyasa çeşitlerini bilir. Rekabetçi piyasalar önerilir. Monopol ve oligopol dediğimiz piyasa türleri ile üretim ve satış hacminin tek el ya da az elde toplanması önerilmez ve görece adil olmayan, tehlikeli olan olarak görülür. Bu konuyu resmin bütününe yayarsak, idarenin tek elde toplanmasını gayet tabii tehlikeli görmeliyiz. Muhalif dediğimiz  oluşumlar, aynı zamanda adaletin, özgürlüğün, demokrasinin geleceğe çekilmiş poliçesidir.

Türkiye’de Muhalefet

Eğer bir yarışta, birisi birinci ise onun en büyük rakibi hemen arkasından gelen ikinci ve üçüncülerdir. Yarışın hızını, varsa rekoru, tempoyu belirleyen de bu takipçilerdir. Ancak ben, bir takipçi düşünmem ki bu yarışta ikinci olsam bana yeter desin.

Bizde muhalefet, seçmen gibi iki şekilde oluşmuş. Ya ille de karşı gelmek üzerine kurgular ya da parlamentoda kalmasına yetecek kadar uyumlu davranır. Bir muhalefet kültürümüz maalesef ki yok. İktidar olma hevesi olan bir siyasi partimiz yok. O heyecan yok. Halkın muhalif dürtüsünü, mecliste muhalefete dönüştürecek bir organizasyon yok. Cumhurbaşkanı’na bakıp 15 yıl önceki heyecanıyla meydanlarda olduğunu görmek, ister istemez neden Cumhurbaşkanı’nın o olduğu sorusunu yersiz bırakıyor.

Türkiye’de sağ ve sol görüşünde içinde kendini bulabildiği iki büyük muhalefet partisi; tabanıyla, örgütüyle uzun yıllardır siyasette. Halk artık onları görmekten bıkmış. Yine mi başarısızlık? Yine mi kayıp? Bir önceki seçimin üstüne 100 bin fazla oy aldı diye bu seçimi başarılı geçirdik diyen bir parti olur mu ya? Böyle bir muhalefet anlayışı olur mu? Seçimi kaybettiysen eğer, ülkeni seviyorsan çek git! Bırak başka yüzler gelsin, belki onlar sevilir. Ya da partiyi kapat, örgütü değiştir. Sen bir koltuğun değil, idealin peşindeysen, bırak idealin farklı oluşumlarla yaşasın, arkandan gelenleri de yorma artık!..

Devrimci Uyuşukluk

Bugün iki büyük muhalefet partisi, Cumhuriyet Devrimi ve kazanımları ile sorun yaşamayan ve iktidarın aksine bunlar ile çatışmayan yapıdadır. Ancak bizim muhalefetimizin sorunu kendi ile çatışıyor olmasıdır. İki büyük muhalefet partisi de kurucu ruhlarından uzaklaşmış, kendi kurucu felsefeleri ve muhalif ruhlarını kaybetmiştir. Bir tabu olarak Atatürk devrimlerini savunmanın muhalefet partisi olarak yeterli bir vazife olduğunu düşünüyorlar. Oysa ki bu vaziyet, Atatürkçülüğe en aykırı eğimdir.


Atatürk kendisi, Türk toplumunu yüzyıllarca geride tutan tabulara karşı çıkmış; o tabuları, o yasakları yıkmış olan gerçek bir devrimciydi. Bizim muhalefet partilerimiz, ülkemizin esas tutucu kadrolarıdır. Cumhuriyet’in kuruluşuna tanıklık etmiş ve o tanıklık edenlerce eğitilmiş üyeleri barındıran iki yaşlı partiden bahsediyoruz. Her devrimci kadro, belirli bir düzene veya rejime karşı çıkar. Eğer başarılı olursa, o rejimi veya düzeni yıkar ya da temelden değiştirir; yerine yeni bir düzen kurar. Fakat bundan sonra o devrimci kadro kendi kurduğu düzenin tutucusu durumuna gelir. Onun için gerçek devrimciler zaman zaman, çevrelerindeki kadroyu silkelemek zorunda kalmışlardır. Atatürk de bunu yapmıştır. Kendi hayal güçleri tükendiğinde devrimciliği sönen kişiler ile Atatürk’ü bir tutmamalıyız. Onun devrimciliği asla bitmeyen bir yoldur, bir sonu yoktur. Bu sebepten Atatürk devrimcisi olamayan bugünkü partiler, kendi devrimlerini noktalamış, kendilerine muhalif yetiştiremeyen ve var olan düzenin şiddetle tutucusu olan ve asla iktidara geldiklerinde var olan adaletsiz düzeni kökten değiştirme eğilimi olmayan; zaten bunu da söylemeyen, haliyle sığ kalan, çırpınan, kendini anlatamayan… Eğer bu partilerin içinde gerçek, Atatürk Cumhuriyetçisi kaldıysa, etrafındaki kadroları silkelemeli ve yeni atılımlar yapmalıdır.

