Erkeği güçlü görmek isteyen; toplum değil kadın

“Kadın, kariyer de yapacak, yönetici ve lider de olacak, erkekleri ve kadınları da yönlendirecek. Bütün yönetim kademelerinde cinsiyetten bağımsız bir meritokrasi, yani layık olanın yönetiminin olacağı günler de gelecek.” – Korkut Keskiner

kadın mağdur edebiyatı kapak

Bu kez farklı bir bakış açısıyla, “Kadınlar ve mağdur edebiyatı” temalı, kadını eleştiren bir kapak konusu incelemesiyle röportaj katkısı yapmayı düşündüğümde, bir kadın olarak bu konularda kadını kadına anlatabilecek bir erkek düşündüm. Bu kim olabilirdi? İlk aklıma gelen isim, kendi gerçeğinin farkında, içindeki erkek ve kadının dengesini iyi kurduğunu düşündüğüm bir kişiydi. Uzun zamandır yazılarını, seminer ve benzeri çalışmalarını yakından takip ettiğim Korkut Keskiner.

Kadın, kimlik ve birey olarak nerede? Kendi içinde bulunan gücün, potansiyelin ne kadar farkında? Kendini tanıyor mu; erteliyor mu? Korkuları neler? Ne zaman kaçıyor? Kadın mı kendini bastırıyor, toplum mu? Kadın erkeği neden güçlü görmek istiyor? Kadın cinselliğini nasıl yaşıyor?


Bu ve benzeri sorularla; kadını kendine ve kadını erkeğe de anlatan, ilişkilere, aşka dair verdiği samimi cevaplarla yaşama dair izler bulabileceğiniz aydınlatıcı, zevkli, sohbet tadında bir röportaj oldu…

Röportaj | Korkut Keskiner

Türkiye’de kadının kimliği denilince neden hep ezilen, şiddete maruz kalan, kaybeden, mağdur benzeri sıfatlar akla geliyor? Toplum olarak güçlü, değerinin farkında, kişiliği oturmuş, karakterli kadını yeterince yüceltiyor muyuz?

Bu ne yazık ki İslamiyet’in kabulüyle başlıyor dense de aslında Bizans’ın hükumet etme biçimini benimsememizle ilgili. Harem, kadının geride kalması filan, eski Türk beyliklerinde yok. Ama sonra, büyük değişimler olmuş ve toplumda kadın İslami yorumların sınırlarına hapsolmuş. Sakallı Celal, aydınlarımızı; “doğuya giden bir gemide batıya koşanlar” olarak tanımlamıştı. Sonra Cumhuriyet ile batıya giden bir gemide filoda en arkada kalsak da ufkumuzu bulmuştuk. Bugün gemi pusulasız, içindekilerin bir bölümü doğuya, bir bölümü batıya bakıyor.

Yine de ne dersek diyelim, ne kadar uğraşırsak uğraşalım, biz okumuş bir doğu toplumuyuz. Toplumsal olarak en çok, bizden daha çok okumuş Rus toplumuna benzeriz. Orada da kadın hiç farklı değil…

Kadın kimliği dediğimizde aslında yine yanılıyoruz. Kadının adı da var, kimliği de… O kimlik; insan kimliği. Kadın kimliği dersek, aslında insan kimliğinin altında, evrensel olmayan bir alt kategori yaratıyoruz. Sanki kadın insandan farklı gibi… Oysa elbette öyle değil. Cinsiyet üzerinden, hatta cinsel yönelim üzerinden kimlik olmaz. İnsan insandır ve hepimiz eşitiz.

Güçlü kadını yüceltmek de yine aynı manada. Güçsüz kadını da yüceltmeliyiz. Güçsüz erkekleri de yüceltmeliyiz.

Bu röportajı okuyacaklar, şanslı insanlar. Güçlü kadınları yüceltmek onlara cazip ve doğru gibi görünebilir. Ama kadın ya da erkek, güçlü ya da güçsüz, aslında” sadece insan olmak” yüceltilmek için yeterli.

“Kadın, içinde her şeyin potansiyelinin olduğu o muazzam sakin gücü keşfetmeli”

Kadınlar güçlü olmak istiyorlar mı? Yoksa bir çeşit atalet içinde kendilerini mi erteliyorlar?

