İmgelere Tutuklu Kalmak

Yaşanılan ne varsa, olduğu anda bir gerçeklik kazanıyor. Yalın bir gerçeğin anlam kazanabilmesi için, imgeleri zenginleştirilmiş düşlere ihtiyaç duyarız, kim bunu inkar edebilir ki?

2262790618_cceb24b165_z

Koyu kızıl bir karanlığın içindeyim. Bu korkak ve yalnız saatlerde kedilerden hiçbir farkım yok; oturup kendi yaralarımı yalıyorum. Burada olmam başkasının rüyası olabilir mi? Uyandığında ne anlam verebilecek peki? Buraya neden kapatılmıştım? Tutukluydum. Yalnızdım. Çaresizce, soğuk demirin ürpertisini hissediyordum tenimde. Hücre, gökyüzünü yasaklamıştı umutsuz gözlerime. Dışarıdan gelen korna sesleri, vapur ve martı sesleri mendil mi sallıyordu bana, hangi bilinmezliğin yolcusuydum?


Eski zamanların buğulanmış anılarında, martılar getirmişti çığlıkları ile şehrin gürültüsü içinde av olmaktan korkan yanlış bir sevişmeyi; ikimiz de öğrenmiştik sonra soruların yanlış yanıtlarını: Sen biraz daha nefretine etimi katarken, ben, sen olma yolunda mesafeyi kapatmıştım ve zamanın çok ötesinde, ikindi yağmurlarında boğulmuştu yarım kalan öpüşlerimiz.

[quote]Bu kadar saat oldu, ne kadar saat oldu? Aslında bilmiyorum, tıpkı benden öncekilerin de bilemedikleri gibi. Gece mi? Sanmıyorum. Gece olsa bu kadar hareket olmazdı. Dipsiz bir karanlığa uyanmışım, gerçeklik eğilip bükülebiliyor komut sertliğinde. [/quote]

Parmak izi, fotoğraflar, sorgular, avukatlar…Dört gün içinde çıkarsın demişti yalanına kendi inanan biri. ‘ Dört Gün Sonra! ‘ adını verdiğim bir umuda tutundum. Bu gün kaçıncı gün? Beynimin içinde alarm zilleri çalıyor. Tehlike! Ama kabullenmemeliyim, hayır. Bu bir kabus, kötü bir rüya. Rakıyı yine fazla kaçırmış olmalıyım. Birazdan uyanacağım ve işime gideceğim, akşam karım ile yine geçim sıkıntılarından birbirimizi tüketeceğiz. Allahım uyanmalıyım artık!

tutuklu

Uykusuzluğun sarmalında uyku düşleri kurardım eskiden,pencereleri açık bir oda da kanepe yalnızlığında uyumaya çalışan bir adamın, kanepe üzerinde huzurla uyuduğunun düşünü. Sonra ben, huzurun matematiğini çözmeye çalışırken, çoklu bilinmeyen denklemlerde ki, x’ ler ve y’ ler anlam kazanmamak için inatlaşırdı. Belki de gördüğüm, uyanık bir adamın uykuyu bekleme düşüydü, huzurla uyuyan da bendim. Kendine özgü anahtarlarıyla kurulan oyuncakların son adımını atar gibiydim, bir iki defa kurulmuştum ve şimdi benden umut kesilmişti.

Uyumsuzluğum topluma arkamı dönmemle başlamıştı. Haftanın beş günü çalışıp, kendini bitirmek, haftasonları sosyal etkinlikler, iyi bir aile babası…Yazılan senaryonun farkındaydım: İşimi sevmiyordum, haftasonları evden çıkmak istemezdim, ihanet ruhumda vardı…Kendim olduğumda uyum düşleri görür ve onu yaşardım; düşteki bense ‘ Aslına’ döneceğinin düşünü görürdü. Kısaca bu düşler, kendi bütünlüğünde ele alındığında bir kabustu. Korkunun böldüğü yaşamlar yalnızlığın girdabında harcanırken, düşler görmek nefes almak gibidir. Gerçekte yaşadıklarımız ise, nefret, korku, hiçlik, kaçış…Tutunabileceğimiz ne var ki? Bir halk düşmanı değildim ayrıca. Toplum dediğimiz kitle beni kendinden yalıtmıştı. Düş tek gerçek.

