Nasıl Bir Muhalefet?

Malum! Seçimler yaklaşıyor ve artık güçlü bir hedef belirlemenin vakti geldi, gözümüz televizyonlarda, kulağımız daha iyisi kim acaba sorularına isim arar durumda ve kafamız bir hayli karışık, sinirler bozuk, umut yerlerde, en azından ben ve benim çevrem bu şekilde.

Türkiye muhalefet seçim recep soma

Tam bu noktada gözüm TV’lerdeki  yeni oluşumlarda Hakan Ersoy’u ararken, merakıma yenik düştüm dayanamadım aradım, nerelerdesiniz?

Hafta sonu seyrettiğim kurultaydan açtım konuyu ve bu kez ters düştük! Muhalefeti hedef alan konuşmalarım nedeniyle…


Hakan Ersoy’la sohbet ederken dünyanın ve ülkenin altını üstüne getirmemek, siyaset ve dine bulaşmadan sohbeti kapamak ve en enteresan ansiklopedik bilgileri kolayca edinmemek tabi ki mümkün değil. Toplumların davranış biçimlerine bakmak, algılarına örnekler sunmak, günümüz değerlerini ve durumlarını analiz etmek, ilişkiler, aile içi psikolojik sağlık, kainat, ABD, börtü – böcek, tarih, insanlara tanrının bir lütfu olan aşkı, sevgiyi konuşmak keyifli. Ancak bazen de ülkemin ve dünyanın acılarını ve sıkıntılarını konuşurken keyfimiz kaçıyor, canımız sıkılıyor ama umudu hiç kaybettirmiyor.

Hakan Ersoy; psikoloji eğitimi almıştır, oldukça geniş  ön görüsü ve renkli bir kişiliği vardır, aynı zamanda TürkiyeTürki Cumhuriyetleri İş Adamları Konseyi‘nin çalışmalarını yürütür. Tren vagonu üreticisi yerli bir firmanın yatırım ortaklığının Azerbaycan ayağını oluşturan ve aynı zamanda Graphene benzeri teknolojik ürünlerin üretimi ve pazarlaması için ARGE çalışmaları yapar. Siyaset ile yakından ilgilenen, Atatürk ilkelerine ve altı oka bağlı Cumhuriyet sevdalısı biri. Alevi kültürünün korunması ve gelişmesi için katkılar sağlayan, işinin gücünün başında bir değer. Aynı zamanda metafizik (evren bilimi) konularına da zaman yaratır inceler. Everenin bana getirdiği ve benim nasıl olduysa kaybetmeyi başaramadığım insanlardan bir tanesi. Babacan tavrı, arkadaşlığı, dostluğu, öğretmenliği her daim ışıktır ve ben de bugün sizlerle tanıştırmak ve birlik beraberlik kokan acı tespitleri olan bu söyleşiyi yazıya dökmek istedim.

Muhalefet dediğim!..

Muhalefet dediğim bir sevgili gibi; mevcut iktidarın ensesinde ve gözü üzerinde olmalı, adımlarını takip etmeli, rüyalarından, geleceğe dair hayal ve eylemlerinden haberdar olmalı. Yolunu şaşmış bir dosya, verilmesi unutulmuş bir hizmet, yükselmeyi bırakmış bir devlet, canlanmaktan yoksun bir yol kenarı, akmayı unutmuş nehir, büyümeyi bırakmış  ağaç, tazelenmesi gereken bir güven, terazisi bozuk bir adalet, gözü kapalı bir kuvvet, beli bükük bir millet, başı boş zihniyet karşısında isyancı, ısrarcı, tespit edici, düzeltici olmalı ve bu noktada hangi dilden anlıyorsa sevgili, en az onun kadar taklitçi olmalı.

Dişe diştir benim bildiğim muhalefet. Arkana sana güvenen milyonları almışsın, üstüne üstlük namusun ve şerefin üzerine yemin de etmişsin. İlkelerin belli, gideceğin yol belli, bindiğin alamet belli… Israrla sağa sağa çekmenin bir manası var mı? Ben milletiyle birlikte omuz omuza direnen, tek tek kapı çalan, ıslanan, yaşlanan, düşen kalkan milliyetçi ruhu taşıyan sesi çıkan bir muhalefet isterim, kanıt isterim, emekçi isterim.

Benim gördüğüm anladığım budur dedim çıktım işin içinden bir daha da ağzımı açtırmadı zaten.

tbmm genel kurul meclis muhalefet

Kazın ayağı öyle değil!

