Aşık Veysel: Görmeyen gözlerle kendi dünyasının mimarı

Belki çocuktum Aşık Veysel’in ne yapmış olduğunu kavrayamayacak kadar ama dinlediğimde bir şeyler acıtmıştı içimi büyüdükçe, öğrendikçe, sevdikçe, yol aldıkça anladım hayatını…

asık veysel

Sunay Akından dinlemiştim bu hikayeyi ilk defa.

Bakalım size neler anlatacak! Bir de benden dinleyin hikayeyi…


Bir gün evlenir Aşık Veysel…

Gel zaman git zaman alışır Aşık Veysel eşine… Gel zaman git zaman sever Aşık Veysel eşini… Bir gün öğrenir ki eşi kaçacaktır yanlarındaki yardımcısıyla bir sabahın erken vakti.

O sabaha varmamış gecede, eşinin ayakkabınsın içine olan parasını ve bir not bırakır Aşık Veysel.

Ve yüreği susar, sızlayarak yatar.

***

Kaçış yolunda kadının ayağını bir şeyler acıtmaktadır çıkarır bakar ki ayakkabısını, para ve içinde bir not:

‘Bunca zaman bana emeğin geçti, suyunu içtim ekmeğini yedim, ananın ak sütü gibi helal olsun, kimselere muhtaç olma yaban ellerde’ yazıyordur.

***

Ve artık ne geri dönebilen vardır çıktığı yoldan, ne de bekleyen vardır Aşık Veysel’in içinden!

***

Sonrasında ne mi olur?

Yokluğuna hiçbir zaman alışamayacağı eşinin günlerini, son nefesine kadar kovalayan Veysel, Aşık Veysel olur…

***

Ve anlıyorum ki şimdi, vazgeçmekmiş aslında sevmek!

Ve anlıyorum ki şimdi, vazgeçmemekmiş aslında sevmek! 

Sahip olmadan sahip çıkmakmış, ait olmadan var olmakmış o yürekte, bir günden bin gün çıkarmakmış sevmek, sevdiğinin mutlu olduğu yerde kalmasını kabullenmekmiş, incitmemekmiş, o yokken bile onu sevebilmekmiş, yüreğindeki yerini hep sıcak tutmakmış sevmek, özgür bırakmakmış kanatlarıyla olabildiğince hür, belki de her şeye ve herkese rağmen kabul etmekmiş sevmek. Her ne olursa olsun onun iyiliğini istemekmiş, tebessümle anmakmış onu sevmek, baktığı her yerde onu görmek, her adı geçtiğinde sızlamakmış tepeden tırnağa sevmek. Bakmadan görmek, dokunmadan hissetmek, kilometrelerce uzaktan duymakmış yüreğinin sesini… Sensizken de gülen yüzüne özlem duymakmış sevmek…

Evet Aşık Veysel!

Görmeyen gözleri ile kendi dünyasının mimarı bir değer Aşık Veysel dünyanın misafir ettiği.

Doğduğu yıldan ölüm yılına kadar memleketinde, ülkesinde ve dünyada anma törenlerinin unutulmadığı bir temel.


Çocuk yaşta hastalık nedeniyle kaybedilen göz, seferberlikle birlikte arkadaşın kardeşin dosttun yokluğuyla yalnızlık, sevdiğini anladığında ona bağlandığında terk eden bir eş, annesiz dünyaya direnemeyen bir evladın acısı, peşi sıra gelen anne ve babanın toprak oluşu. Yokluk, sefalet ve başkalarına mecburi bağımlı bir hayat. 

Tüm bu olumsuzluklara rağmen sevmekten asla vazgeçmemiş. Toprağı sevmiş, daldaki çiçeğe kayıtsız kalmamış, güne güneşe methiyeler dizmiş, o çok özlediği eşiyle konuşmuş mısralarında, bazen kızmış bu dünyanın düzenine feryat figan etmiş, bazen de şükürler etmiş nimetlerine, tecrübelerini vasiyet etmiş ülke insanına hem çalıp hem söylerken.