Kadınlar da erkekler kadar güçlü olmak isterler. Burada miktar açısından bir fark yok. Fark gücün kalitesi ve tanımında!

Özellikle, aslında yine kadınlar tarafından yetiştirilen erkekleri, maddi güç biriktirmek zorunda bırakıyoruz. Mali, sosyal,  siyasal, askeri ya da kas gücü olmayan erkek, kendini güçlü saymıyor. Hatta cinsel açıdan bile böyle, erkek sürekli güçlü olmak zorunda.

Bu, aktif güç, eski tabirle kuvvet. Oysa kadının gücü, sakin güç… Eski tabirle kudret, yani değiştirme gücü…

Modern uygarlık sayesinde eskiden uzak tutulduğu bilgiye kavuşan, doğru eğitimler alabilen kadın, ne yazık ki erkeklerden beklediği güç tanımının tuzağına düştü. Kendisini, erkek türünde bir güce mecbur hissetti. Oysa kadın, her ama her açıdan erkekten daha güçlü… Onun doğayla uyumu, evreni kavrayabilmesi, iç sesiyle konuşabilmesi, sezgileri ve hepsinin üstünde ve hepsinin nedeni olan doğurganlığı erkekte yok.

Ama kadın erkekle, erkek gücü rekabetine girerse, maalesef, hem kendisi, hem uygarlığımız ilerleyemeyecek.

Elbette kadın, kariyer de yapacak, yönetici ve lider de olacak, erkekleri ve kadınları da yönlendirecek. Bütün yönetim kademelerinde cinsiyetten bağımsız bir meritokrasi, yani layık olanın yönetiminin olacağı günler de gelecek.

Ama maalesef, benim görebildiğim kadarıyla kadın, erkek gücünün, aslında kendi doğasına uymayan miktar tarafına odaklanıyor. Erkek gücü aptaldır. Derin değildir, güncel ve yereldir. Oysa kadının gücü değiştirebilir, dönüştürebilir.

Kadın, içinde her şeyin potansiyelinin olduğu, o muazzam sakin gücü keşfetmeli. Bunu başta oğullarına ve yakınındaki erkeklere öğretmeli. Ancak o zaman, kadının gücünün ne kadar önemli olduğunu, ona ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlayabileceğiz.

kadın potansiyelinin farkında mı kadın erkek ilişkileri aşk sevgi aile korkular mağdur kadın

“Asıl etken, kadının doğurganlığı”

Sınır çizmek ne demektir? Kadın sınır çizemiyor olabilir mi? Örneğin “hayır” demek istediği halde “evet” mi diyor? Ya da zamana bırakıp erkeğin değişmesini mi bekliyor? Veya fedakarlık rolünü oynayıp ezilmeye neden izin veriyor?

Kadın genelde evet ve hayır yerine, “belki” der. Ki bu da çok seçenekli, özgür ruhlu insan deneyimi için çok uygun. Bir gün öyle ya da bir gün böyle olabilmeyi, kadın doğal olarak biliyor, sonradan öğrenmesi gerekmiyor.

Sınır çizmek çok şart değil, alan çizmek şart.

Kadının temel sorunu, kendi özgür ve bireysel alanlarını çizememesi… O alanlara müdahale edilmesine izin vermesi… Genel alanlarda çok aktif birçok kadın, özel alanlarında müdahaleye açık.

Ben burada asıl etkenin, kadının doğurganlığı olduğunu görüyorum. Çocuk doğurmasa da kadın aslında doğurganlığın ve çocukların sorumluluğunu taşıyor. Aslında, alanına müdahale edilmesine verdiği bütün izinler, mevcut ya da potansiyel çocuklarının ya da başka annelerin çocuklarının geleceğiyle ilgili endişelerden kaynaklanıyor.

Yani mesele erkek ve onun baskısı değil; kadının çocuklarının geleceği için endişeleri… Fedakarlık bir rol değil, içgüdüsel bir seçim. Buna izin vermeyen kadınlar, sınır çizer gibi görünseler de aslında kendi bireyselliklerini ve bireysel alanlarını fark etmiş kadınlar…

“Kadın, sadece ona öğretilenleri değil, aynı zamanda içgüdüsel engellerini de aşmalı!”

