Yanlış anlaşılan feminizm ve İstanbul Sözleşmesi

Özellikle son dönemlerde feministler hakkında; din düşmanı, tehlikeli, aile yıkan hatta faşist gibi söylemler çıkarılıyor. 8 Mart 2019’da “ezanı ıslıkladılar” denilerek feministler halka kötü gösterilmeye çalışıldı. Peki feminizmin gerçek anlamı nedir? Gerçekten felsefe olarak aileyi yıkıyor mu? Yoksa feminizmi tamamen yanlış mı anlıyoruz?

Yanlış anlaşılan feminizm ve İstanbul Sözleşmesi

Feminizm; XVIII. yüzyılda Fransa’da filozoflar ve kadın yazarlarca ortaya atılan ve savunulan, daha sonraki yüzyıllarda her toplumda yandaş bulan, kadının siyasal ve toplumsal haklar bakımından erkekle eşit olması gerektiğini öne süren ve bunu gerçekleştirmeye çalışan akım olarak tanımlanır.

Yani kısaca feminizm her alanda kadın ve erkeğin eşit ve adil şartlarda yaşamasını savunur. Feminizmi tehlikeli görenlerin terimin anlamını bilmediği, erkek düşmanlığı olarak algıladığını görüyoruz. Fakat bir kesimse bilinçli bir şekilde “kadın erkek eşit değildir”, “kadın, erkeğin üstünlüğünü kabul etsin.” Diyor. Bu kesimin aynı zamanda artık kabul edilemez olan çocuk gelin, çok eşlilik gibi insanlık dışı uygulamaları savunduklarını görüyoruz.


İstanbul Sözleşmesi’ne muhalefet

Son dönem popüler olan şeylerden biri de İstanbul sözleşmesi’ne muhalefet olmak. İstanbul Sözleşmesi’ni 2011’de ilk defa Türkiye imzaladı. Hemen ardındansa 20 Avrupa ülkesi imzaladı. Bu sözleşmeyi imzaladı diye Akp hükümeti, bizzat destekçileri tarafından protesto ediliyor. İstanbul sözleşmesi de tıpkı feminizm gibi tehlikeli ilan edildi. Bu sözleşme aileleri çökertebilir deniliyor. Bunu savunanlar, kadın aile içinde erkekle eşit konuma gelirse boşanmaların artacağına ve ailelerin yıkılacağına inanıyor.

İstanbul sözleşmesine muhalefet olanların pek çok gerçek dışı iddiaları vatandaşların yanlış bilgilenmesine neden olabilir. Bu iddilardan bazıları; İstanbul Sözleşmesi’nin erkekliği patolojik bir durum olarak ele aldığı, ülkemizde aslında kadın mağduriyetinin hiç olmadığı ve yeni bir tür kadın sömürüsü icat edildiği, güçlü kadın olunca kadınların çocuğundan kopacağı ve eşiyle rakip hale gelip yalnızlaşacağı gibi iddialardır. Bu şahıslar kadın erkek eşitliği konusunda ülkemizin Avrupa ülkeleri seviyesine gelmesini ve tecavüz faillerinin mağdur beyanıyla cezalandırılmasını kesinlikle reddetmektedir.

Halbuki feminizm sağlıklı erkeği değil psikolojisi bozuk, şiddet eğilimli, aile sorumluluğunu almayan erkeği patolojik olarak nitelendirmektedir. Erkeği sadece erkek olduğu için yüceltmek yanlış olacaktır. Kadının iyisi kötüsü olduğu gibi erkeğin de iyisi kötüsü vardır. Ayrıca ülkemizde suç oranının erkeklerde çok daha fazla olduğunun altını çizmek gerekir.

Bu konuda elbette cinsiyeti suçlamamak, eğitim sistemi ve toplumun cinsiyetlere biçtiği rolleri sorgulamak gerekir. Mevcut yasalar kadın ve erkeğin işbirliğine karışmamakta, şiddet sonucu aile ve topluma zarar söz konusu olduğunda devreye girmektedir.