Yaşanılan ne varsa, olduğu anda bir gerçeklik kazanıyor. Yalın bir gerçeğin anlam kazanabilmesi için, imgeleri zenginleştirilmiş düşlere ihtiyaç duyarız, kim bunu inkar edebilir ki? Mesai saatlerindeki yavanlık, trafiğin uyandırdığı katliam duyguları, seyretmeye çalıştığımız berbat filmler, başarısız sevişmeler…düş dünyamızda ‘ Alice Harikalar Diyarında’ oluverir. Bu yaşama tahammül edebilme gücüdür ve bazılarımız buna ‘ Yalan’ der. Yalanlar düşün imgesi ve kurgusudur: İşimi sevmediğim halde en riskli kararları alan, en büyük kayıp ve kazançları elde eden bir çalışan adam profili çizeken; ailesi ile hiçbir şey yapmak istemeyen ve devamlı ihanet hayalleri kuran birine dönmem an meselesi oluveriyordu. Başarısız sevişmelerime ideolojik ve felsefi anlamlar yükleyerek, en büyük aşığı oynayan bir ‘ Kazanova’ oluyordum sonra. Düşlerimin labirentlerinde sayısız kimliğe bürünebiliyordum.

Kentin uygar caddelerinden geçerken, serseri adımlarım uyumsuzluğun şarkılarını söylerdi ve sokak köpeği kimsesizlikler büyütürdüm çevremde; saflığı arama yolunda, hiçliğe varmak isteyen sarhoş bir filozof olduğumu, üç adımlık bu hücrede kabul etmek istemiyorum!

Tutuklu İmgelemi

Şimdi bana, anımsamaya çalıştığım çocukluk anıları kadar uzak geliyordu sevdiğim kadının varlığı. O’nu tanıdığımda, mantığımı çöplüğe kusmuştum ama yüreğim güçlüydü; sevmenin korumak ve saklamak olduğu yanılsamasını yaşıyordum kendi içimde.Bu bir ‘ Yasak Aşk’ dı ve bunu bildiğim için kendime çok fazla kızgın oluyordum. O’ nu seviyordum. O’nu kaybetme tehlikesini her an hissediyor ve yine kendime kızıyordum. Hayatımın, yani sandığımın içinde duran kopuk parçaları ve kayıp zamanları telafi eden bir sevda olmasını istemiştim, geçmişi ve yarını olmayan.

[quote]İlk öpüşünü hatırlıyorum şu an, hücremde kendi kokumdan tiksinirken. [/quote]

Yemekten dönüyorduk, gözlerden uzak bir orman lokantasından, rakıma şiirlerini katmıştı, şarhoştum. Akşam, O’nu evine bırakırken nasıl öpebilirimin ikilemini yaşıyordum içimde. Yanlış bir şey yapmaktan, kalbini kırmaktan, çizgiyi aşmaktan, inancını tarumar etmekten ve gün boyunca verdiği işaretleri yanlış yorumlamaktan korkuyordum. Bu yüzden sadece ‘ Görüşürüz’ dedim. Elimi uzattım. O usulca yaklaştı, yanağıma kısa ve sıcak bir öpüş kondurdu. Sevgilim, burada tutsak olduğumdan haberin yok! Seni çok özlüyorum!

Karnım felaket ağrıyor. Tuvalete çıkmak, ihtiyacını gidermek için yalnız bir kaç dakika tanıyorlar. Kafa yerde, kimsenin gözüne bakmayacaksın, konuşmak yasak. Sıcak müthiş. İç çamaşırlarım terden ve temizlenememekten berbat, her yanımda sancı. Umut var mı? Yoksa düşeceğim. Bunu kabullenmek zor. Susuzluğun ve açlığın ve baskının verdiği yıpranmışlık. Devamlı uyku hali. Ne kadar daha uyumam gerek dışarı çıkabilmek için? Ya bırakmazlarsa!

[quote]Bir suç var mutlaka. Suç ne? Neden buradayım? Anlamsız, kabullenemiyorum.