Kadında kaybetme korkusu (bağımlı kadın) ve kurban bilinci üzerine konuşacak olursak… Kadın bunun önüne nasıl geçebilir? Kadınlara kurban rolünü kendileri mi yapıştırıyor, toplum mu?

Kadına ait her değer kutsal değil. Kadın muhasebe konusunda erkekten çok daha yetenekli… Tahmin konusunda da öyle. Hangi entelektüel seviyede olursa olsun, hep geleceği hesaplıyor.

Kaybetme korkusu olan kadın aslında bağımlı değil. Kadın toplumda kendisine destek arıyor. İstisnalar hariç, büyük olasılıkla, daha güçlü bir destek bulursa, bağımlı olduğu zannını yaşadığı insanları kaybetmek umurunda olmaz.

Bu yüzden kadın; kendisi, toplum, eğitim ya da uygarlık tarafından öğretilenlerin yanında, içgüdüsel engellerini de aşmalı. Elbette bugün o noktada değiliz. Ekonomi, hukuk ve daha birçok norm, kadını özgürleştirmeye yetmiyor. Ama kadın içindeki özgürlük ateşini hep beslemeli. Ne erkekler, ne çocuklar, ne de hepsinin toplamı, bir tek kadından daha güçlü değil. Ama bunun nedeni aslında baba sorunu. Babalarından sevgi, şefkat ve aslında güç alamamış kadınların sorunu…

“Kadının, sperm dağıtmaya programlı bir erkeğe, bütün mevcudiyetini emanet etme güdüsü çok ilkel”

Kadınlarda değersizlik duygusunun kaynağına inecek olursak… Terkedilmekten korkan kadın (kutupluluk; aslında bunu pilin diğer ucunda kalarak kendisi yaratmış mı oluyor?) Nasıl davranmalı?

Kadının terk edilme korkusu çok ilginç aslında. Kadın kendisi ayda bir üreyebilecek, eğer cenin oluşursa, karnında 9 ay ve sonra bir ömür boyu bakacağı bir çocuğun annesi olarak görmekten vazgeçemedi. Bu yüzden, bu muhtemel çocuğa kendisiyle beraber bakabilecek bir adam bulduğunda bağlanıyor. Hele çocuk doğarsa, daha da çok bağlanıyor.

Çocuk varsa anlarım. Ama henüz çocuk yokken, aslında aptal ve sperm dağıtmaya programlı bir erkeğe, bütün mevcudiyetini emanet etme güdüsü çok ilkel.

Ama burada yine kadının çocuklarıyla ilgili endişeleri var. Kadın yüksek genli çocuklar istiyor. Bunun için, bulabildiği en yüksek genli adamı, kendisine ayırıyor ki o adamın genleri kendi çocuklarıyla rekabete girecek başka çocuklar yaratmasın.

O adam aslında sadece bu yüzden değerli. Daha yüksek genler bulsa, o adam, artık o kadar değerli değil.

Burada en acıklı noktaya geliyoruz. Aslında zekanın kaynağı da annenin genleri ve aslında o çocukları doğru yetiştirecek olan da anne.

Ne yazık ki kadın, bu aşamada kendini yok sayıyor. Erkeğin genlerine bakarken, kendi potansiyelini anlamıyor, kavrayamıyor. Çocuklar kadınındır, hem genetik olarak hem de sosyal ve hukuki olarak… Kadının bunu anlaması lazım.

“Bekaret çok ilginç bir engel”

Kadın bir ilişkiye girdiğinde erkek eski sevgilileri hakkında bilgi verebilirken, kadın eski sevgilileri hakkında erkekle konuşmaktan neden çekiniyor? Bu ilişkiyi olumsuz etkileyen bir faktör müdür? Kadın nasıl davranmalıdır?

Bekaret çok ilginç bir engel. Basit bir biyolojik zar aslında. Ama ona atfedilen değerler, özellikle örgütlü tek tanrılı dinler tarafından, o kadar abartılmış ki kadının ve aslında ne yazık ki erkeklerin de toplumun da cinsel mutsuzluğunun sebebi haline gelmiş.

