Göz Bakar Gönül Görür

“Göz” bakar, “Gönül” görür, anlamlandırır. Görmekle bakmak arasında kurulan o ince bağ yaşamı algılamamızı sağlayan bunun yanı sıra bizi gördüklerimizin ötesine geçirerek huzur bulmamıza, mutlu olmamıza ya da üzülmemize sebep olan, göz ile görüleni kemale erdiren şey nedir?

Göz Bakar Gönül Görür
Fotoğraf: Lillian Bassman

Görmek ve bakmak aynı fiziksel bir eylem olmasına rağmen içerdikleri anlam ne kadar da farklıdır oysa. Hepimiz evrende, dünyadaki yaşantımızla büyük yaşam penceresinin içindeyizdir fakat etrafımızda gördüklerimizin ise dışında bir varlık olarak algılarız kendimizi. Bu hepimize ait olduğunu düşündüğümüz küçük yaşam pencerelerinden göz ile gördüklerimiz doğrultusunda da düşünür, konuşur, öğrenir, farklı duygular hissederiz. Böylece hepimizin kendine has bir görme ve algılama biçimi ile sevinir güleriz, hüzünlenir, ağlarız…

“Biz aynı fotoğraf karesine bakıp, aynı şarkıları dinleyip farklı duygular kapısından girip o evlerde yaşayan varlıklarız.”


Hepimiz aynı kitapları okuruz, aynı şarkıları dinleriz, aynı sokak kaldırımlarından yürürüz fakat farklı tatlar alırız.  Hem de her gün aynı ‘Gökyüzü’ne, aynı ‘Güneş’ ve ‘Ay’a bakıp farklı duygular içinde yaşarız… O zaman göz bakan, fakat hisseden başka bir organ değil midir? Bu konuda sizlerle belki de bazılarımızın bildiği bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum.

Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı. O annesinin nur yüzlü ve badem gözlü kızı, biricik yavrusuydu her zaman. Fakat küçük kız okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylediler. Küçük kız, önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama ilerleyen zaman içerisinde gerçeklerle yüzleşti. Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti. “Badem” dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir selviyi andırmıyordu. Demek ki annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.

Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu. Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti. Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başa kaldı ve annesini hiç merak etmedi. Çünkü annesi artık onun gözünde bir yalancıydı, ölse bile bir kayıp sayılmazdı. Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat ettiler. Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu. Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı. Karşısında bir dünya güzeli vardı.

Göz Bakar Gönül GörürGerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.

Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak: “Sanki yeniden dünyaya geldim!” dedi. “Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı mı yaptınız?” diye sordu…

Yaşlı doktor: “Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!” diye gülümsedi. Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, onun gözünden gördün kendini!”

“Görmek ile Bakmak” arasındaki uçurumun anlatıldığı bu hikaye, gözün görme işlevinin yanı sıra ruh ile olan sağlıklı ilişkisini de beraberinde hatırlatmaktadır bize. Dünyayı bir başkasının gözünden görmeyi eminim birçoğumuz düşünmüşüzdür. Hani; ‘karşıdaki herhangi biri gibi olup bir bakabilseydik kendimize’ dediğimiz anlarımız olmuştur. Sizi temin ederim ki bunun aslında hiçbir önemi yok! Önemli olan her gün aynaya baktığınızda karşınızda nasıl birini gördüğünüz…

Şayet içeride bir şeyler yolunda gidiyorsa o an tam da cennetin ortasında bir melek bile olabilirsiniz işte hepimizin ortak gerçeği bu…

Göz bir iletişim aracı mıdır?

Göz hiç konuşur mu? Evet, yaşadığımız coğrafyada ve kültürümüzde; “Gözler ile konuşmak” deyimi vardır. Gözlerin dili var mı ki konuşsun? “Hepimizin bildiği: “Sen sus gözlerin konuşsun!”, “Gözler yalan söylemez!” gibi deyişlerimiz” ya da “Gözler kalbin aynasıdır.”gibi şarkı sözlerimiz vardır dilimizde ezberlediğimiz. Dil ile olan iletişimin yetersiz olduğu durumlarda gözler devreye girmiştir. Kelimelerin kifayetsizliğini tamamlamaktır görevi. Göz ile temas denilince birçoğumuzun aklına ilkokul öğretmenlerimiz gelir, hani üzerimize doğru sürekli bakışları ile “Lütfen yapma!”anlamını taşıyan. Ayrıca yıllar önce okuduğum bir kitapta ünlü “Kahin Vanga”nın bir kehanetidir; gelecekteki iletişim aracının yalnızca gözler olacağı konusu. Kim bilir belki de dil ile işlediğimiz kusurlarımızdan kurtuluruz böylece…