[/quote]


Yanlış adreslerde yanlış aşklar olduk hep; esmer bir kedinin itilmişliğinde, uğursuz sıfatlar kuşanıp, sıcak ayakuçları ararken ve o büyük susuşlarımızın yangın yeri olduğunu ben şimdi biliyorum, kızılın macerasında artık iflah olamayacağımı da. Öpüştüğümüz kuytularda ki, fesleğenler katledilirken, unutmanın kolaycılığına sığınmak çok zor geliyor: ‘ Komutan, tuvalete gitmem gerek.’ diye seslenirken.

Bir kabustan uyanır gibi geçecektim çizgiyi oysa. Geride mezar taşları ve dualar kalacaktı. Göbek bağım kesildiğinde anımsamayacaktım çizginin gerisindeki anlamsızlığı. Her zaman, doğumu beklemiş ve günü gelmiş gibi heyecanlı sancılar içindeydim. Yaşam uzun zamandır kollarını açmış beni bekliyordu; ölmem için veya azar azar tükenmem için değil, bir kahkahanın gürültüsü gibi yaşamak için doğurmuştum aşkı. Güneşe bakacaktım şaşkınlıkla, toprağın yürek atışlarını duyabilecektim. İkimizin kalabalığı yetecekti dünyayı doldurmaya:Yaşamın adı, senin adın ve inancımın adı. Sonra alnıma bir yağmur damlasının düşmesini bekleyecektim.

Biten aşklar, çöken ruhlar, depresanlarla yaşamaya çalışmalar, cinayet gibi ayrılışlar, yalnızlıklar biriktirdiğimizde azaldığımızı sanırken, gelişip- büyüdüğümüzün farkına varırız ya birden, öyle mi olacaktı bu demirlerin öğretisi? Bedensel boşalmalardan sonra durulan bir ruhun rehavetini üzerimde hissetmeli miyim? Mantıklı açıklamalarda bulunmayı bırakmalı mıyım? Yoksa, özgür kalana kadar bu gerilimi üzerimde mi tutmalı mıyım?

Tutuklu Düşleri

Soyutlanmış bir dünyam olacağı gerçeğini kabul etmem gerekiyor, kaybolan o değil, ama aranan ‘O’. Öyle olmamış mıydı? Geçtiğim sokaklarda, saklandığım yalnızlıklarda, yaşama karşı duyduğum nefrette ve sevgide. İnsanların korkunç kalabalığında, polis sorgularında, vergi dairelerinde ve rutubet kokularında yadsıdığım gerçek?

Tavanarasına sakladığım, içinde geçmiş dediğim çöplüğün bulunduğu sandığı mı ele geçirdiler yoksa? Bu ihtimal dışı gibi geliyor. Ama neden tıksınlar beni buraya? Kesin sandığı ele geçirdiler. İçindeki ıvır zıvırın arasında gözümden kaçan hangi büyük suçu işledim? O sandığı yüzleşmek için bile açmazdım. Kimseye söz etmezdim. Kimse bilmezdi. Yalnız rüzgarda açılmıştı bir kere. Pencereyi açık unutan annemle fena kapışmıştık. Panikle dışarı savrulanları toplayıp, sandığın içine tıkıştırmış, üstüne bir sürü eşya koymuştum. Açılmasın, kimse bilmesin diye de sandığın anahtarını denize atmıştım. Beklemediğim bir anda, unutmuş olduğum bir geçmiş parçasından hareket ederek buldular sandığı. Dilim kurudu, gözlerim kararıyor. Sorguda hep geçmişi kurcaladılar. Çıkamayacaktım.

Çok eskiden okuduğumuz bir kitapta keşfettiğimiz gizemi, siyah- beyaz filmlerde yakaladığımız duyguyu ve ilk kez elini tuttuğumuz sevgilinin titreyen heyecanını aramak gibiydi, yaşadığımız şiirin özlem dolu kuralsız dizeleri. Katı ahlakçıların kabul edemeyeceği bir arayış, illegal olmak zorunda kalıyordu aşk ve nedense yaşamında bir kez bile yüreğinde o heyecanı hissetmeyen insanların kurallarına uymak zorunda kalıyorduk. Bunun için adam mı tutuklanır?