Kalıplaşmış ve çöreklenmiş bir muhalefet anlayışı var evet. Alışıla gelmiş her şeyden sıyrılmak, farklılaşmak her oluşum için zordur ve bir süreç ister. Siyaset yapmak da kısa vadede değil, uzun vadede sürecek işlere adım atmaktır ve maalesef ki önümüzdeki süreç bu yavaşlığı kaldırmıyor. Tıkanan ve isyan edilen nokta burası, fakat atladığın bir şey var: Algı politikası.

Algı politikası

Siyasetçilerin en bilindik politikasıdır algı politikası, sevgili Nihal! Ve siyasetçilerin kitleleri peşine düşürdüğü ve sömürdüğü noktalardan bir tanesi budur, elindeki mevcut şartlarla, para basar medyayı kullanır, ölçüsüz gücünü gösterir, korkutur, yalan yanlış gündem değiştirir, sadece görmen ve duyman gerekeni verir, sorgulayıp gerçek bilgiye sen erişene kadar çoktan zehirlemiştir zaten…

Algı politikasından sıyrıldığında kazın ayağı öyle değildir. Çarpıtılmış ve zayıflatılmış gerçeklerin arkasında görünen gen sorular, elde edilen yolsuzluk dosyaları, mücadeleler, hatta meclisteki tartışma ve şiddet boşuna değildir. Mevcut iktidarlar güç tekelini görünende ve duyulanda kendine besler ve karşı tarafı yani muhalefeti her zaman yetersiz, güçsüz algılatır. Kendi içlerinde de kol kırılır yen içinde kalır. Nedeni korku ve endişedir ve şeffaflığını yitirmesi de bundandır. Artık ego baş roldedir ve egonun en çok kime zarar vereceği de ortadadır.

Din sömürüsü 

Bir diğeri de din olgusudur, sevgili Nihal! İnsanları inançlarıyla itina ile sömürür, hedef haline getir, peşine takar, sonra da onu bile çoktan geçip giden gözü kapalı topluluğun yoldan çıkışlarıyla oyalanmalarını fırsat bilir, kaşla göz arası oldu da bittiye getirir. Eğer o toplum, sorgulamadan inanmaya da başladıysa denge kolayca bozulur. Devletler de insanlar gibidir. Beslendikleri ve izledikleri stratejiler farklılık gösterir. Ve bu nedenle bazı siyasi oluşumlar kargaşa ve farklılıklardan beslenirken inadına yaraları deşerken ve çürümeyi beklerken an ve an,  bazı siyasi oluşumlarda, farklılıklardan cümbüş yaratır, yaraları sarmaktan tazelenmekten yanadır.

Bu noktadan sonrası sadece bir diğer seçime kadar olur, tabi o da hakkaniyetli bir sonuç olursa eğer… Olmazsa aynı devinim, maalesef ki artarak devam eder.

Tarih tekerrürden ibaret  

aranan muhalefetTarih yazmıştır pek çok örnek; ölçüsüz güç kullanan, insanların huzurunu bozan, inançlarını kullanan, sahip olduğu haklarına ambargo koyan, konuşma ve kendini ifade etme, hatta duyma – görme noktasını dahi kısıtlayan bir emperyalist düzenin ne kadar sürdüğü ve sonrasındaki değişimin kaçınılmaz olduğu hep görülmüştür. Sana bir – iki örnek; Nazi Almanya‘sı  ve Mussolini İtalyası‘dır. Her iki örnekte de körü körüne bağlanmış bir halk ve sonrasında kaybolan demokratik yöntemlerin dönüştürüldüğü diktatörlük, kendi gibi düşünmeyen milyonlara yaşam hakkı verilmeyen bir kanlı rejim oluşumu vardır. Dillendirmek bile istemediğim bir son buluş öyküsü. Nazi Almanya’sından papaz Martin Niemöller‘in bir sözü kalmış bugünlere:

[quote]”Önce komünistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben komünist değildim. Sonra sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” – Martin Niemöller[/quote]

Hayatın içinde acıdan ders almak olduğunu unuturuz hep…

Maalesef kayıplar olur ve birileri yanar… Birileri kanar, birileri acır ve boşuna değildir hiç bir kayıp, hiç bir ölüm!.. Boşuna değildir dar ağacındayken kendi taburene atılan son tekme ne kadar acı ve adaletsiz görünse de uyanmak için dirilmek için bu hep böyledir. Taban yapılmış ve tavan yapmak için sıçrayış kalmıştır geriye… Ülkeler silkelenir kendine gelir en uç düşüncede olan bile bulunduğu yerden rahatsızlık duyar ve geri adımlar baş gösterir, aklı başına gelmiş, mahcup ve bu kez uyanıktır. Bu ve buna benzer pek çok örnekler vardır.