Ve üstelik tahsil hayatı olmayan, yaşamı anlama ve anlamlandırma çabası ile kendi değer yargılarını hayata geçirmekten güzel yaşamaktan ve yaşatmaktan öteye gitmeyen egodan uzak bir yaşam.

Şimdinin çağından eksik yaşam koşulları ve bilgileri ile yaşadığımız bu çağın en medeniyetiyim diyebilecek bir bireyinden daha medeni yaşayıp düşünerek.

Kendine yakışanı yapmanın ne yaşla, ne çok okumakla, ne diplomayla, ne gezmekle ne de çok bilmekle alakalı olduğunu sanmıyorum. Sevmek, saygı duymak, değer vermek, anlamak anlamaya çalışmak sadece yürek işi.

Özellikle bu hikayeyle anmak istedim Aşık Veysel’li.

Sevginin, tavır ve davranışların, düşüncelerin bakış açılarının giderek yozlaştığı, kabalaştığı, çözüldüğü haddini aştığı, cellatlaştığı dünyamızda, onun kadına, sevgiye, dünya barışına, doğaya, bilime ve insana saygısını tüm çıplaklığı ile ortaya koyup irdelemek ve günümüze bir mesaj atmak yanlış olmasa gerek.

Yüreğimiz daralmadan, ağzımızdan kötü söz çıkmadan, elimiz havaya kalkmadan, gözlerimizden ateş parlamadan önce bir nefeslik duraklasak…

Esnek ve hoşgörülü olsak…

Unuttuk mu sahiden?

Gidebiliyorken! Kapısını dostça çalmayı, Dokunabiliyorken! Samimiyetle bir çift elden tutmayı, Konuşabiliyorken! Anlatmayı, anlamayı, anlaşmayı; Görebiliyorken her şeye rağmen güzel bakmayı, sevmeyi, sahip çıkmayı, saygı duymayı bir yaşama bir tercihe bir inanca bir insana…

Evet, benden bu kadar!

Yenileniyorken zamana, değişiyorken kendime, öğreniyorken içimden, fark ediyorken seni, paylaşıyorken sevgiyi… sözün gerisi de Aşık Veysel’den…

     Bu nasıl kavgalar çirkin döğüşler, Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız,
     Yolumuza engel olur bu işler Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.

     Birleşiriz bir bayrağın altında Biz Türklerin ikilik yok aklında,
     Yanar tutuşuruz vatan aşkında Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.

     Hedef alıp dövüştüğün kardeşin Seni yaralıyor attığın taşın,
     Topluma zararlı yersiz savaşın Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.

     Herkes ilim deryasında yüzüyor Çıkmış ayın çevresinde geziyor,
     Yazık bize yollarımız uzuyor Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.

     Kitaplar yazılmış nasihat dolu Birlikte güçlenir gençliğin kolu,
     Gençliğe emanet Atatürk yolu Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.

     Söyler Veysel sözlerinden vazgeçmez Bulanık çeşmeden kimse su içmez,
     Ganadı olmasa kuşlar da uçmaz Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.


Aşık Veysel anısına ruhuna sevgiyle selam olsun…

Neyzen Tevfik’in Mücadelesi


Nihal Çalışkan
1980 Nisan doğumlu. Kendini ve hayatı keşif sürecinde, hayatına giren her bir ruhta kendini buluyor. Dünün dünde kaldığını hatırlatıyor bazen kendine, bugünü, anı yaşamanın keyfini sürmek en büyük derdi. Bilinmeyen on yüz bin ihtimalli yarına umutla ve keyifle ve neşeyle ve merakla gözlerini dikmiş durumda. Bilinmeyeni öğrenmek, görünmeyeni görmek, duyulmayanı duymak çabasında. Farkındalıklarını artırıyor ve şifa ve şefkat ile bazen hırçın, bazen deli dolu, bazen sakin, bazen çocuk gibi bazen çok keyifli ve bazen de uzun uzun susarak sadece sevmeyi bilen kalbi ile yaşıyor…