[pullquote_right]Sadece esnafla çay içmekle iktidar olamazlar.[/pullquote_right]

Çay Muhalefeti

Milliyetçi seçmenin oyunu temsil eden parti, gençlik teşkilatı dinamizminin en çok işlendiği ülkü ocaklarını kapayıp çay ocağı yaptı. Gazi Paşa’nın kurucusu olduğu parti de gençlik kollarıyla gitmiş bir evde çay içiyor. Diğer tarafta dönemin Başbakanı günde beş miting yapıyor. Muhalefet, iktidardan daha çok dinamizm gerektirir. Çünkü sen, ikincisin ve önünde belli bir çıta var. Daha çok koşmalısın, daha çok yorulmalısın. Bizimkiler iki mahalle öteye gidiyor orada da hemen oturup çay içiyor. Bu halk sende neyin çaresini görecek? Neyin umudusun sen? Siz?

Kitleleri arkandan sürükleyemiyorsan devleti nasıl arkandan sürükleyeceksin? Muhalefet partilerinin lidere, dinamikliğe, adanmışlığa, amaca ihtiyacı var. Ben iki büyük muhalefet partisine baktıkça sadece bir koltuk sevdası görüyorum artık. Parlemento ve yerel yönetimlerde bulunmanın gücünü istemekten başka en ufak bir istekleri olduğu imajını son iki seçimdir bana veremiyorlar. Ya size?

Muhalefet, kendine Muhalif yetiştirmelidir!

Başka bir gırgır hadise de muhalefet partilerimiz kendine muhalefet olsun istemez. Parti içi demokrasi oturmamıştır. Bakınız bazı kritik süreçlerde pek çok partili, partilerinde söz hakkı bulamamaktan şikayetçi. Hem de bunların içinde gözünü o partide açanlardan, koca anayasa profesörlerine kadar ilginç örnekler var. Kendi içinde “muhalif” yetiştirmeyen bir parti demokrasi getiremez. Üstelik bugün tartışılan konulara bakınca, Türkiye bir varlık yokluk kaygısında. Örneğin; 1998 tarihinde “Kur çıpası uygulansın mı uygulanmasın mı?” sorusu, bir ekopolitik meselesidir. Bugün biz, bölünme diyoruz, sattın diyoruz, kriz diyoruz, yokluk diyoruz. Bu ortamda Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılıyor. İki muhalefet partisinin delegelerinin yarısı, adayı bizimle aynı anda öğreniyor. Bir parti lideri çıkıp diyor ki “Kumar oynadım” Yahu siz bizden kur çıpasına çare oyu istemiyorsunuz,; Vatan, millet, Sakarya oyu istiyorsunuz. Bu ortamda sen nasıl kumar oynarsın? İktidarı “ülkeyi pazarlık masasına yatırıyor” diye taşlıyorken iki koca parti çıktı, ülkeyi kumar masasına yatırdı. Sonra da adamcağızı yalnız bıraktılar. Şimdi siz çare misiniz yani? 70 tane iletişim – algı yönetimi uzmanıyla çalışan bir iktidar partisinin karşısında hala bir bozkurt bir de 6 oklu el broşürü ile hangi savaşı kazanmayı bekliyorsunuz?

Sonuç

Türkiye dış politikasından, ekonomisine, milli değerlerinden milli varlıklarına pek çok konuda kötü yönetilmektedir. Kadrolaşma tahammül sınırlarını aşmıştır. Halk, bir algı kontrolü ekibi ve ele geçirilmiş bir medya ile karşı karşıya.

