Ehli Vatan Selfiesi: Muhalif Medya Baskınları

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Nokta dergisinin kendisini şehit tabutunun önünde selfie yaptığı çizime sert sözlerle tepki göstererek “Bunlar şerefsiz. Bedelini ödeyecekler” dedi.

Günümüzde medyaya yapılan baskı, şiddet, hedef gösterme ülkenin dünya düzeni içindeki yerini belirlemenin dışında, iktidarın elden kaçmaması üzerine kurgulanmaktadır.

basın gazete medya baskın muhalif medya

Tan Gazetesi Baskını

1945 yılı sonlarında 3 Aralık günü Vatan Gazetesinde Hüseyin Cahit Yalçın “Kalkın ey ehli vatan!” diyerek ülkesini seven insanları komünistlere karşı mücadeleye çağırmaktaydı. Aynı gün İstanbul Üniversitesi’nde de benzer ifadelerle öğrenciler komünistlere karşı mücadeleye çağrıldı. Yetmiş yıl önce 4 Aralık 1945 tarihli gazeteler “İstanbul’da komünist görüşlü basın organlarına ait gazete matbaalarının ve kitabevlerinin çok kalabalık bir grup tarafından tahrip edildiğini” yazıyordu. 2015 tarihine geldiğimiz de hiçbir gelişmenin olmadığını görmek büyük ironi!


Tarihimizdeki ilk gazete baskının başlama nedenleri üzerinde durulması gerekmektedir! Çünkü, halk üzerinde yaratılan tehlikeli algılar, 6/7 Eylül’ü, Maraş’ı, Çorum’u, Sivas’ı ve son dönemde yaşanılanları tetikledi.

Tan Gazetesi baskını, Türkiye’nin, dünya üzerindeki siyasi yönünün belirlenmesinde yaşanan ve kendi içerisinde Cumhuriyetin korunması adına değerlendirildi çoğu kez. Ötekileştirilenin yok edilmesi kültürü de bu demokrasi dışı şiddetin haklı/haksız diye ayrılmasından gelişti!

2. Dünya Savaşı’nın sonunda dünya üzerinde büyük bir hegemonya mücadelesi başladı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) Türk – Sovyet dostluk ve saldırmazlık antlaşmasını tek taraflı olarak iptal edeceğini açıkladığında Türkiye, tarihinin en zorlu dönemlerinden birine giriyordu. Savaşa katılmak istemeyen, kimi zaman müttefik devletlerin (İngiltere, ABD, SSCB) kimi zaman Mihver devletlerin (Almanya, İtalya) tarafında siyaset geliştiren Türkiye, 1945’in sonlarına doğru SSCB’nin bu tehdidi karşısında yalnız kaldı. ABD ve İngiltere’nin savaşa dahil olun çağrılarına olumlu karşılık vermeyen Türkiye, SSCB’ye karşı bu devletlerin yardımını da göremedi. Bu tarihlerde Tek Parti Lideri İsmet İnönü, Sovyet taleplerini kabul etmeyeceklerini gerekirse “namuslu insanlar olarak öleceklerini” ifade etti.

Ülkeyi yıllardır tek partili bir sistemle yöneten Cumhuriyet Halk Partisi, dış politikadaki bu gelişmelerin de etkisiyle, Batı demokrasilerine ayak uydurmak, böylece Sovyetlere karşı Batının desteğini sağlamak için siyasi alanda reformlar yapmaya başladı. Bu yeni yapılanma doğrultusunda farklı siyasi partilerin kurulmasına izin verildi.

Cumhuriyet Halk Partisi içindeki bir grup milletvekili (Celal Bayar, Adnan Menderes) ayrılarak Demokrat Parti adında yeni bir oluşuma gitti. Diğer bir önemli gelişme ise Türkiye’deki sol muhalefetin izleyeceği legal veya illegal yoldu.

Sol muhalefetin önemli isimlerinden Zekeriya Sertel-Sabiha Sertel ise Tan gazetesinde yazdıkları yazılar ile Türkiye – Sovyet ilişkilerinin karşılıklı görüşmeler ile geliştirilmesi yönünde görüşler öne sürmekte ve Türkiye’ye sol bir siyaset önermekteydi. Türkiye, Sovyet baskısı altında ve yalnızlık duygusu içindeyken dile getirilen bu düşünceler iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi hükümetinin görüşlerine ve stratejisine uymuyordu. Hükümetin bu tutumunun dışında basın organlarının da büyük kısmı Tan karşıtı bir duruş sergilemekteydi.

Akşam gazetesinin haberine göre, bir araya gelen binlerce üniversite genci Beyazıt Meydanı’nda toplanıp, saat onda ellerinde “Ne faşistiz, ne komünistiz, demokrat vatanseverleriz”, “Kahrolsun komünistler, kahrolsun Serteller”, “Yaşasın demokrat Türk ülkesi” yazılı pankartlar ile harekete geçti.


