Acı çekiyorum; öyleyse mutlu muyum?

“Kel ölür sırma saçlı olur; kör ölür, badem gözlü olur” atasözümüzü pek düşünür oldum son günlerde. Rahatlıkla hayatımdan gönderdiğim, hatta kendilerine zamanında nispeten hoyratça davrandığım eşya veya insanlara sonradan ulaşamadığımda yani onları tamamen kaybettiğimi anladığımda bir değerli oluyorlar ki sormayın…

acı zevk deneyim ruhsal tekamül

“İnsanlar sevdikleri şeyi yok etmeye, daha sonra da yok ettikleri şeyi yeniden sevmeye ve değer vermeye meraklıdırlar” diye bir cümle okumuştum bir kitapta. Pek doğru da, neden yok edilen ya da kaybedilen bir şey bunca değerli olur? Niçin kendisine zamanında çok da değer vermediğimiz bir nesne, elimizden kayıp gittikten ve bize ıstırap yaşatmaya başladıktan sonra kıymetli olur?

Şurası açık ki, acı çekmek bir çeşit keyif hali yaşatıyor. Örneğin yediğimizde acıdan bizi kıvrandıran yemeklere düşkün değil miyiz çoğumuz? Bunun sebebi, insan vücudunda acı hissedilen dokularda ağrının azalması için beyin tarafından üretilen Endorfin’in ayrıca mutluluk hormonu da olması. Doğal ağrı kesici hatta bir çeşit doğal uyuşturucu. Özetle; nötr bir haldeyken, mutluluk ve keyif yaratacak olan endorfinin salgılanması için önce illa ki acı hissetmeye başlamamız gerekli. Bu ironik duruma gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum.


Bir de işin ruhsal tekamül yönü var. Dünya zevklerinden mahrumiyet ve ıstırabın, kamil insan olma yolunda yegane yöntem olduğunu bildiren nice felsefi doktrin ve dini inanış yok mu?

Örneğin, dünyayı acı içinde bir yer ve insanı kör istencin esiri olarak tasvir eden Schopenhauer’e göre; insanın, yaşamın anlamını sorgulaması ancak ve ancak acının, ıstırabın deneyimi ile mümkündür. “Eğer, diyor, hayat sonsuz ve acısız olsaydı,  kimse bu dünya neden var ve neden olduğu şekildedir diye sorma ihtiyacı hissetmezdi”


Sözün kısası ister tekamül basamaklarından çıkıp yükselmek isteyin, ister sadece dünyevi zevklere gönül verin, amaca giden yol acıdan geçiyor.

Tabii ki madalyonun bir de diğer yüzü var. Eğer bu tespitler gerçekse; kendimizden bir başkasına yardımcı olmak istiyorsak, yani ona ister manevi anlamda ister fiziksel manada mutluluk yaşatacaksak, önce ona ıstırap çektirmemiz gerekiyor şeklinde bir sonuçla karşı karşıya kalıyoruz. Kulağa ne kadar garip geliyor, değil mi? “Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem. Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir” diyen bir şarkıya hayran olmak da aynı derecede garip gelmeli o zaman.


Ey paradokslarla dolu, bir kısır döngü içerisinde yürüyen İnsan. Sana soruyorum: “Acı çekiyoruz, öyleyse mutlu muyuz?

Bir pansiyon odasında ölüme teğet