Daha önce söyledim, başta anneleri olmak üzere erkekleri yanlış yetiştiriyoruz. Güç biriktirmek demek, cinsel güç anlamına da geliyor. Erkek cinsel gücü konusunda saplantılı. Bu yüzden en büyük korkusu, cinsel gücünün sorgulanması.

Erkek karşılaştırılmaktan çok ama çok korkar. Birilerinin cinsel açıdan kendisinden daha güçlü olduğunu bilmek ya da duymak istemez. Bekaret merakının sebebi budur, kendisinden önce deneyim yaşamamış biri, onu zaten başkalarıyla karşılaştıramayacaktır.

“Cinsel deneyimi evliliğe ertelemek doğru değil”

Ama kadınları da yanlış yetiştiriyoruz. Kadınlara cinsel deneyimi sadece duygusal açıdan çok yakın oldukları biriyle uygun görüyor, hatta cinsel deneyimi evliliğe ertelemelerini öneriyoruz.

Kadınların cinsel açıdan daha özgür yetişmeleri lazım. Elbette sosyal ve kültürel sınırlar var, ve her birey kendi seçimlerini yapacak. Ama kadınları cinsel açıdan sınırlayan her bakış açısı, aslında uygarlığımızı da engelliyor.

Eski ilişkilerden bahsetmeye gelince… Ne erkek, ne kadın, ne eski ilişkileri sormalı, ne de yanıt vermeli. Daha da ileri gidelim; ne erkek, ne kadın, mevcut ilişkileri de ne sormalı, ne de yanıt vermeli.  Şimdi ve burada beraberlerse, bunu seçmişlerdir. Bu konuda dilsizler diyaloğu gerekir.

Kadınlarda ilgi açlığı neden?

Kadınlardaki ilgi beklentisi ve açlığı neden var? Kadın bunun önüne nasıl geçebilir? İlgiyi dışarıdan alınca tamamlanacak mıdır?

İlgi beklentisi her insanda var. İnsanın zihnini, ruhunu, hatta bedenini besler ve iyidir.

Minik flörtler olmadan, önüne bakarak yaşayan insanlar çok mutsuz ve renksiz.

Kadının bu noktada erkekten farkı şu. Erkek, sadece kadınlardan ilgi bekler. Ama kadın, önce kadınlar ve daha sonra erkekler tarafından beğenilmek ister.

“Eğer partneri, bir kadının zihnine ve ruhuna da hitap edebiliyorsa kadının karşı cinsten beklentisi azalır. Ama bir kadın, erkeği ruhen, zihnen ve bedenen mutlu etse de erkek sperm dağıtıcılığı görevini kolay bırakamaz.”

Kadın ya da erkek, insan asla bir başkasının ilgisiyle tatmin olmaz. O ilgiler çerezdir, atıştırmalıktır. Keyiflidir, ama karın doyurmaz.

Aslolan, birbirini sürekli destekleyen, birbirlerini özgürleştirip, gelişmelerini teşvik eden partnerler ve özen, şefkat ve güven. Ama aşk şart değil! Çünkü aşk bir bütünlenme sarhoşluğu.


Aşk; birinin, bütünün bir diğer parçasının, bütün çıkıntı ve girintilerimizle tam uyumlu şekilde gelip, bizi bütünleyeceği ve bütüne ulaştıracağı zannıdır.

Oysa bu imkansızdır. Bizi bütünleyecek olan, kadın ya da erkek olalım fark etmez, kendi içimizdeki bütün kutuplar gibi kendi içimizdeki kadını ve erkeği keşfedip, onların birbirine aşık olmasını sağlamaktır.

Bu elbette kolay değil, ama Mungan diyor ki “En sağlıklı ilişkileri yalnız kalmayı başaranlar kurarlar”.

“Yalnızken huzurluysak dengeyi sağlamışız demektir.”

O zaman açlık biter, oburluktan gurmeliğe geçeriz.

Kadın ilişkiye beklentiler ile girerken erkeğe çoğu zaman sadece anı yaşamak yetebiliyor. Kadın neden anı yaşayamıyor? Erkek beklentileri karşılamayınca kadın kendini neden mağdur hissediyor?

