Bağımsız Hindistan nasıl kuruldu?

Hindistan, kuzeyinde Himalayalar’ın, güneyinde Hint Okyanusu’nun belirlediği bir coğrafya içerisinde çok çeşitli uygarlıkların, halkların ve dinlerin birleştiği bir bölgede yer almaktadır. Asya kıtasında, hem önemli bir geçiş bölgesi hem de önemli bir ticaret merkezi olan Hindistan’ın coğrafi konumu, bu ülkenin, tarihinin her döneminde karmaşık ve bölünmüş bir yapı kazanması sonucunu doğurmuştur.

Gandhi ve Abdul Ghaffar Khan hindistan

Bir pasif direniş hikayesi…

19.Yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında, dünyada sömürgecilik ve manda hareketleri çoğalarak artarken bunlara karşı yeni yeni oluşan “ulus” kavramı ise, bağımsızlık mücadelesi veren toplumların birlikte hareket etme yeteneği ile direniş ve bağımsızlık hareketlerinin doğmasına  neden olmuştur. İngiltere sömürgesine karşı Gandhi’nin, Hindistan bağımsızlık mücadelesi buna en güzel örneklerden biri olmuştur.

Bağımsızlığın tarihçesi

Hindistan, 18. yüzyıldan sonra, Britanya’nın sömürgesi haline gelmiştir. Fakat halk Britanya’ya karşı bir mücadele başlatmıştır. 1906 Yılında Kalküta’da toplanan Kongre Partisi, bağımsızlık isteklerini dile getirmişlerdir. Bu talep bölgede ciddi yankı bulmuştur. Bu bağımsızlık çağrısından sonrasında, “Muslim League” olan “Tüm Hindistan Müslümanları Birliği” adlı bir örgüt kurulmuştur.


Muhammed İkbal ile siyaset adamı ve Muhammed Cinnah’ın bu birliğe dahil olması ile daha da güçlenmiştir. 1919 yılından itibaren Britanya da artık Hindistan’daki bazı eyaletlerdeki bir kısım yetkilerini halk tarafından seçilen yerlilere bırakmıştır. Fakat bu küçük taviz halkı tatmin etmemiştir. Ayrıca Britanya’ya karşı bağımsızlık hareketini de genişlemişti.

Hindistan mücadelesinde iki büyük lider göze çarpıyordu: Hinduların lideri Mahatma Ghandi ve Müslamanların lideri Muhammed Ali Cinnah. Her iki lider de Hindistan’ın bağımsızlığını istiyordu fakat bir konuda ayrılıyorlardı. Muhammed Ali Cinnah, Hindistan’daki Müslümanların ayrı bir devlet olması gerektiğini savunurken Ghandi, Hindistan’ın tek devlet olması gerektiğini savunmuştur. ” Eline bir bıçak al, beni baştan ikiye böl ama ülkemi bölme.” Sözü ile Mahatma Gandhi Hindistan’ın tek bir devlet olarak kalmasındaki isteğini vurgulamıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, Mahatma Gandhi önderliğinde Hindistan ulusal ordusu sayesinde bağımsızlık hareketi ivme kazanmıştır. 1947 Yılında Hindistan bağımsızlık yasası ilan edilmiştir. 15 Ağustos 1947 Tarihinde, İngiltere Hindistan’a bağımsızlık vermiştir. 26 Ocak 1950 Tarihinde ise cumhuriyet kurulmuştur. Aynı yıl anayasası oluşturulmuştur. Birlikte olarak bağımsızlık mücadelesi verilmesine rağmen, Pakistan ve Hindistan olmak üzere ikiye ayrılmıştır.

Hindistan ve Pakistan’ın iki ayrı ülke olarak ayrılmasından sonra ortaya yeni bir bölgesel sorun çıkmıştır. Günümüzde de devam etmekte olan Keşmir sorunu doğmuştur. Keşmir sorunu bağımsızlık süreci sonucunda doğan ve daha sonra yasal sınırların belirlenmesi ile birlikte sorundaki çatışmalar sona ermiş ancak Keşmir’in kendi içindeki toplumsal sorunlar devam etmiştir.

Bağımsızık sürecinde, liderlerin ve oluşturulan partilerin gelişim amaçları büyük önem taşımaktadır. Liderlerin düşünceleri ve onların ekseninde gelişen hareketler, daha sonraki yıllarda ülkenin kuruluşundaki temel felsefe devam etmiştir.

Bağımsızlık sürecinde Gandhi’nin rolü

Mohandas Karamchand Gandhi, ya da Hindistan’ın en bilge şair ve yazarlarından Rabindranath Tagore tarafından verilen yüce ruh anlamına gelen adıyla Mahatma Gandhi, 1869 ve 1948 yılları arasında yaşamıştır. Porbandar-Gucerat’ta doğmuştur. Mahatma Gandhi’nin liderlik anlayışını ve bağımsızlık yolundaki felsefesini şu sözleri ile ifade edebiliriz “Uğrunda ölmeyi göze alacağım birçok dava var ama uğrunda öldüreceğim hiçbir dava yoktur.”. Gandhi’nin kansız savaş anlayışı ile pasif direnişin siyaset sahnesinde en iyi şekilde uygulandığı örneklerden birine sahne olmuştur. Pasif direniş terimi Gandhi ile doğmamış ancak onunla birlikte tarihte önemi vurgulanmıştır.

Satyagraha stratejisini geliştiren Gandhi, tam bağımsızlık uğruna mücadelesine başlamıştır. Bu stratejiye göre, her bireyin tam bağımsız bir şekilde insanca yaşama hakkına sahiptir. Bağımsızlık süreci boyunca Gandhi liderliğinde Hindistan Ulusal Ordusu ve Hindular birlikte mücadele vermişlerdir.

