Elveda Levent Kırca

Levent Kırca’ yı kaybettik! Sürekli acı haberler aldığımız şu son günlerde, bir acı haber de Levent Kırca’ dan geldi…

Elveda Levent Kırca

Geçtiğimiz Temmuz ayından beri karaciğer kanseri tedavisi gören, ülkemizin cesur “sanatçılarından” Levent Kırca, gece 02:40 sularında maalesef yaşam mücadelesini kaybetti.


Levent Kırca yakın zamanda, “5. Bodrum Türk Filmleri Haftası’nda,” layık görüldüğü “Yaşam Boyu Onur Ödülüne” oğlu aracılığı ile bir mektup göndermiş ve mektubun bir yerlerinde, “Anılarınızda bana yer açtığınız için teşekkür ederim” demişti; kısa süre sonunda da maalesef aramızdan ayrıldı.

Ah be “usta!” Anılarımızda yer aldığın kesin ama, senin gibi, bir yerlere yaranma kaygısı olmadan, korkmadan konuşan, cesur “sanatçıların” sayısı artacak mı onu bilmiyorum…

Keşke bu kadar erken gitmeseydin, keşke uzun zaman aramızda kalsaydın, yeniden olacak o kadar deseydin, yeni bir kitap, yeni bir oyun daha yazsaydın, o rahat tavrınla yine bir televizyon programında, ekranlarda görünseydin; keşke, keşke, keşke…


Senin meşhur olacak o kadarının, ilk jenerik sözleri aklıma geliyor şu an; müziği duyuyorum, sözler geliyor ve ülkeye bakıyorum; “aç gözünü seyret, tekrarı yok bunun…”

Seni unutmayacağız…

Levent Kırca’ nın duygu yüklü, son derece anlamlı son mektubu:

“1974’de TRT ile girdim hayatınıza. O günden bu yana baya bir zamanınızı aldım. 41 yıl… Yürekten teşekkür ederim, anılarınızda bana yer açtığınız için. Hayatımda sayısız ödül aldım. Renk renk, biçim biçim. Altından olup da bir şey ifade etmeyeni de var, tenekeden olup da paha biçilmezi de. Aldığım ilk bir kaç ödülü çalışma masamın üstüne koydum. Çalışacak yer kalmayınca camlı bir dolaba koydum. Dolap isyan edince odamı onlara tahsis ettim. Evi istila ettiklerinde ise sokakta kaldım. Arada bir onları ziyaret ettiğimde hiç dertleri olmadığını gördüm. Üzerlerindeki toza rağmen şikayet edeni yoktu. Hepsi yerini biliyordu. Birbirlerine saygılılardı. Hiç kavga etmediler. Birbirlerini yemediler. Bir arada mutlu mesut geçindiler. Altından da olsalar, tenekeden de olsalar, hepsi birer ödüldü. Hepsi eşitti. İki kardeş bir çorap yüzünden kavga edebilirler. Ama komşunun çocuğu sorun çıkardığında iki kardeş birlik olur. Ev sahibi ile kiracı arasında problem olduğunda, bina yıkılacaksa birlik olurlar. O öbürünün tepesinden halı sarkıttığında kavga eden komşular, mahalle maçlarında birlik olur. Hacısı, ateisti takımı gol attığında sarılır, ağlarlar. Düşman ülke sana savaş açtığında ülke birlik olur. Toprağım dediğin adamın her işine koşarsın. Memlekette yüzünü bile görmek istemediğin, başka şehirde canın, memleketlin olur. Toprak aynı toprak, biraz tozlu, biraz killi. Su aynı su, biraz berrak, biraz kireçli. İnsan olarak birbirimizi sahiplenmek, birleşebilmek için uzaylıların dünyayı istila etmesi mi gerekir? Güzellikler paylaştıkça değerlenir, kötülükler çoğaldıkça kanıksanır. Geçmişlerimiz ve benim jenerasyonumdaki insanlar için, eskiler her zaman daha güzel gelmiştir insana. Daha sağlıklı, daha diri, daha dertsiz gelmiştir. Daha adaletli, daha umutlu gelmiştir. Eski zamanlar; “Ah o eski zamanlardır” Bu mektubumu sizlere değerli bir film festivali vesilesiyle yazıyorum. O yüzden benim için yeri çok ayrı olan bir yönetmenden alıntı yapmakta sakınca görmüyorum. Woody Allen’ın Midnight in Paris filminde zaman atlamaları vardır. Film günümüzde başlar, basit ama fantastik bir yöntemle sürekli geçmişe gider. Filmde o geçmiş dönemler içerisinde Ernest Hemingway, Dali, Picasso, T.S. Elliot, Edgar Dega, Luis Bunuel gibi önemi tartışılmaz insanlara rastlarız. Hepsi, hangi dönemde yaşıyor olurlarsa olsun, kendi geçmişlerinin her zaman daha iyi olduğunu ve ona özlem duyduklarını belirtirler. Hepsinin ağzından “Ahh, o eski zamanlar” cümlesini bir kez duyarız. Filmin ana önermesi ise sonunda en güzel anın, içinde bulunduğun, yaşadığın an olduğunu belirtir. Yaşadığımız şuan.. Şuan.. Elinizden yaşam boyu onur ödülünü alıyorum. Ödül vermek onore etmektir. Almaksa onore olmak. Düşünüp, cesaret edip, birşeyi hayata geçirdiğinizde, birileri için değer görüyorsa, sizi ödüllendirirler. Bunun karşılığı maddi karşılığından büyüktür. O işiniz için ödül alırsınız. Yaşam boyu onur ödülü ise yaşamda yaptıklarınızın, varlığınızın ya da amacınızın topyekün mükafatlandırılması gibidir. Bu ödülün anlamı benim için çok büyük. Bu ödülü de eve götüreceğim. Ama diğer ödüllerin arasında baş köşeye koymayacağım. Ödülsen ödüllüğünü bil. Diğerleri neredeyse oraya, yanlarına koyacağım. O da onlarla birlikte tozlanacak. Onlardan biri olacak. Yaşam boyu onur ödülü de olsan, Cumhur’iyet altını da olsan, kimseye ayrı gayrı yapamam. Diğerleri tozlu raflarda dururken, sana saray şeklinde dolap yapmayacağım. Çünkü ödül de olsan, sana hak ettiğin anlamı veren içinde bulunduğu dolabın büyüklüğü ya da şekli değil, bizim sana verdiğimiz değerdir. İster misin şimdi böyle dedim diye, bu ödül beni mahkemeye versin? Güzel şeyler paylaşabildiysek sizinle, ne mutlu bana. Benim jenerasyonumda bir insan çabalarının meyvesini görememe durumuna mı üzülmeli, yoksa daha kötülerini yaşamayacak olduğu için teselli mi bulmalı şuan bilemiyorum. Yine Woody Allen, “Bir yönetmenin en büyük hatası, bu kötü senaryoyu çekerek adam ederim demesidir’’ der. Siz de yönetmensiniz. Ailenizi yöneten, işinizi yöneten.. Etrafınızı yöneten. “Şu an”, yöneten. Birlik verip bu senaryoyu değiştirin ki filminiz de iyi olsun. Dik durun… Adil olun, sabırlı olun, enerjinizin sirayet etmesine müsaade edin. Daha iyi bir dünyada görüşmek ümidiyle.