Kadın sürekli muhasebede. Geçmiş ve gelecek konusunda çok sayıda açık hesap var kafasında. Bu yüzden anın değerini öğrenmesi zaman alıyor. Erkeğin kafası basit çalışır. Yap ve yapmalar ile sürdürür hayatını. Bu yüzden kadının erkeğe doğru ve tutarlı bir yap ve yapma listesi vermesi gerekir.

Ama burada çok kritik bir mesele daha var. Kadın; imaları, ince mesajları erkeğin anlayamadığını görünce asla erkeğin anlayacağı dile geçmemelidir. Bu çok sık yapılan bir hatadır ve geri dönüşü olmaz. Dil yaraları herkesi ve özellikle erkekleri çok etkiler. Yapılması gereken; sabırla, kadının dilini erkeğe öğretmesidir. Evet, annesi yapamamıştır, ama inanın kadın dilini öğrenmiş bir erkek için o sabra değer.

“Esas sorun annelerin oğullarını, babaların kızlarını nasıl yetiştirdiklerinde”

Küçük yaşta erkekliği yüceltilen erkek ve dişiliği bastırılan kadınlar, büyüdüklerinde bireysel olarak nasıl etkileniyorlar? Bu durum topluma nasıl yansıyor?

Erdal Atabek yazmıştı, “Kışkırtılmış Erkeklik, Bastırılmış Kadınlık” aslında hepimizin okuması lazım.

Esas sorun annelerin oğullarını, babaların kızlarını nasıl yetiştirdiklerinde… Mesela bazen tam tersi de oluyor, oğullar bastırılmış, kızlar kışkırtılmış da olabiliyor. Bu yüzden, çocuklarımızı yetiştirirken kız ya da erkek olmalarından bağımsız; insan olarak yetiştirmemiz gerekli. Elbette kalite farklı olacaktır ama değer, önem, haklar, bütçeler ve hatta öpme – sarılma – şefkat miktarlarında aralarında hiçbir fark olmamalı.

Ama ne yazık ki anne ve babalar bu konuda büyük hatalar yapıyorlar. Babalar kızlarına çok sarılmıyor, sarılsa da onların içlerindeki kadını değil, erkeği yüceltiyorlar. Anneler kocalarından doğan duygusal boşluğu oğullarıyla doldurmaya çalışıp onları kendilerine duygusal koca yapıyorlar.

Toplum bu açıdan yaralı ruhlarla dolu. Karşı cinsteki ebeveynlerinden beslenememiş ve bu yüzden karşı cinsi anlayamayan bireyler.

“Erkeği güçlü görmek isteyen; toplum değil, kadınlar.”

Toplum neden erkeği güçlü görmek istiyor? Kadınlar erkeğe yükledikleri (namusunu koru, karına, çocuğuna bak, evini geçindir, çalış – para kazan – biriktir vb.) yükleri yükleyerek neden yaşamın dışında kalmayı tercih edebiliyorlar?

Dürüst olalım, erkeği güçlü görmek isteyen toplum değil. Erkeği güçlü görmek isteyen kadınlar. Bu yüzden, erkek egemen uygarlığımız, erkeklerin kadınlara ulaşabilmesi için, maddi güç biriktirebilmeleri için kurulmuş. Ne yazık ki erkekler tarafından kurulan bu uygarlıkta, en mutsuz olan da erkekler. Çünkü maddi güç biriktirme odağıyla, maneviyatlarına, iç dünyalarına yabancılaşıyorlar.

Dinlenme anlarında ya diğer erkeklerin yanına, ya da bir dış sese kaçıyorlar. İç seslerini dinleseler ne kadar mutsuz olduklarını görecekler. Ama yaşamın dışında değiller. Tam tersine, vaaz ve vaat edilmiş yaşam bu.

Büyük bir mekanizmada dişli olmaktan öte bir vizyon yok. Ama bu dünyevi yaşam, Matrix’teki illüzyon dünyası… Hakikatin bedelini ödeyen erkekler de var ve onlar gerçekten yaşıyorlar.

Erkek tek gecelik ilişkiye sıcak bakarken kadın neden tek gecelik ilişki yaşamayı reddediyor? Tek gecelik ilişkiden neden korkuyor veya tepkiyle yaklaşıyor?

