Parlayan sosyal medya ile sönükleşen insan

İnsanoğlu duysal, görsel ve dokunsal algılarıyla karşısındaki insanı keşfetmeye ve onunla ilgili bir tavır oluşturmaya çalışır. Güven işte bu noktada; bakışlar, ses, mimik, dokunma ve vücut dili gibi kanallardan edinilen bilgilere dayanılarak oluşturulur.

Parlayan sosyal medya ile sönükleşen insan

Sosyal Medya ile asosyalleşen insan

Günümüzde her şeyin giderek hızlanması, iletişim kavramını oldukça değiştirdi. İletişimin, özellikle kitle iletişiminin, literatür tarafından kabul edilen kanalları etkinliğini yitirirken, internetin hayatımıza getirdiği “kolaylıklar” ve “renkler” ile yepyeni bir olgu ortaya çıktı: “Sosyal Medya”. Öncelikle Sosyal Medya’nın tanımına kısaca bakmak gerek. Çünkü iyi niyet ve geniş bir vizyon ile hayata geçen sosyal medya kavramı, kendini sürekli büyüten, geliştiren bir organizma gibi hareket etti ve insanın önce zamanını, sonra enerjisini emerek ona yepyeni bir yaşam tarzı dikte eden bir “şeye” dönüştü. İnternet üzerinde, hakkında onlarca tanım cümlesi bulmak mümkün. Bunları toparlayacak olursak; “Sosyal medya, tek taraflı bilgi paylaşımından çift taraflı ve eş zamanlı bilgi paylaşımına olanak sağlayan, insanların birbirleri ile diyaloglarını da kapsayan, erişimi ve erişilebilirliği yüksek, kullanım için eğitim gerektirmeyen, hızlı bir şekilde bilgi ve içerik paylaşımını sağlayan ağların bir bütünüdür.”

sosyalasosyal

İletişim konusundaki genel anlayışı ele alacak olursak, burada mesajların tam olarak gönderildiği ve anlaşıldığı, buna göre yanıtlandığı bir ortamdan bahsetmemiz gerekir. İnsanların mesaj gönderirken ve aldıkları mesajı anlamaya çalışırken dayanak noktaları aradığını göz ardı edemeyiz. Bu dayanaklar; bilgi, güven gibi içimizde kaynağı bulunan kavramlardır. Bir konu hakkında ve mesajı aldıkları kaynak hakkında bilgi sahibi olmak, güven duymak isteyen insanın bu hızlı ve eşzamanlı “bilgi” bombardımanı altında gerçekten temiz ve doğru bilgiyi aldığına güvenmesi gerekir.


mobil-sosyal-medya

Sadece bilgi kaynaklarıyla değil, sosyal ağlarda karşılaşılan insanlar ile bağlantının da bu kadar hızlandığı bir ortamda, iletişim konusunda anlayış ve beklentilerin de güncellenmesi gerekmiştir. İnsanlar ile iletişimde güven oluşturan birkaç çok önemli kanal vardır. İnsanoğlu duysal, görsel ve dokunsal algılarıyla karşısındaki insanı keşfetmeye ve onunla ilgili bir tavır oluşturmaya çalışır. Güven işte bu noktada, bakışlar, ses, mimik, dokunma ve vücut dili gibi kanallardan edinilen bilgilere dayanılarak oluşturulur. Sosyal Medya kanalları üzerinde karşılaşılan insanlarla bu bağlar kurulmadığı için aslında tam bir güven duygusu oluşmadığını düşünüyorum. Bu güvensizlik hissi içinde insanların iletişim ve bağ kurma konusundaki tavır ve beklentilerini bu duruma uygun şekilde değiştirmelerinden daha doğal bir davranış olamaz.

selfie1

Kendisini yenilemeyen insanın kolaylıkla devre dışı kalabileceği bu yolculuk, aynı zamanda kişilerin kendilerine ve yaşam şekillerine yaklaşımlarını da değiştirdi. Hayatımıza giren “selfie –  özçekim” kavramı, herkesi gittiği yer veya yediği yemeğe odaklanmaktan, kendisini bir yerlerde bir şey yaparken gösterme konusuna odaklanmaya itti. Araba kullanırken yapılan özçekimler sebebiyle yaşanan trafik kazaları artarken, özçekimin sürekli bir kendini ifşaya dönüşmesi de bazı kişilik bozukluklarını meşrulaştıracak duruma geldi.

Cem Mumcu’nun “Kendine Bakma Kitabı” adlı eserinde, narsisistik kişilik bozukluğu belirtilerinin internette kişisel profil oluşturmayla beraber görülme sıklığının nasıl arttığı ve ortamın elverişli olması sebebiyle ne kadar hızlı bir şekilde “meşrulaştığı” ve hatta “normalleştiği” üzerine etkileyici bir analiz yer alıyor.

social-media-mindset

Suçunu ve sorumluluğunu tek başına kimseye yükleyemeyeceğimiz bir gerçek var ortada; insanlar kendilerini oldukları gibi kabul etmekten uzak, birey olmak ve bireysellik hakkında yalan yanlış bilgilerden afallamış bir haldeler ve başkaları tarafından anlaşılmak, önemsenmek ve en önemlisi de sevilmek istiyorlar. Bu istek o kadar kuvvetli ve sosyal medya insana olmak istediği şeyi olmak, görünmek istediği şekilde görünmek üzerine o kadar geniş fırsatlar sunuyor ki kendilerindeki aksamaları ve eksiklikleri görmekten kaçınmaya başlıyorlar. Sosyal Medya üzerinde istediği gibi görünen ve beğenilen insanların gerçek varlıklarını görmezden geldiklerini ve kaçamayacakları bir noktaya gelip de yüzleştiklerinde büyük bir hayal kırıklığı yaşadıklarını düşünüyorum. Çünkü yükseltileri büyütmek, çukurları yok etmediği gibi aradaki mesafeyi açtığı için uçuruma benzer farklarını gördüklerinde bunu telafi etmeyi başaramayacaklarından korkuyorlar.