Topraklarında güneşin hiç batmadığı koca imparatorluk 

Osmanlı Devleti‘ne bir bak, 600 yıl boyunca ayakta kalmış. Bulunduğu konum ve gücü nedeniyle sürekli bölünmeye çalışılmış ve taciz edilmiş. Çöküşü etrafındaki devletlerin, çağa ayak uydurmasıyla ve sanayileşmesi ile sömürge noktasında resmen çevre dostların ağızlarını sulandırmış. Gizliden içimize sızılmış, ayaklanma ve isyanları başlatılmış sonra da hiç bir şey olmamış gibi alenen bize destek verilmiş, hiç olmadık yerde de karşımıza çıkıp kılıç sallanmıştır. İç işlerimize karışılmış, hükümdarlara akıl verilmiş, hatta dış mihrakların sempatilerini kazanan içimizde beslenen hainler de olmuş. Bu dönemlerde de ileri görüşlü kişiler ön görüleri nedeniyle vatan haini ilan edilip sürülmüş, asılmış, kesilmiş.


İmparatorluğa oynanan oyunlar nedeniyle Milli mücadele başlamış, Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve Anadolu insanı ülkeyi yoktan var etmiş, gerçek bir vatan sever olarak satılan toprakların bir bir hesabı yapılmış. Kim sahiplik yaptıysa yine onun olmaya devam etmiş Anadolu…

Cumhuriyet ilan edilmiş, siyasete dini alet etmeyin diyerek, Atatürk bizlere yol haritasını açıkça göstermiş, bu yolda yürüyün demiş. Bu cümleyle günümüzde de örneklerine rastladığımız  örümceklenmiş beyinlerle mücadele edilmiş. Dış borçlar bir bir kapanırken, üstelik yatırım dahi yapılmış, üretim başlatılmış ve sanayileşmeye geçilmiş yavaş yavaş Türkiye’de. Köylüye toprağı verilmiş has tohumunu ekmiş. İşçiye fabrikası verilmiş kumaşını kendi dokumuş, kaynaklarını kendi işlemiş, en küçük yaşam alanı olan köylerde dahi Köy Enstitüleri kurulmuş, ilim verilmiş. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu özellikle önemli olmuş; dilimizi geliştirmek, bozulmasını önlemek için. Tarihimizi de iyi bilmenin önemi vurgulanmış hep… Çünkü tarihini bilen üreten ve çağdaş olan toplum her zaman güçlü ve yaşayan toplumdur.

Bunları boşuna anlatmadığını içten içe çözümleyebiliyorum ve nereye bağlayacağını da… Ve cümle cümleye ustaca ekleniyor…

Sen dininle uğraşırken devlet de bunlarla uğraşıyor! 

Şu anki Türkiye’de mevcut kaynaklar dış güçlerin elinde. Kendi tohumunu kendi topraklarında üretime kullanamayan, hatta Hindistan’dan pamuk ihraç eden, hatta kumaşı Çin’in gönderdiği bir tekstil, ham madde üretimi artık olmayan, enerji üretiminde (rüzgar gülleri) onca potansiyele karşı, dışa bağımlılığı gün be gün artar hale gelen bir toplum… Üretemiyor, alamıyor, satamıyor, doyamıyor, borçlanıyor, konuşamıyor, göremiyor, düşünemiyor! Sen dininle uğraşırken devlet de bunlarla uğraşıyor.

Bunlar da yetmiyor tabi ki; suni sorunlar yaratılıyor!

Bir örnek daha! Tarih boyunca Alevi oyunu oynandı ülkeyi ikiye bölmek için. Yıllarca eziyet gördü; ezildi, sürüldü, kılıçtan geçti, korku salındı, asilime oldu ama vatanına hiç bir zaman ihanet etmedi. Osmanlı’nın yüzyıllık varlığının temel taşlarını oluşturdu aydınlığıyla, felsefesi ile…

[quote]Eline, beline, diline sahip ol. Dünya malına tapma, doğruluktan sapma, gördüğüne bin katma, görmediğine kulp takma. Yokuşta yorgunu yorma, düzlükte canları darda koyma. Yetmiş iki millete bir gözle bak, herkesi kardeş, bacı bil. Güçlünün yanında yer alıp yoksulu ezenlerden olma. Bilime uyan, karanlığı kovan, ışığa koşan olanlardan ol.[/quote]

Dünya üzerindeki pek çok toplum bilimci tarafından incelendi, taktir edildi, felsefesi dünyaya duyuruldu, saygı duyuldu. Maalesef geçmişte ve günümüzde ve ana vatanında hala tesadüf olmayan kayıpları ile yüz yüze. Aydınlığa sebep olacaksa ve yanlışlardan dönülecekse insanlar doğruyu görecekse her birimiz Berkin Elvan, Ali Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert‘iz ve diğerleriyiz.