Etrafındakilerin hepsini vurup son kurşunu kendine sıkacakmış gibi duran bir iktidar var karşımızda. Dokunan yanıyor, ondan olmayan yanıyor, söyleyecek sözü olan yanıyor, bilim konuşan yanıyor, sanat konuşan yanıyor, hak arayan yanıyor, ‘muhalif’ olan yanıyor.

Suni bir likidite ve borçlanmayla şişen ekonomide halka daha fazla borçlanma imkanı verilmiş, orta vadeli sanal bir ekonomik refah yaratılmıştır. Bu sanal ekonomik ortamın da ağ bağlantısı kopmak üzere. Bunu ekonomi her halinden belli ediyor. Teğet geçti denen krizlerde halkımızın yüzde kırkı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Kriz eşiğimizi o kadar yükselttiler ki iki kişiden biri açlık sınırına gelene kadar krizde değiliz. Kendi topraklarımızda terörist yetiştiriyoruz. Müslümanların ölmesi için silah ihraç ediyoruz. Yahu ortama bakınız; Aktütün Karakolu basıldı, 15 şehit verdik, cenazelerin defnedildiği gün iktidar partisinin bir milletvekili oğluna stadyumda sünnet düğünü yaptı, ulaştırma bakanı kirve oldu, pasta kestiler…

Siz, “muhalifiz” diyemezsiniz!

Böyle bir ortamda aynı taktikleri yaparak farklı sonuçlar bekleyen iki muhalefet partisi, ancak bu kadar başarısız olabilirlerdi. Muhalif demek istemiyorum. Muhalefet yapıyorlar. Bu dönemde iktidar güç kazanmaya devam ediyorsa bunun sebeplerinden biri muhalefettir.


Gerçek muhalifler ise parti gözetmeksizin daha fazla uğraşmaya devam ediyor. Gezi Parkı hareketi ortada, gazetecilerin çektikleri ortada. Muhalefete rağmen muhalif olmaya gayret eden bir halk var. İktidar partisi siyaset yapıyor, muhalefet ise vatanın elden gittiğini iddia ediyor. Bu demek oluyor ki daha da sorumsuzlar. Çalınmadık kapı bırakmadan, gece gündüz sokaklarda geçirmeden, gerekirse ücretsiz gazete dağıtmadan, gerekiyorsa aranızda para toplayıp televizyon satın almadan… Yarının son gün olduğu düşünüp bugün elinizden geleni yapmadan siz “muhalifiz” diyemezsiniz. Siz muhalefetsiniz sadece. Bu gidiş ile öyle kalacaksınız. En çok üzdükleri ise onlara oy vermeyen değil oy verenlerdir. Az buçuk artan oyları hiç önemsememeliler çünkü bilsinler ki aldıkları oylar “işte benim hükümetim” diye değil “denize düşen yılana sarılır” oylarıdır.


 

Umur Çalıkoğlu
İşletme bilim dalında lisans, Eğitim Bilimleri ana bilim dalında yüksek lisans eğitimi aldı. Romanya'da sinerji iletişimi ve takım çalışması, Almanya'da ve İrlanda'da kariyer ve yetenek yönetimi konularında araştırmalar yaptı. İki adet AB projesinde kolaylaştırıcı olarak görev aldı. Türkiye Etik Değerler Merkezi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi. Bu kapsamda çeşitli üniversitelerde etik üzerine konferanslar verdi. Firmalarda ve iş profesyonellerinde etik bilincinin arttırılmasına yönelik uygulama ve seminerler geliştirdi. Çeşitli eğitim ve danışmanlık firmalarında proje müdürü olarak, İstanbul'da iki farklı vakıf üniversitesinde Kariyer Uzmanı ve Kariyer Ofisi Sorumlusu olarak görev aldı. Görev yaptığı üniversitelerde kalite komisyonu ve topluma katkı komisyonlarında yer aldı. İstanbul İşletme Enstitüsünde Liderlik ve Eğiticinin Eğitimi eğitimleri veriyor. Çeşitli kurumlarda da motivasyon, markalama, kurumsal iletişim, etik, kurumsal dizayn, satışta bütünlük sistemleri gibi eğitimler veriyor. Ayrıca, yazar olarak yönetim meselesi adlı köşesiyle İndigo Dergisi künyesinde yer almaktadır. Kısaca, etkili yönetim alanına gönül veren bir konuşmacı, kariyer ve eğitim uzmanı .