Şiddete karşı duruşu nedeni ile karşılaştığı şiddet içeren durumlar karşısında oruç tutma yöntemini kullanan Gandhi, eylemlerinde başarılı olmuş ve şiddet olayları yatışmıştır. Gandhi ile birlikte mücadale edenler, onun liderliği ile sadece bağımsızlıklarını değil aynı zamanda onun insanlığı sayesinde de pek çok başarının şiddet olmadan mümkün olduğunu öğrenmiştir. Kendisine takılan ” Yüce Ruh” lakabına laik olmuştur. Ancak 1948 senesinde hain bir kurşunla hayatını kaybetmiştir.

Mahatma Gandhi sonrasında yerine Nehru gelmiş ve ülkeyi kuruluş felsefesine uygun olarak yönetmeye devam ettirmiştir.


Bağımsızlık sürecinde Cevahiral Nehru’nun rolü

Cevahiral Nehru 1889 ve 1964 yılları arasında yaşamıştır. Bağımsızlık süreci boyunca Gandhi ile omuz omuza mücadele etmiştir. Kongre Partisi’nin 1928 senesinde başkanlığına seçilmiş ancak İngiltere’ye karşı halleri nedeni ile hapse mahkum edilmiştir. Daha sonra Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra, 1950’lili yıllarda Nehru başbakanlık görevini yapmıştır.

Kongre hareketinin lideri ve ilk başkanı Jawaharla Nehru’dur. İktidarda olduğu seneden ölümüne kadar olan süreç içinde, Hindistan’ın kalkınmasında önemli adımlar atmış ve belirli bir dış politika çizgisi belirlemiştir. O dönemde Bağlantısızlar Hareketi’ne dahil olan ülke, her iki kutupla da iyi ilişkiler kurmuştur. Dünya siyasetinde artık yükselen bir güç olmuştur.

Bağımsızlık sürecinde Muhammed Ali Cinnah’ın rolü

Tüm Hindistan Müslüman Birliği ve Pakistan’ın kurucusu ve ilk devlet başkanı olarak tarihte önemli bir role sahiptir. Yirminci yüzyılın hukukçusu,politikacısı ve devlet adamı olarak yer almıştır. 14 Ağustos 1947’de Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından, Pakistan aynı gün içinde kendi bağımsızlığını ilan ederek, Pakistan devleti de kurulmuştur.

Cinnah ve Gandhi birlikte mücadele etmiştir.

Bağımsızlık sonrası Hindistan

Siyaset bilimci Benedict Anderson ulus-devletleri tanımlarken onları “hayali toplumlar” olarak nitelendirmiştir. Hayali olarak adlandırmasının nedeni, toplumu oluşturan tüm bireyleri geçmiş tarihlerine, bayraklarına, ortak dil ve dinleri ile oluşmuş olsa bile her bir bireyin birbirini tanıma şansı yoktur.

Hindistan, Dünya’daki tüm ülkelerden farklı bir süreç yaşamıştır. Bu farklılığın temel nedeni ise birbirinden farklı ve karşılıklı rekabet eden iki farklı ideolojinin yer almış olmasıdır. Bunlardan birincisi, bağımsızlık mücadelesi ile kurulan Kongre Partisi’nin geliştirdiği, laikliği ve birleşik Hindistan’ı isteyenler, ikincisi ise Hindu milliyetçi hareketi ile kendisini ortaya çıkaran ve ülkeye daha ayrıcalıklı bir Hindu kimliğinin baskın varlığını amaçlayan ideolojidir.

Bağımsızlık sonrasında yeni bir anayasa ve devlet ile yoluna devam etmiştir. 1947 Senesinde Bağımsızlık Yasası ilan edilmiş. Daha sonra 26 Ocak 1956’da cumhuriyet ilan edilmiştir.

Bağımsızlık sonrasında, yükselen güçler arasına Nehru ve Gandhi’nin izlediği politikalar sayesinde girmiştir. Ekonomik kalkınması hızla ilerlemiş ve çift kutuplu dönemde Bağlantısızlık Hareketi’ni üyelerinden olarak her iki kutupla da iyi birer dostluk ilişkisi kurarak, kendisini kabul ettirmiştir.

Gandhi’nin ilerlemeci ve korumacı anlayışı ile, bağımsızlık sürecinde en etkili lider olarak toplumun lideri olarak yer almıştır tarihin sayfalarında. Öte yanda, Nehru ise her zaman hükümet ile birlikte çalışan bir başbakan olmuştur.


Sonuç olarak, tıpkı Kurtuluş Savaş’ının önderi Mustafa Kemal Atatürk gibi Gandhi de halkı ile bir bütün olarak bağımsızlık mücadelesini vermiş ve başarılı olmuştur. Gandhi’nin toplumsal liderlik anlayışı ile Dünya’ya örnek olmuştur. Hindistan’ın bağımsızlığı ile Mahatma Gandhi ayrılmaz bir bütündür. Aynı Türkiye Cumhuriyeti’nin, Mustafa Kemal Atatürk’le ayrılmaz bir bütün olduğu gibi.

Gandhi: Seyahat Barışın Dilidir!


Merve Gülçin Güleç
"Biliyorum, içerilerde bir yerlerdesin..." Her insanın en derininde kendi sesi vardır. Güzele giden yol, insanın kendi iç sesindedir. Ve herkesin iç sesini duyabilmek için sessizliğe ihtiyacı vardır. Ben sessizliği yazarken duyuyorum...