12 Eylül Karanlıklar Evreni

12 Eylül 1980 Askeri darbesi sizi nasıl etkiledi? Üzerinizde yaratılan korkular geleceğinizi nasıl şekillendirdi? Çocuklarınıza yaptığınız kılavuzluk, onları bu gün hangi kişiliğe sahip kıldı?

indigo
Tüketimin çarklarında kendinize kurduğunuz yaşam, doyumsuz egolarınıza sizi zincirlerken huzuru hangi Uzakdoğu topraklarında aramaktasınız? Çevrenize ördüğünüz duvarların sağlamlığından emin misiniz? Darbecilerin söylediği gibi, gerçekten özgürlükler bizlere bol mu geldi?

İçimize bakalım diyoruz ya hani, orada varoluşumuzu bulacağımıza inanıyoruz ya; kör kuyular gibi karanlığın nedenini merak ederiz ya geceler boyu yalnızlığımızda, yüreğimizin akan tüm ırmakların yatağını nasıl değiştirdiler hiç merak etmedik değil mi? Bu esaretin özgürlük olduğunu sandığımız çağlarda ölen ölür, kalan sağlar bizim mi oldu şimdi ? Tarifsiz denizlerin, dağların ve ütopyanın vadilerinde uçurduğumuz uçurtmaların kuyruğunda kaybettiğimiz düşlerde, papatya fallarında çıkmıyor aşk! Teninin ateşinde düşler büyüttüğümüz sevgililerin 24 Ocak ekonomi kararları sonrasında pazara düştüğünü, televizyonumuzun renkli olmasından daha önemsiz olduğu yıllara şükredebilir misin bu gün?
[quote]12 Eylül 1980 Cuma sabahı saat 03.59’da TRT İstiklal Marşı’nın çalınmasıyla birlikte yayına geçti. Harbiye Marşı demokrasiye ara verildiğinin ilk belirtisiydi. Marşın bitiminde Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Milli Güvenlik Konseyi’nin bir numaralı bildirisini halka duyurdu: [/quote]
‘Yüce Türk Milleti; Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bu bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda, izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile, varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir. Devlet, başlıca organlarıyla işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır. Böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikeye düşürülmüştür. Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. Kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür. İşte bu ortam içinde Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu’nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.’
indigo dergi
Sonradan ortaya çıkan gerçekler, yansıtılanların doğru olmadığını gösterse de 1980 öncesi anarşinin sağlanamaması, can güvencesinin olmaması, ölümlerin sayı değerini bile kaybetmesi darbenin halk tarafından onaylanmasını sağladı. Türkiye halkının, o dönemi yaşasın veya yaşamasın her bireyin kendine özgü bir 12 Eylül’ü vardır. Amaç kültürel, ekonomik, siyasi, etnik, dini kimliklerin sorgulanıp, darbeye bir anlam verilmeye çalışılsa da asıl oluşum ülkenin ve insanlarının, egemen güçlerin isteği doğrultusunda yeniden kodlanmasıydı.


Darbe sonrası yaratılan şiddetin ve travmaların, 12 Eylül öncesinde yaşatılanlardan farkı devlet eliyle ile yapılmasıydı. Elli insan idam edildi, altı yüz elli bin kişi gözaltına alındı, bir buçuk milyona yakın insan sakıncalı olarak fişlendi, iki yüz bin dava açıldı, on dört bin kişi vatandaşlıktan çıkartıldı, üç yüz seksen bin kişinin pasaportu iptal edildi. Yüz yetmiş insan işkence sonucu öldü, kırk üç kişi intihar edip yaşamına son verdi, on altı kişi kaçarken vuruldu. Medyaya sansür ve kapatma cezaları verildi. Filmler yakıldı, kitaplar yasaklandı. Emekçilerin sendikaları ile birlikte ‘Sivil Toplum Örgütleri’ kapatılıp, yasaklandı. Dergilerin muzır bulunarak poşete girdiği yıllarda Kafka’nın ‘Dava’ romanı yaşandı bu coğrafyada!


O dönemin eğitim/ öğretim sistemine göre orta okula başladığım yıldı. Okulun giriş kapısından silahlı askerlerin ve öğretmenlerin arasında tek sıra halinde geçerek girerdik okula. Yakalanan olağan şüpheli abilerimiz ve ablalarımız hırpalanmış, kaşı gözü kanamış bir şekilde teşhir edilirdi bu girişlerde; sonradan götürülecekleri Selimiye Kışlası, karanlık ve korkutucu bir evrendi. Sıra arkadaşınızın elinde tüfeği ile bir asker olduğunu düşünebilir misiniz? Öğretmenlerimizin, alanlarıyla ilgili konuları anlatırken tehlikesiz sözcük bulmakta nasıl zorlandıklarını ve çoğunun öğrencilerine saatlerce sadece özet çıkarttırdıklarını unutmam mümkün mü? Ya o yazdığım ‘’Anneler Günü’’ ile ilgili kompozisyonda ‘’sömürü’’ sözcüğünü kullandığımda, disiplin komisyonunda sorgulanmam? Akşam televizyon haberlerinde ele geçirilen silahlı militanların yanında kitapların suçlu olarak sergilenmesi, ülkenin kültür hayatına vurulan darbelerin başlangıcıydı. Kitapların silahtan daha tehlikeli olduğu algısı yaratılırken, kültür hayatı arabeskleştiriliyordu. Kitaplardan, sanattan kopartılmak bilinçli yapılan bir uygulamaydı. En büyük değerin köşe dönme üzerine kurgulandığı zamanların başlangıcında düşünen, tepki veren beyinler yeni dönemde istenmiyordu!
[quote] Özgür ve özerk üniversiteleri tekelleştiren YÖK (Yüksek Öğretim Kanunu), yüzde on seçim barajı, tüm yasaklamaları ülkeyi boğan 82 Anayasası ile Türkiye, demokrasi yolunda yürümeyi başaracak gibi görünmemekte, tek bir kişiye yüklenebilecek suç değildir 12 Eylül! Yüzde doksanımız onay vermedi mi mevcut sisteme? Köklerini inkar eden ormanlar gibi yurtsuz olmak kötüydü! [/quote]


Alacakaranlığın kapısında bir şafak umutla beklemektedir şimdi, yorgun denizler kadar sabırlı ve durgun. Bu gün yaşadığına şükredip, ölüleri suçlamak ne kadar kolay görünmekte; oysa, suç ortağı değil miydiniz yüz yıllık muktedirin? Bağımsızlığın türküleriyle sarhoş olup, başkaldırmayı anımsayabilecek kaç yürek kaldı? Karanlıklarda hain bir öfkeyle tanımaya çalıştığın o kızıl saçlı kızın, devrim için Filistin askındaki inançlı gözlerine bakabilecek misin? Kart-kurt dediğin bir halkın konuştuğu dili ömrünce reddederken, gözlerden değil, kendi gözünden saklamaya çalıştın yabancı rüzgarların getirdiği kardeşliği bitirmen daha kolaydı! Bilmediğin yerden, özgürlüğe giden yolcular, ancak kökü dışarıda hain olabilirdi değil mi?