“Kadın sömürüsü” icat edildiği iddia edilen ülkemizde neredeyse her gün bir kadının öldürüldüğü, kadın cinayetlerinin %1400 arttığı ve kadın hakları konusunda pek çok ülkenin gerisinde kaldığımızın da altını çizmek gerekir. Bir kesimin kadının güçlü olmasını değil ezilmesini istediği bir gerçektir.

Güçlü kadınların hiçbir zaman sağlıklı psikolojideki erkeklere rakip olmadığı, tersine birlik olup güzel işler başardığı pek çok örnek vardır. Ayrıca güçlü kadının zaten güçlü olduğu için daha iyi annelik yaptığına şüphe yoktur. Bugün maalesef bazı yayınlarda ve sosyal medyada eğitim seviyesi düşük ve kadına düşman çevrelerde, kadın cinayetlerini ve tecavüzü destekleyen söylemler yayılmaktadır. Huzurlu bir toplum ve suç oranının azaltılması için kadına şiddet önlenmeli ve bunun için de bu tarz zararlı içerikler kaldırılmalıdır.

İstanbul Sözleşmesi nedir?

İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadınlara yönelik şiddetin faillerin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için titizlikle hazırlanmış bir metin.

İstanbul Sözleşmesi psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, tecavüz, zorla evlendirme, kadın sünneti, kürtaja zorlama, zorla kısırlaştırma, tecavüz ve taciz dahil cinsel şiddet olmak üzere kadına yönelik şiddetin tüm türlerini içeriyor. Şiddeti gösteren sadece koca değil sevgili, eski eş, baba ya da başka bir akraba olabilir.

Bu sözleşme her şekilde ev içi şiddeti içeriyor. Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler öncelikle devlet görevlilerine yönelik. Devlet kendi adına hareket eden görevlilerinin İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirmesini sağlamak zorunda.

İstanbul Sözleşmesi ne değildir?

İstanbul Sözleşmesi, kadınlar ve erkekler arasındaki “farklılıkları ortadan kaldırmak” istememektedir. Kadınların ve erkeklerin “aynı” olduğu ya da olması gerektiği anlamına gelmez. Ancak sözleşme, kadınların erkeklerden daha aşağı olduğu fikrine karşı harekete geçmek için adım atılmasını gerektirmektedir

İstanbul sözleşmesi sadece kadını değil ev içinde şiddet gören erkeği de koruma altına alır. Sözleşme, çoğunlukla kadınlara uygulanmaktadır çünkü sadece kadınların kadın olmaları sebebiyle (zorla kürtaj, kadın sünneti) veya kadınların erkeklerden daha sık yaşadıkları (cinsel şiddet ve tecavüz, ısrarlı takip, cinsel taciz, aile içi şiddet, zorla evlendirme, zorla sterilizasyon) gibi şiddet biçimlerini kapsamaktadır. Bu şiddet biçimleri, erkekler ve kadınlar arasındaki eşit olmayan güç ilişkilerinin ve kadınlara karşı ayrımcılığın bir sonucudur.

Bununla birlikte, erkekler de aynı zamanda aile içi şiddet ve zorla evlendirme gibi sözleşmenin kapsadığı bazı şiddet biçimlerini, daha az sıklıkla ve genellikle daha az şiddetli biçimlerde yaşarlar. Sözleşme, bunu kabul eder ve taraflarını, erkek, çocuk ve yaşlılar dahil olmak üzere aile içi şiddet mağdurlarına karşı hükümlerini uygulama konusunda teşvik eder.

Sözleşmenin amacı, aile yaşamını ve / veya aile yapılarını yeniden düzenlemek değildir; Aynı şekilde, “aile” tanımını içermez ve belirli bir aile ortamı türünü de desteklemez. Sözleşme, hükümetlerin evde risk altında olan ya da aile üyeleri, eşler veya yakınlar tarafından tehdit edilen mağdurların güvenliğini sağlamalarını gerektirmektedir.