Eylemciler hazırladıkları çelengi Taksim’deki Cumhuriyet anıtına bıraktıktan sonra Sirkeci’den hareket ederek Tan Matbaası önüne gelince “Kahrolsun Serteller, kahrolsun komünistler” diye bağırdılar ve polis kordonunu yararak matbaaya girdiler. Bu sırada camlar kırılarak, binanın içinde ve matbaa kısmında tahribat yapıldı. İdarehane ve matbaa içindeki tesisler kullanılamayacak bir hale getirildiği gibi, altı yazı dizme makinesi, mürettiphane kasaları, baskı makineleri, telefonlar, radyolar ciddi tahriplere uğradı. Bazı kağıt bobinleri de depodan çıkarılarak parçalandı ve bir kısım bobinler Sirkeci’ye kadar sürüklenerek denize atıldı.

Eylemciler, Güvenlik güçlerinin aldığı tüm tedbirlere rağmen Beyoğlu’na da geçerek “Yeni Dünya” ve “La Turquie” gazetelerinin basıldığı matbaayı da işgal eder, içeriye girerek orada da baskı alet ve makinelerini ağır hasara uğrattıktan sonra Taksim’e giderek İstiklâl Marşını söyleyip, Cumhuriyet anıtına çelenk koyarak dağılırlar.

muhalif medya baskınları doğan çalık taraf

Muhalif Görüş Değişmeyen Düşman

Günümüzde medyaya yapılan baskı, şiddet, hedef gösterme ülkenin dünya düzeni içindeki yerini belirlemenin dışında, iktidarın elden kaçmaması üzerine kurgulanmaktadır. Muhalif hiçbir yazıya, görüntüye tahammül edilmemektedir. Halkın bilgi alma özgürlüğünü ilke edinen gazete ve yazarlar siyasal erk tarafından sindirilmek istenmektedir. Sindirmenin silahları polis, hukuk ve yandaş şiddettir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ATV canlı yayınında söylediği, “400 vekil alınsaydı bunlar olmazdı” sözlerini Twitter’dan paylaşan Hürriyet Gazetesi’ne “Ya Allah, Bismillah, Allahü Ekber” diyerek tekbir getiren bir grup iktidar yanlısının iki kez baskın düzenlemesi, Türkiye’de muhalif olmanın bedelini ve tehlikesinin hangi boyutta olduğunu gösterdi.

“Bu noktadan sonra HDP’nin PKK’yla, PKK’nın Zaman Gazetesi ile, Zaman Gazetesi’nin de Aydın Doğan’la hiçbir farkı kalmamıştır. Hepsi birer terör örgütüdür. Ve bu adamlara karşı bizim söyleyeceğimiz tek bir şey vardır. Her şeyi Cumhurbaşkanı, başkan olamadığından dolayı yapıyor diyorlar. Biz de şunu söylüyoruz. 1 Kasım’daki seçimden sonra ne çıkarsa çıksın, seni başkan yaptıracağız, seni başkan yaptıracağız, seni başkan yaptıracağız.”

Baskında yer alan bir Milletvekilinin bu Vandal eylemden bile siyasi çıkar elde etmeye çalışması, demokrasiye ve basın özgürlüğüne açık saldırıdır. Kimse bu sözleri ve eylemleri siyasi toleransın içinde değerlendirerek yeni bir algının kapısını açmamalıdır. Kutuplaşmanın ve düşmanlaştırmanın geldiği nokta demokrasiyi ötelemektedir!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Nokta dergisinin kendisini şehit tabutunun önünde selfie yaptığı çizime sert sözlerle tepki göstererek “Bunlar şerefsiz. Bedelini ödeyecekler” dedi.

Siyasi iktidarın kendisine biat etmeyip çok ağır baskılara direnerek gazetecilik yapanların üzerine saldırttığı ve kendisin de yazar olduğu söylenen bir tetikçinin Cumhuriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni’nin devlet tarafından hala öldürülmemesini sorguladığı ve kitlenin korku atmosferinden dolayı sustuğu bir karanlık zamanın eşiği de aşıldı!


İktidar savaşlarında yapılan ve yapılacak olan ayrıştırmalar büyük acıları beraberinde getirmektedir. Aradan geçen yetmiş yıllık zaman da insanlık adına hiçbir gelişmenin olmaması, salt kitlelerin suçlanması demagojik bir yaklaşımdır. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi gazetecilerin öldürülmeleri, zanlıların meçhul kalması geçmiş yıllara özgü bir devlet politikasıydı; günümüzde kendisine Aydın-gazeteci diyen kalemşör çetesi, muhalifleri açıkça hedef göstermektedir. Milletin Vekili olduğu iddiasındaki biri şiddete övgü düzebilmektedir. Dün Ermeniler ve Rumlar yurtlarından kovulup, Alevi halk kıyıma uğrarken; bugün Kürt halkalarının demokratik özgürlük talepleri, terörün nedeni gösterilmektedir.