Ne yazık ki eğitim sistemi insanların kendilerine güvenme, kendilerini sevme ve takdir etme konusunda bir eğitim vermekten aciz ve birey olamamış anne-babalardan birey olmaya dair bir şey öğrenmek de çok mümkün olmadığından modern dünyanın göbeğinde kendisiyle yüzleşen “insan” panikliyor. Paniklemesi normal, çünkü artık odasını kendisi toplamak zorunda ama öncelikle bu odadaki dağınıklığın sebebinin kendisi olduğunu kabul etmek zorunda. Daha önce bu dağınıklıkla yüzleşmemişti.


Kabul; hem kendimize hem de başkalarına karşı içimizde barındırmamız gereken bir huzur bileşenidir. Kabul ettiğimiz her şeye boyun eğmemiz gerekmez, değiştirmenin de baş şartıdır kabul. Bir durumun varlığını görmemiz ve kabul etmemiz, onunla ilgili atacağımız adımları belirler. Kabul olmadığı zaman da sosyal medyanın bir diğer etkisi etkili olmaya başlıyor ve bence son zamanlarda buna çok fazla maruz bırakıldık. Bahsettiğim etki, şiddet eğiliminin artması.

Güven duygusunun eksik kaldığı, kabulün ve tahammülün de az olduğu ortamda insanların tepkileri, biraz da fiziksel erişilebilirliklerinin sınırlı olmasına dayanarak daha şiddetli olabilmektedir. Ayrıca insanları iyiye olduğu kadar şiddet ve katliamlar konusunda yapılan paylaşımlarla öfke ve nefrete sevk etmede de sosyal medyanın rolü büyük. En son Çin’in Yulin eyaletinde yapılan kedi-köpek yeme festivalini protesto için paylaşılan fotoğraflardan, Doğu Türkistan’daki katliam konusunda yapılan paylaşımlar, Suruç’ta meydana gelen ve bütün ülkeyi yasa boğan patlama ile ilgili paylaşımlarda bu öfke ve nefret söylemlerini görmek mümkündü.

“Sosyal Medya” kanallarının devletin kontrol ettiği medya araçlarının sansürlediği olayları yayınlayarak insanlara ulaştırmada önemli bir rol oynadığı da bir gerçek, hem de yadsınamaz, inkar edilemez bir gerçek. Gezi Parkı‘nda doğan ve tüm ülkede bir uyanışı başlatan hareketin de sosyal medya aracılığıyla yayıldığını hatırlamakta fayda var. Aynı ALS için yapılan “IceBucket Challenge” gibi.

gezi-parkinin-direnis-sarkilari_886416692

Tüm bu ve diğer iyi örnekleri çoğaltarak insanı iyiye yönlendirebilecek bir kanal aslında sosyal medya. Niyet açısından yaklaşacak olursak, iletişim ve teknolojinin iyi niyetle ve insanın iyiye gitmesi için son derece vizyoner bir atılım gerçekleştireceğini varsayabiliriz. Ama gerçekler öyle mi? Sokaktaki, hatta daha yakınımızdaki; evimizdeki insanlar bundan nasıl etkileniyor? Kendinizi önünüze koyun. İlkokul arkadaşlarınızı bulmak niyetiyle girdiğiniz Facebook’un son zamanlardaki gündemi nedir? Facebook akışında gördüğünüz mutlu olaylar ve vahşet fotoğrafları ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Yine zaman tünelinde sürekli fotoğrafları akan arkadaşlarınızın en son ne zaman sesini duydunuz? En sıkıntılı anınızda yazdığınız durum güncellemesi yerine yanınızda bir dostunuz olsa daha iyi olmaz mıydı?

Woman_selfie_001

İnsanoğlu çaresizliği sevmez

Elinden geleni yaparak değişim yaratmak ister, kadir olduğunu bilmek ister. Bununla beraber temel bazı ruhsal ihtiyaçları vardır -daha önce bahsettiğim gibi anlaşılmak, önemsenmek ve sevilmek- ve psikolojik değişikliklerinin belli bir hızda gerçekleşmesi gerekir. Sosyal Medya’nın insanın üzerine müthiş bir hızda yağdırdığı -doğruluğu ve kaynağı belli olmayan- bilgilerle ruhsal durumunu bozabileceğini de kabul etmek gerekiyor. Kendimizi ana akım güzellik anlayışından uzak görmek istemiyoruz, son moda giysilerden, en yeni mekanlardan, müzikten, spordan geri kalmak istemiyoruz. Ama bu kadar yeniliğe adapte olacak hızda değişebilir miyiz? Yani değişimi sindirerek gerçekleştirmemiz mümkün mü? Bu soruları sormadan ve kendimizle bağı kopartmadan yürümemiz gerekiyor.


Şimdi biraz durup yavaşlama zamanı, düşünme ve tartma zamanı. İpleri elimizde tuttuğumuzu sanıyoruz belki, büyük resmi görme zamanı. İleride bir gün “Ellerimle bir canavar yarattım” dememek için bugünden bilinç kazanmamız ve kazandırmamız gerekiyor. Bunun için de en hızlı yol sosyal medyayı kullanmak olabilir mi, ne dersiniz?

iPhone X, iPhone 8 ve iPhone 8 Plus’ın fiyatı ve özellikleri neler?