Doğu ile Batı Kültüründe ‘Göz ve Sanat’ Anlayışı

Doğu kültüründe “göz” organı, bir nefsi davranışa yönlendiren yegane aracı organ olarak düşünülürken, Batı kültüründe ise göz gerçeği olduğu gibi algılamamızı sağlayan, bize daima gerçekleri gösteren bir aracı organ görevindedir. Doğu kültüründe “Göz” insan ruhunun sır kapısıdır. Ruh sadece gözün gördüğünde kendi manasını bulur. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de göz ile ilgili tahmini olarak 48 ayet bulunmaktadır. Bazı ayetlerden örnek verecek olursak:

“Sonra bakışı iki kez daha döndür! Umudunu kesmiş olarak döner sana göz. Utanmış, bitkin düşmüştür o.” (Mülk Suresi 4. Ayet)

“Allah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür.” (Bakara Suresi 7.Ayet)

“Gözler onu fark edip kavrayamaz. Oysaki O, gözleri görür/bilir. O latif’tir, lütfu çok olduğu halde kendisi görülemez; Habir’dir, her şeyden haberdardır.” (Enam Suresi 103. Ayet )

***


Süleymaniye Camii istanbul
16. yüzyılda,1.Süleyman adına, Mimar Sinan tarafından yapılan Süleymaniye Camii İstanbul

Ayrıca ”Doğu kültüründe göz” İslam dininin etkisi ile insanı, dışa yani maddi olana değil de içe manaya yönlendirir. Batının görsellikte dış görüntüde vermeye çalıştığı abartı (Heykel sanatında izlenen üç boyutlu görüntüler) Doğu kültürü eserlerinde daha çok içselliğe yönelerek, abartısız ve bizi içsel sorgulamalara götüren; Ebru, Hat, Tezhip gibi sanatların doğmasına zemin hazırlamıştır. Bahsi geçen her sanat dalında ortak anlayış ruhun-içsel hissetmenin birer yansımasına aracılık edişidir. Bunu ayrıca İslam Dininin insanı kendi içine yönelten yanını, insan ruhunun inceliklerini anlatan, sabırla oluşturulan bezemeleriyle donanmış, bizi içselliğin en derinine götüren, ülkemizde ise en güzel örneklerinin Osmanlı Dönemi’nde icra edildiği cami, kervansaray, imaret, kubbe örneklerinde görmek mümkündür. İncelemek isterseniz yalnızca Mimar Sinan eserlerine bakmanız yeterli olacaktır sanırım. Doğu Kültürü sanatı bakış açısını bir küçük alıntıyla daha da pekiştirmek isterim.

“Hüsn-ü hat sanatında mahir bir zât olan Şeyh Sultan Seyyid Muhammed Raşid el Hüseyni’ye (ks) sormuşlar:

-Siz ne işle meşgulsünüz?

-Biz bağlar ve çözeriz..

-Neyi?

-İnsanın kalbini dünyanın boş zevklerinden çözer ahiret işlerini bağlarız”…(1)

Göz Bakar Gönül Görür
17. Yüzyılda Mimar Bernini tarafından Papalık kurumunun gücünü yansıtmak için inşa edilmiş ”Dört Nehir Çeşmesi” – Roma

Batı kültüründe ise göz ile görünen gerçeği devasal kilise mimarilerinde, insan benliğini ön plana çıkartan, dış dünya ile olan bağı daha da sağlamlaştıran yapılar ile insani zevk ve eğlenceyi ön plana çıkaran abartılı heykel ve resim örneklerinde görebiliriz. Bakan göz ile güzeli bulma anlayışı ne kadar maddesel ölçüde ele alınırsa, bir o kadar güzelin ruhundan uzaklaşılacaktır kanımca.

Tam da burada Fransız yazar Balzac’ın;

“Sanatın vazifesi, tabiatı kopya etmek değil, tabiatı ifade etmektir” sözü sanırım yerinde kullanılmış olacaktır.

Göz bakar, Gönül görür… Göz ile görünenin, zeka, ruh ve özümüzden gelen algılamalarımız ile oluşturduğumuz üretimin adıdır sanat. Görmek fiziksel bir eylem iken “bakmak” ruhun kendini ifade edişidir, içsel bir eylemdir.

Gözünüzün daima güzel’i gördüğü, huzuru hissettirebildiği yolda hep birlikte olabilme dileğiyle…

 ***

 Kaynaklar

(1)Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır/e-kitap/Derin Düşünce.org


Hikaye: eğitimdünyamız.com


Filiz Hallıoğlu
Filiz HALLIOĞLU 1977 İzmir Ödemiş doğumlu. Kendini tanımaya başladığında 5-6 yaşlarındaydı. Okulunu çok seven, dış’a göre başarılı ama kendini hep tanımak adına zaman zaman zorlayan bir öğrenci ve ailenin ikinci çocuğu olmasına rağmen doğuştan olgun olduğuna inanılan bir anlayışta geçti çocuk yılları. Sonrasında, kitaplarıyla keşfettiği kendi dünyasını kimse ile değişmediği bir yaşamı seçti...