Bir diğer örneği de Kürt sorunu oluşturmakta! Anadolu’ya göç eden iki Türk boyu olan, Tırk boyu Anadolu topraklarına, Kırt boyu da Mezopotamya yerleşmişlerdir. Türkler’den korkan Araplar, Mezopotamya bölgesine yerleşen Kırtları zamanla asimile ederek, kuzeydeki Tırk’lara karşı kışkırtıp savaştırmışlardır ve bu savaşlar maalesef batı kışkırtmalı olarak halen devam etmektedir.

Sonuç olarak; Batı’nın uydurduğu asimile olmuş Türkler‘den bir Millet ve Devlet yaratılmasının, Büyük İsrail Devleti ve toprakları için adım adım uygulanan bir Haçlı hareketi olduğunu bilmeliyiz. İngiliz ve Alman tarihçiler bu gerçeği çok iyi bilmelerine rağmen; bu gerçekleri kendilerince değiştirmişlerdir.

Ne acı! Tarihte oyun, günümüzde oyun, her yerde yalan dolan… Hep bölmeye, hep parçalanmaya hedef alınmış bir ülke, bir toplum.

Bu edenlerdendir ki birlik ve beraberlik önemli. Anlaşmak ve uzlaşmak kıymetli, ne Alevi’yiz ne de Sünni, ne solcuyuz ne de sağcı. Ne mutlu ki bize Kurtuluş mücadelesi ruhundan teslim aldığımız sancağın çağdaş ve aydınlık neferleriyiz. Ve evren gibi bir güç bizleyken başaramamak imkansız!

Evrende iyi olmayan hiç bir enerji barınamaz ve baki kalamaz, er yada geç yok olur. Evrenin yasası budur. Bir mum ışığı kadar aydınlık her zaman zifiri karanlıkları yener, fizikte de kural budur. Zehir zemberek her kış, baharı getirir. Çiçekler yine açar, ağaçlar yine yeşerir, toprak yine bereketlenir, umut yayılır, güneş doğar, evren ısınır. Tabiatın kanunu da budur…

Ve son olarak!

recep
Soma Faciasında Oğlunu Kaybeden Recep Tezcan

Türkiye iki Recep tanıdı. Receplerden biri; malumunuz!

Gerçek hayatın Recep’i ise; Soma faciasında oğlunun mezarı başında, duygu sömürüsünün değil, gözünün yaşı; hırsızlığının değil, namusunun alın teri; yolsuzluğunun değil, yoksulluğun mahcupluğu; adaletsizliğinin değil, adaletinin kurbanı… Çorabı yok, potini yırtık, kucağında yarı aç, yarı tok yetimleri…

Kimin yanında olması gerektiğine halk çoktan karar vermiş durumda, uluslararası yapılan son araştırmalar da bu yönde. Yüzde 12’lerde  gezen bir oy potansiyeli ve yarı yarıya kaybedilmiş milletvekili sayısıyla. Takke düştü kel göründü.


Ve dilim döndüğünce nüktelerle dolu dolu olan bu sohbeti yazmaya çalıştım.Tarih kokuyordu, birlik ve beraberlik kokuyordu ve umut doluydu. Nasibime düşeni aldım. Umuttan yana, birlikten ve beraberlikten yana olan ne varsa… Kocaman teşekkürler Sevgili Hakan Ersoy.


 

Nihal Çalışkan
1980 Nisan doğumlu. Kendini ve hayatı keşif sürecinde, hayatına giren her bir ruhta kendini buluyor. Dünün dünde kaldığını hatırlatıyor bazen kendine, bugünü, anı yaşamanın keyfini sürmek en büyük derdi. Bilinmeyen on yüz bin ihtimalli yarına umutla ve keyifle ve neşeyle ve merakla gözlerini dikmiş durumda. Bilinmeyeni öğrenmek, görünmeyeni görmek, duyulmayanı duymak çabasında. Farkındalıklarını artırıyor ve şifa ve şefkat ile bazen hırçın, bazen deli dolu, bazen sakin, bazen çocuk gibi bazen çok keyifli ve bazen de uzun uzun susarak sadece sevmeyi bilen kalbi ile yaşıyor…