Kırmızı balonun peşinden gitsek

Kalplerimiz vücutlarımızın içinde olmak yerine başımızın üstünde serbestçe dolaşan kırmızı bir balon olsaydı nasıl olurdu?

Kırmızı balonun peşinden gitsek

Vücudunun içinde olmadığı için onu kontrol edemiyor olsaydın? Kalbinin götürdüğü yere git dedikleri şey gerçek olsaydı ve seni tamamen tepende dolaşan kırmızı balon şeklindeki kalbin kontrol etseydi?

Büyük ihtimal bu yazıyı okurken bile aklına ilk gelen, kalbine giden kan basıncını attıran, yanaklarını al al yapan, ellerini buz kestiren şeyi yapardı kırmızı balonun.


Kalbinin götürdüğü yere senin gitmen bu kadar zor iken kırmızı balonun durmazdı bile. Senin kafanda tereddüt eden, durmadan açıp kapanan kapılarından kurtulmuştur bir kere.

Yanaklarımızı kızartan, ellerimizi buz kestiren çoğu şey zaman geçtikçe başka şeylerle değişiyor.

Kalbimizde en gizli arzularımızın olduğu bir albüm var sanki. Her bir yaşımızda başka başka heyecanları yazmışız oraya. 5 yaşında yatağının altında yaşadığına inandığın en büyük korkun, 15 yaşında çocukluk masalına dönmüş. 15 yaşında gizliden gizliye aşık olduğun o şarkıcı, 25 yaşında Ahh o 90’ların efsane müzikleri olmuş mesela.

Nil Karaibrahimgil’in bir köşe yazısında okumuştum; “Hayatın artık iyice loş olduğu yıllarda, insanların dudaklarından dökülenler çok önemli. Sahteliklerinden tamamen sıyrılmış oluyorlar. Neyin gerçekten değerli olduğunu görmüş oluyorlar. Hayatlarından başka, kaybedecek şeyleri olmadığını biliyorlar. Bu yüzden hesapsızca, içlerinden ne gelirse söylüyorlar.”

Vücudunun içinde barındırmasına rağmen sürekli kavgalı olduğu kalbiyle yaş aldıkça barışıyor insan. Ya kalbini dinlemeyi öğreniyor ya da kalbinin götürdüğü yere gidiyor. İkisi de aynı yolun yolcusu.


Ben öldükten sonra bizden hesap soracaklar arasında kalbimizin de olması gerektiğini düşünüyorum. Bizimle başından beri beraber olan kah dinlediğimiz, kah dinlemediğimiz, kah arkasından işler çevirdiğimiz tek organ.

Eski Mısır’daki antik inanca göre, ölenlerin kalbi bir tartıda tartılırmış. Hayatta daha çok iyilik yapmış olan, kalbini paylaşmış olan ve ah almamış olanların kalbi terazide hafif kalır, kötülükler yapmış, günahlarla ve ahlarla kalbini ağırlaştırmış olanların terazileri ise şaşarmış.

Biz de ne zaman kendimizi kötü hissetsek, içimiz sıkılsa veya üstümüzde bir ağırlık hissetsek bunu en çok kalbimizin olduğu göğsümüzde hissetmez miyiz?

Diyorum ki tepemizdeki kırmızı balonun peşinden gitsek!

Neymiş bizim canımıza okuyan ölmeden görsek!


Görünce de gül gül ölsek!

Kimin gerçeği? Hangimizin gerçeğine kim karar veriyor?