Büyümez Ölü Çocuklar

Çocukların önce oyuncaklarını vurdular ki ölüme alışsınlar; şimdi küçük mezarların utanç zamanlarındayız, parka gönderemediğimiz yavrucakları mezarların topraklarına bırakıyoruz; ama onlar hiç büyümeyecek ki!

ölü çocuklar

Bir ülke çocuklarını vurmaya başladığında ‘Aşk’ kendini utanç ile yakacaktır! Ateş nefreti getirecek sonra, ölümleri, ağıtları!

Yaşam hakkı kutsaldır!

Bugün Türkiye’nin Güneydoğu’sunda çocuklar öldürülmektedir. Vurulma korkusu ile bir bodruma saklanan iki küçük emekçinin ardından, yedi yaşındaki Baran çocuk da vuruldu. Kimse, büyüdüklerinde nasılsa terörist olacak, dağlarda savaşacak, asker öldürecek tarzında bahanelerin arkasına saklanmasın. Ülke çocuklarını öldürüyor.


Çocuk hakları ile ilgili olan uluslararası belge 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve 193 ülke tarafından onaylanarak “Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme.” adını aldı. Cenevre Çocuk Hakları Bildirisi olarak da bilinen sözleşmeyi, Türkiye 1990 yılında imzaladı.

Dünyanın birçok yerinde var olan insan hakları ihlalleri, çocuk boyutunda daha geniş kapsamlı ve büyüyerek, müdahale edilmesi daha zor bir şekilde yer almaktadır. Uluslararası Af Örgütü’nün belirttiğine göre; az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, emek sömürüsü, pornografi, şiddet, yasa dışılık gibi olumsuz etkenlerin içinde, çocuk hakları ihlalleri daha büyük boyutlarda olmaktadır.

Yeniden başlatılan bir kirli savaşın kurbanlarıyız; maç skorları gibi ölülerimizi sayıyor, çocukların acısını görmezden geliyoruz! Hangi sözleşme koruyacak, öldürülen çocukları? Hangi insani kurum hesap sorabilecek? Yedi yaşında terörist öldürmek, hangi toprağın korunması için zorunludur peki? Birleşmiş Milletler’in, zengin Kuzey dünyasının yöneticileri yapılacak hangi paylaşım için seslerini çıkartamıyor? Hangi silah tüccarı çocuk kanından zengin olacak?

Yüreğimize, korkunun düşen soğuk adı kaldı, Baran çocuğun umut büyütemeyecek yüreği gibi.


Bu coğrafyada analar çocuklarına sarıldığında neden ölümün kokusunu önce hissetmekte?

Attila İlhan yok artık ki uyarsın çocukları; ” boynuna o yeşil fuları sarma çocuk/ gece trenlerine binme kaybolursun/ sokaklarda mızıka çalma çocuk/ vurulursun”

Vurulan çocukların yasında ‘Milli İrade’ gösteremeyen yakınlarının cezalandırılmasında niye aceleciyiz peki? Bir Yarbay, ölümün hesabını sorarken bağlılık yemini ettiği devlete; ölen çocuğun anası neden sormaz, bu savaşın sorumlusu olan terör örgütüne “çocuğum ne uğruna ölüyor” diye. Kendine çocukları siper eden terör, hangi kutsal davayı savunduğunu iddia edecek?

Jean Paul Sartre’ın “Özgürlük Yolları” roman üçlemesindeki kahramanlar gibiyiz; savaşın eşiğinde mantığımızın sesine kulak vermeden bekliyoruz, topluma ve dünyaya yabancılaşmış, kendimizi yalnızlığa mahkum ederek!

Türkiye, bilge adamların mantıklı/insani çözümlerinin hüküm sürdüğü dönemleri geride bırakarak, ayakkabısının arkasına basan mahalle kabadayılarının yumruklarının hüküm sürdüğü, korkunun egemen olduğu bir ülkeye dönüştü!

İlkel kabilelerde savaş, var olmanın ve yaşayabilmenin nedeniydi; günümüz uygar toplumunda ise kaynakların ele geçirilebilmesi, yeni pazarlar elde edilebilmesi, ucuz iş gücü oluşturmanın tek sonucu durumunu da geçerek; iktidarda kalmak, tüm zenginliklerin tek sahibi olmak, dini/mezhepsel bir imparatorluk kurma durumunu aldı.


Nazım Hikmet’in dizeleri belki yumuşatmaya başlamalı taşlaşmış yürekleri ve kapımızı daha fazla ölü çocuklar çalmamalı:”Kapıları çalan benim/ kapıları birer birer/ Gözünüze görünemem/
göze görünmez ölüler”