Atatürkle kalın,
Cumhuriyetle kalın,
Hoşçakalın!

Türkiye’ de sanata kattıklarını, detaylarını anlatmak için uzun uzun sayfalar gerekir, ama kısaca bahsetmek gerekirse; kimdir Levent Kırca?


28 Eylük 1948 yılında dünyaya gelen usta oyuncunun tam adı Zeki Levent Kırca’dır. Sahnelere ilk kez Ankara Devlet Tiyatrosu’nda 1964 yılında adım atan Levent Kırca, Ankara Birlik Tiyatrosu ve Halk Oyuncuları’nda çalıştı. Nasreddin Hoca Oyun Treni, Siz Olsaydınız Ne Yapardınız?, Bu Oyun Nasıl Oynanmalı?, Sağlık Olsun!, Ne Olur Ne Olmaz gibi televizyon dizilerinin yapımcılığını üstlendi. 1978’de Altınşehir adlı filmle sinemaya geçti. Ne Olacak Şimdi? ve Mavi Muammer adlı filmlerde oynadı. Hodri Meydan Topluluğu adlı Tiyatro Grubu’nu kurdu. Eski eşi Oya Başar ile birlikte Güzel ve Çirkin ve Sefiller adlı oyunları sergiledi. Üç Baba Hasan, Kadıncıklar adlı oyunları sergiledi. 1988’de başlayıp 22 yıl süren ‘Olacak O Kadar’ adlı televizyon programını hazırladı. İlk sinema yönetmenlik denemesini ‘Son’ adlı filmle yaptı. Daha sonra ‘Şeytan Bunun Neresinde?’ adlı filmi yönetti. 1998 yılında Kültür Bakanlığı’nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını aldı. Sanatçının ikisi ilk eşinden, ikisi de Oya Başar’dan olan 4 çocuğu bulunuyor. Saint Petersburg Bal Mumu Heykelleri Müzesi’nde heykeli olan nadir Türk sanatçılardandır. 2011 yılında ‘Karımın Dediği Dedik Çaldığı Kontrbas’ isimli komedi dizisine başlamıştır, fakat reyting alamadığından dolayı dizi dört bölüm sürmüş ve bitmiştir. 1 Mart 2011 tarihinden itibaren yayın hayatına günlük gazete olarak devam eden Aydınlık Gazetesi’nin yazarıdır. 1998 yılında almış olduğu Devlet Sanatçısı ünvanı Nisan 2015’te geri alındı. 2015 yılında karaciğer kanserine yakalanan usta oyuncu 12 Ekim 2015’te tedavi gördüğü hastanede bu hastalığa yenik düşerek hayatını kaybetti.


 

Cihan Yılmaz
İstanbul’da yaşar, İstanbul’u da ülkenin bütününü de çok sever. Ne güzel topraklardır bu topraklar; ne güzeldir bu topraklarda düşünmek, yazmak, çizmek, yaşamak; güzeldir elbet…