Aslında aynılar. Ama soru ilginç, neden tek gecelik? Kadınların çoğu tek gündüzlük ilişkilere de açıklar mesela. Ya da birbirini izleyen gündüzlere…

Sorudaki sorun şu: Erkek gece de özgür, ama kadın gece özgür mü, evinde mi olmalı? Bu büyük bir zihinsel engel ve aşmalıyız. Kadın ve erkek, gece ve gündüz eşit.

Eğer zorunluluk ve sorumluluk olmadan gerçekleşen cinsel deneyimlerden bahsediyorsak, aslında bu iki cinsiyet için de uygun. İki cinsiyet için de uygun değil.

Saygı duymadığımız biriyle, sadece bedensel bir birliktelik hem enerjimizi çalar, hem kendimize saygımızı azaltır. Ama saygı duyduğumuz biriyle, ister gündüz, ister gece yaşadığımız zihnin, ruhun ve bedenin bir arada olduğu bir deneyim bizi yükseltir.

Geçici ilişkilerde genellersek, kadın saygı duyma kuralını unutmuş, sevgi duyma kuralına bağlı. Erkek ise ikisini de umursamayan bir ilkellikte.

Kadın cinsellikten ne bekliyor?

Kadın cinsel olarak özgür olmak istiyor mu? Cinsel ilişki yaşandıktan sonra ilişki devam etmezse kadın neden kendini mağdur görebiliyor?

Elbette kadın da bütün insanlar gibi cinsel olarak özgür olmak istiyor. Çoğunluk olmasa da böyle çok kadın var ve sonraki duyguları umurlarında da değil. Çünkü kadın dergilerinin, kadınlara erkek mantalitesini öğrettiği orgazm sayısına, cinselliğin matematiğine odaklanmışlar. Yine de aynaya baktıklarında farklı hissediyorlar. Çünkü içgüdüleri var.

Bütün kadınların, bu konuda içgüdüleriyle uzlaşarak bir denge kurması lazım. Çocuk sahibi olacağı, o yüksek genlere sahip olan adam ayrı. Elbette bütün hayat boyunca sorumlu olacağımız çocuk kararını verirken, doğru partner aramak çok doğru ve mantıklı. Diğer yandan kadın, cinsel deneyim yaşayacağı, yaşayabileceği bütün adamlardan aynı yüksek norm ve kaliteleri beklememeli. Sorun tam burada.

Saygı duyduğu bir adamla zihnin ve ruhun da dahil olacağı bir deneyim yaşamak, kadının da çok istediği bir şey. Ama o adamla çocuklu gelecek kaygısı olmadan olmalı.

“Kadın cinsel arzularını ifade etmeyi başarırsa bütün uygarlığımız değişir”

Kadın, beğendiği arzu ettiği erkeğe neden erkeğin yaptığı gibi mesaj veremiyor? Yanlış anlaşılmaktan mı korkuyor? Neden yanlış? Kadın, kadınlığını yaşamaktan neden çekiniyor? Bu korkusunu nasıl aşabilir?

Kadının hikayesi hep aynı. Hoşlandığı ya da arzu ettiği o erkek, ya aslında çocuk doğurmayı isteyeceği erkekse; gelecekteki çocuklarının babasıysa?

Ve kadının verdiği mesajı “yanlış” değerlendirip, onun başkalarından da çocuk doğurmaya meyilli ve bu yüzden çocuk sahibi olmak istemeyeceği bir kadın olduğunu düşünürse? Kadının endişesi  bu.

Yanlış anlaşılmak derken aslında “ben seni arzu ediyorum” demekle yetinmiyor, sonrasını da hesaplıyor. Ve sonrasını düşününce, kendisini engelliyor.

Yüksek genli bir erkeğin, daha yüksek genli bir erkek bulunca kendisini terk edebilecek özgür bir kadın olduğunu düşünmesinden korkuyor.

Kadınlığını yaşamaktan korkuyor dersek, kadınlık tam da bu. Aslında korkulması gereken de bu…

Yani kadının cinsel özgürlüğüne veya arzu ettiği erkeğe mesaj verme özgürlüğüne ulaşabilmesi için hamile kalmakla ilgili bilinçaltı kodlarını çözmesi lazım.

