Beni adınla çağır: Sinemanın sanat olma hali

“Beni adınla çağır” (Call me by your name) filminin Queer Film kategorisinde değerlendirilmesi hata olur. Bu daha ziyade güzel bir gençlik, aile veya aşk filmi olabilir. Filmin diğer bir güzelliği ise hikayenin geçtiği coğrafya ve zaman diliminden ileri geliyor.

Beni adınla çağır (Call me by your name)

Bir ergenin ilk aşkı

1983 yılı, yaz mevsimi, İtalya’nın kuzeyinde bir taşra kasabası… İtalya’da yerleşik Amerikalı yahudi ailenin 17 yaşındaki oğlu Elio, 17. yüzyıldan kalma taş evlerinde herkesin imreneceği bir tatil yapmakta: Klasik müzik çalıp dinleyerek, kitap okuyarak, dans ve flört ederek, taze sebze meyve yiyerek… Elio’nun şansı sadece bu kadarla kalmıyor: Evde çalışan hizmetliler de Elio’yu kendi çocukları gibi sevip, değer veriyor. Çevirmen annesi ve profesör babası ise daha çocukluğunda oğullarının birey olduğunu kabul etmiş, O’nu özgür ve kendine güvenen bir genç olarak yetiştirmişler. Belki de bu yüzden hayatın tadını çıkarmayı bilmesinin yanında, entelektüel ve olgun bir ergen Elio. Elio’nu henüz bilmediği ender şeylerden biri “aşk”.

Sakin ama sıkıcı olmayan bir tempoda, hikayenin geçtiği yer ve baş karakterlerle tanışıyoruz önce. Cinselliği kız arkadaşlarıyla yavaş yavaş keşfetmeye başlayan Elio’nun kafası, 24 yaşındaki  Amerikalı erkek güzeli Oliver’ın evlerine misafir gelmesiyle oldukça karışıyor ve film asıl bundan sonra başlıyor. Bu filmin kısaca, 17 yaşındaki Elio’nun Oliver’a duyduğu masum duygularını takip ederek, cinsel kimliğini bulmasını anlatıyor.


Yönetmen ve başrol oyuncuları

“Beni adınla çağır”, Cezayirli anne ile İtalyan babanın 1971 doğumlu oğulları olan Luca Guadagnino’nun son filmi. Guadagnino bu filmle tamamladığı “arzu” temalı üçlemesinin diğer iki filmi “A bigger splash” (2015) ve “I am love” (2009), ve ayrıca ergenliğe yeni girmiş bir kız çocuğunun cinselliği keşfetmesini anlattığı  “Melissa P.” (2005) filmleriyle, sinema dünyasında daha önce de ses getirmiş ama cinselliği kullanama şekli sebebiyle ağır eleştirilere de maruz kalmıştı. Öte yandan; sinemacıların ortak görüşü Oscar’a da aday olan son filminin İtalyan yönetmenin en iyi işi olduğunda birleşiyor.

Diğer filimlerinde de kullandığı, İtalyan taşra ve doğa manzaraları, gurme yemekler ve şarap, hiyeraşisiz patron-hizmetli ilişkisi ve kontrol edilemeyen cinsellik gibi öğeleri, Guadagnino’nun bu son fiminde de görüyoruz. Yönetmenin her seferinde farklı şekilde kullandığı ve filmin görselliğine de büyük katkısı olan bu dört öğe, “Beni adınla çağır” filminin neredeyse tamamını dolduruyor.

Timothée Chalamet beni adınla çağır call me by your name
Timothée Chalamet – Beni adınla çağır (Call me by your name)

Baş karakter Elio’yu oynayan 1995 doğumlu Timothée Chalamet, 13 yaşından beri oyunculuk yapıyor. Fransız-Amerikan anne babanın oğlu olan genç oyuncu, daha önce birçok filmde oynamasına rağmen, bu filmle keşfedilmiş oldu. Elio rolüyle bu yıl Oskar ve Golden Globe’da  “En İyi Erkek Oyuncu” adayı gösterilen Chalamet’i, bu yıl ayrıca Lady Bird ve Hostiles filmerinde de göreceğiz.

Yunan heykelleri kadar güzel, bir o kadar kendine güvenen ve enerji dolu, öte yandan hafif ukala ve çapkın genç akdemisyen Oliver’ı canlandıran Armie Hammer ise 1986 doğumlu ve iki çocuk babası bir Amerikalı.

Bu arada eşcinsel rollerinin ve sevişme sahnelerinin altından başarıyla kalkan bu iki aktörün ikisi de normal hayatlarında kendilerini “hetero” olarak tanımlıyorlar.

Timothée Chalamet ve Armie Hammer - Beni adınla çağır (Call me by your name)t
Timothée Chalamet ve Armie Hammer – Beni adınla çağır (Call me by your name)

Kamera arkası

André Aciman’ın 2007 yılında yazdığı aynı adlı romanından uyarlanan film, ilk defa Sundance Film Festivali’nde gösterilmişti. “Manzaralı Oda” (A room with a view) ve “Günden kalanlar” (The remains of the day) filimleriyle Oscar’a sadece aday gösterilmiş olan senarist sinemacı James Ivory, bu filmle ilk defa bu yıl “En iyi Uyarlama Senaryo”ödülünü kazandı.