Mezara son toprağı atar gibi sonlandırmıştım aşkları, asla geri dönüş yoktu, bir daha yaşanmayacaktı. Anısıyla bazen ağıtlar yakardım, güzel günlerin düşleri gözlerimin önünde belirir ve cam kırıkları gibi batardı sevişmeler. Ne dünün kapısını kapatabilmiştim, ne de yarının kapısını açmak için herhangi bir çaba göstermiştim. İki kapısı olan bir koridorda sadece yaşamak istemiştim. Kendimi şiirlere sürgün ettiğim zamanlar yaşıyordum. İçimde aşka dair ne kadar duygu varsa, karşı koyamıyordu bitmişliğin savaşçılarına ve çok zayıftı yüreğim.

Hücremde, yalnızlığın siyah duvarlarında boğulurken isyanım, yan komşum duvara vuruyor. Sevişmelerini böldüğüm insanlar geliyor aklıma,arzunun, şehvetin, dokunuşların iniltilerini bir silah gibi üstüme doğrultan sevgililer; duvarları yumruklayıp, küfür ederlerdi ve ben odamın karanlığının en koyusuna çekilip saklanmaya çalışırdım, nefes bile almaksızın, tıpkı şimdi olduğu gibi. Bir nefesi düşlüyorum yüzümde, bir kalp atışını, sıcak ve ıslak bir öpüşü.

Tutuklu

Tamamlanmış sanırdım kendimi sevgiliyle. Bizi kim ikiye bölmüştü ve rakip yapmıştı? Sözlerin içi boşalmıştı, en büyük aşk cümleleri, yemek tarifi duyarsızlığına bürünmüştü. Kim daha çok seviyordu? Kim daha çok fedakar? Kim daha çok affedici? Soruların yanıtı her iki taraf içinde ‘ Ben tabi’ oluyordu. Sevişmeler görev olmuş, gözler kapalı, üçüncü kişilerle heyecan aranıyordu düşlerde. Alkolün fazla tüketildiği akşamların sabahı olmuştu aşk: Baş ağrıları, uykusuzluk, bulantı ve kusmalar. Aşk hem kişiliğini kaybetmiş, hem de kimliksiz yaşayamayacak kadar ritüele bağlı kalmak istemişti ve zehrin akması için damarlarından, ayrılık notunu aynanın üstüne kırmızı rujuyla yazmıştı. Üstüne atılacak son toprağı bekliyordu unutulmak için, ama gömülen ben olacaktım sadece.

[quote]O ne yapıyor? Sevgilim. Haberi var mıdır alındığımdan? Nereden olacak? Ortalarda görünmememin nedenini, yine sorumsuzluğuma yoracak. [/quote]

Toplumun bir düzeni, yasası vardı ve ilişkilerin resmiyet kazanması için kayıt altına alınması gerekiyordu. Dayatılan kültürün ve değişik yaşam biçimlerinin ‘ Yoz’ olarak sıfatlandırılması gibi, diğer yolların yasak- girilmez levhalarıyla kaplanması gibiydi altenatif ilişkiler. Sahnede oynanan piyesin bir de kulis arkası vardı, kimsenin görmediği ama dedikodusunu yaptığı ve gerçek yaşamımızın geçtiği dar bir alan. Kendisine saygı duyulana ‘ Hanım- Bey’ unvanları olmadan sadece isimleri ile hitap ettiğimiz bir küçük alan ki, nefes alabildiğimiz tek yer.

Eve gitmeli buradan çıkınca. Sıcak suyun altında uzunca kalıp, arınmalıyım duvarların ağırlığından. Sonra bir şişe rakı, kadehin içindeki buzların oluşturduğu sislere dalarak unutmalıyım bu anlamsız tutsaklığı. Bu yaşadıklarımı sandığa koymak istemiyorum. Hiç yaşanmamış gibi olmalı.

Yüreğimin en derinlerinde bir yerde hissedebiliyorum. Buna eminim. Seninle tekrar kavuşacağız hayat ve o zaman insanların gözlerinin içine korkmadan bakabileceğim ve ‘ Aşk’ bana yetecek!

Hücremin demirlerine bir gölge yaklaştı. Karanlık bir gölge:


‘ Sen buradan çıkabileceğini mi sanıyorsun? Sandık yeni açıldı…’