Çocuk doğurmak isteyeceği adamı bulmak ayrı bir konu ve elbette daha titiz sorgulamalar gerekir. Aslında o adamlar “aramakla bulunmaz ama bulanlar, arayanlardır”.

Üstelik, ruhsal plandan bakarsak çocuk doğurmak isteyeceği erkek, hatta istemese de doğuracağı erkek, zaten evrensel planda belirlidir. Çocuk kontratları ruhlar arasında çok önceden yapılır.

Kadın cinsel arzularını ifade etmeyi başarırsa bütün uygarlığımız değişir.

Elbette saygı duyduğu adamlar olmalı, ama beyaz atlı prense kadar, siyah atlı şövalyeler de harikadır.

Birbirini çekemeyen ya da kıskanan kadınlar hakkındaki fikirleriniz? (kompleks, güvensizlik, kıskançlık, sahte övgüler vb.)

Kadınlar harikadır.

Erkekler ava gittiklerinde mağarada sosyalleşmeyi öğrenmişler. Bu sosyalleşme, erkekler yokken dayanışmayı gerektirmiş. Kadınların dayanışması efsanevidir, manevi olarak her şeyi birbirlerine sunarlar. Erkekler varken yüksek genler konusunda bir rekabet oluşturmuş. Kadınların rekabeti de efsanevidir, maddi konularda birbirlerini kıskandırmak isterler. Bu rekabet, eşlerinin onlara verdikleriyle daha da artar. Eğer ortada paylaşılamayan bir erkek yoksa, bu rekabet haset noktasına pek ulaşmaz, imrenme, özenme, öykünme aşamalarında kalır.

Elbette kadınlara özgü dil becerileriyle, erkeklerin başaramayacağı alt mesajlar verilir. Yine de eğlencelidir. Menopozdan sonrakiler hariç -ki onların da bazıları dahil- bütün kadınlar bundan keyif alır.

Asıl odaklanacağımız konu, kadınların bir anda, dayanışmaya geçebilmeleri olmalı. Uygarlığımızın umudu burada. Kadınların dayanışması, hepimiz için önemli. Bizi kurtarsınlar, sonra tatlı tatlı didişsinler…

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Harika sorular ve röportaj oldu, biraz sert şeyler söyledim, ama arkasındayım. Üç konu benim için önemli. Birincisi, içlerindeki kadınla barışık erkekler ve kadınlar bu genellemelerin dışında. İkincisi, her zaman istisnalar da var. Üçüncüsü, her iki cinsten eşcinseller, kendilerine yakın buldukları bölüme odaklansınlar, onları asla yok saymıyorum. Teşekkür ederim.

korkut keskiner
Korkut Keskiner

Biyografi: Korkut Keskiner

1.11.1968 İzmir doğumluyum. Çok küçük yaşlardan beri daha büyük bir gerçeği aradım. Devlette ve aile işinde bir süre oyalandıktan sonra kendim ve mutlu olmaya karar verdim. Daha çok enerji sistemleri ağırlıklı olarak birçok konuda eğitim aldım, sevdiğim konularda eğitim verdim. Hocalar yetiştirdim. Şimdi daha büyük gerçeği aramaya devam ederken, bulabildiklerimi paylaşma zamanı.

İlgili yazılar

Murat Menteş: Türkiye’yi roman okuyan kadınlar kurtaracak

Mihri Müşfik Hanım: Sıra Dışı Bir Kadın


Halide Edip: Kendi doğrularında yalnızlaşan güçlü bir kadın


Hale Karaarslan
İndigo Dergisi’nde Yazı İşleri Müdürü ve Yayıncı olarak görev yapıyor. İndigo Dergisi’ni kendisi ve yazarlar için bir okul olarak görüyor. Yaşama ve insana dair pek çok şey öğrenerek, yürekleri sonsuz güzellikle çarpan bir sevgi ailesinin içinde her gün biraz daha maskelerinden arınarak, özünü, kendi olanı buluyor. İki harika çocuğunun öğretmenliğinde ve eşinin her konuda kendisini destekleyen sevgisi eşliğinde öğrenmeye devam ediyor. İstanbul ve Marmaris'te yaşıyor.