Doğal ve pastoral İtalyan manzaralarında geçen film, görsel güzelliği ile öne çıksa da, manzaraya eşlik eden müzikleri de özenle seçilmiş: Filmin fon müziğini oluşturan Bach’ın prelud ve fuglerinden (Das wohltemperierte Klavier), İngiliz rock grubuThe Psychedelic Furs”un, slow ama gençleri partide kendinden geçercesine dans ettiren “Love My Way”e ve tabii ki Elio’nun piano çaldığı sahnesiyle, bu film aynı zamanda kulağa da hitap ediyor. Bu arada, Sufjan Stevens tarafından bestelenen ve Oscar’a da aday olan “Mystery of Love”, ödülü çizgi film Coco’nun “Remember Me” şarkısına kaptırdı.

Film neden güzel?

İtalya’nın en güzel kasabalarından birinde geçen ve teknolojinin insanlığı esir almamış olduğu seksenli yıllarda yaşanan masum bir aşk hikayesi “Beni adımla çağır”. Cep telefonu ya da internetin olmaması; insanların boş zamanlarında müzik dinleyip, kitap okuması ve saatlerce masada oturup sohbet etmesi bile insana kendini iyi hissettirebiliyor filmi seyrederken.

Aşkın yanında bilim, kültür ve sanat da bu filmde en çekici ve estetik halleriyle karşımıza çıkıyor: Arkeoloji, edebiyat, klasik müzik, felsefe, resim ve heykel sanatı film boyunca perdeyi dolduruyor.

Filmde kullanılan görsel ve müziklerinin şiirselliğinden ziyade , bir ergenin ilk aşkının saflığını ve naifliğini bozmadan seyirciye geçirebilmesi, hikayeyi eşcinselliğe vurgu yapmadan sadace bir aşk hikayesi olarak yansıtabilmesi nedeniyle de “Beni adınla çağır”,  sinemanın sanat olma haline en güzel örneklerden biri.

Sıradışı baba Bay Perlman

Tüm film boyunca pasif bir karakter olarak görünen Elio’nun babası filmin sonunda yaptığı; muhtemelen birçok eşcinselin kendi ailesinden duymayı hayal ettiği, filmin en akılda kalıcı konuşmasını gerçekleştiriyor. Michael Stuhlbarg’ın oynadığı baba, sınırlarını aşmadan, rahatsız etmeden ve yargılamadan, aşk acısı çeken oğlunu şu sözlerle teselli ediyor:

“Oliver ile çok yakın bir arkadaşlığınız oldu, belki arkadaşlıktan da öte bir şey. O’na karşı duygularını özgürce yaşadığın için sana imreniyorum ve seninle gurur duyuyorum. Biliyorum, benim yerimde başka bir baba olsa; bu ilişkinin hemen bitmesini ya da oğlunun bir an önce aklını başına toplamasını isterdi. Ama ben öyle bir ebeveyn değilim. Eğer bir acın varsa onu iyileştirmeye çalış, içinde bir ateş varsa onu söndürme, kendine acı çektirme. Vazgeçmek, bir şeylerden feragat etmek çok kötüdür, geceleri uyku tutmaz adamı.

Başkalarının bizi tahminimizden daha çabuk unutmuş olması da hoş bir şey değil. Bir şeyleri unutmak, yaşanılanları atlatmak için bazen kendimizi parçalarız. Ama bu şekilde daha otuzumuza gelmeden hayatımızı mahvetmiş oluruz ve yeni birine verecek bir şeyimiz kalmaz. Duygularını yaşayamamış olması ne büyük bir ziyandır insan için.


Fazla açık konuştuysam, kusura bakma. Eğer ilerde bir gün, sen ihtiyaç duyduğunda sana kapıları kapatmış olduğumu ya da yeteri kadar açmadığımı farketsem; kendimi çok kötü bir baba gibi hissederdim yoksa.”

Dün ve Bugün: Çağlar Boyu Eşcinsellik


Deniz Alan Held
1974 Ankara doğumlu ama 2 yaşından beri Istanbullu. Çocukluk ve gençliği cimnastik ve dans çalışmalarıyla geçti. 2000 yılından beri yoga yapıyor. 2002 yılında evlenip yurtdışına yerleşti ama bir ayağı hep Istanbul'da oldu. Çocuklardan sonra, Norveç'te hayalindeki işin eğitimini alma fırsatı geçti eline. Trondheim Üniversitesi'nde Medya Bilimi ve Görsel Kültür dalında lisans ve yüksek lisans okudu. İki yıl Zürih, 10 yıl Trondheim'da yaşadıktan sonra 2014 yazında eşinin memleketi Almanya'ya yerleşti. Şİmdi iki oğlu ve eşi ile sakin bir hayat sürmekte, ve Türkiye'nin Gezi Gençleri'nce yönetileceği çağdaş bir ülke olduğu hayalini kurmakta. // ENGLISH: Born in Ankara in 1974, moved to Istanbul at age 2. Spent lots of time with gymnastic and contemporary dance at early ages. since 2000 practices rather yoga. Married to a German in 2002 and move to Zurich. Later lived 10 years in Norway/Trondheim and eventually settled down in Germany. Studied Media Science in Trondheim and finished master degree in 2012. Has two sons. Looking forward to the days that Turkey is eventually led democratically by the Gezi youth.