Gizli gündemi yoktur

İstanbul Sözleşmesi’nin herhangi bir alt metni ya da “gizli gündem”i yoktur. Sözleşme, bütün Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin mütabakatıyla oluşturulan uzun müzakerelerin bir sonucudur. Üye ülkelerde yasa ve mevzuatlar çerçevesinde denenip test edilmiş ve olumlu sonuçlar elde edilmiştir.

İstanbul Sözleşmesi, sosyal dokuyu ya da toplumun değerlerini “tehlikeye atacak” isteğe bağlı bir sözleşme değildir. Ayrıca kadınlar ya da erkekler üzerinde herhangi bir hayat tarzını dayatmamaktadır. İster bakıcı, aile ya da parlak bir kariyer hedefi olsun, sözleşme kimsenin belli bir yaşam tarzı benimsemesini zorunlu tutmaz.

Öte yandan sözleşme, şu teşebbüslere karşı çıkar: kadın ve erkekleri geleneksel rollere hapsetmek, böylece birinin kişisel, eğitim alanında ya da profesyonel gelişimini ve hayatta karşısına çıkabilecek fırsatları sınırlandırmak; ataerkilliği, erkeklerin kadınlar üzerindeki tarihsel gücünü ya da cinsiyet eşitliğinin gelişimini engelleyen cinsiyetçi davranışları savunmak ve korumak; kadının şiddetten azade bir hayat sürme hakkı kavramına karşı çıkmak.

Peki İstanbul Sözleşmesi mevcut yasalardan farklı ne sunuyor?

Mevcut yasalara göre şiddet failleri eğer şiddeti aile içinde gerçekleştirmişse ağırlaştırılmış ceza verilirken, İstanbul Sözleşmesi şiddeti daha kapsamlı olarak hane içinde kabul ediyor. Yani aynı evde resmi nikahlı olsun olmasın hatta amcası, babasından da şiddet görüyorsa failin cezalandırılmasını hükmedilirken ayrıca mağdur failden tazminat da talep edebiliyor.

Ülkemizde imam nikahlı yaşayanların azımsanmayacak kadar çok olduğu düşünüldüğünde doğru bir karar olduğu görülüyor. Örneğin, 2015’te öldürülen 284 kadının 10’u dini nikahlı kocaları, 37’si sevgilileri, 20’si eski kocaları, 4’ü nişanlıları, 6’sı eski sevgilileri tarafından öldürüldü. Veriler eski eşlerin de çocuk görme bahanesiyle kadınlara şiddet uygulandığını gösteriyor.

Ayrıca İstanbul Sözleşmesi örf, adet, gelenek gibi sebepleri şiddetin ya da cinayetin hafifletici bir sebebi olarak kabul etmiyor.

İmzalanan sözleşme Türkçe’ye çevrilirken ev içi şiddet, aile içi şiddet olarak çevirilmiş. Ancak imzalanan sözleşmenin orijinal metni geçerli olduğu için kamuoyunun bu yönde bilgilendirilmesi şart.

2014’ten sonra

Sözleşme 2014’ten itibaren uygulamaya konulmuş. Ancak sözleşmeye rağmen pratikte uygulama farklılıkları yüzünden cezalarda değişme görmüyoruz. Bu yüzden de sözleşme imzalandıktan sonra kadına şiddet olaylarında bir azalma meydana gelmediği gibi kız çocuklarına uygulanan cinsel şiddetin de arttığı görülüyor.


2014 yılında 12’si 18 yaş altında 66 kadının katli ile ilgili 77 sanığın yargılandığı 57 kadın cinayeti davası karara bağlandı.2015 yılında ise toplamda 298 kadına yönelik şiddet davası sonuçlandırıldı. Bu 298 davanın yüzde 26’sını, cinayet (75 dava), ölüme sebebiyet verme (1) ve intiharı içeren (1) davalar oluşturuyor.

Bu davalarda erkekler, eski eşlerini, boşanmak isteyen eşlerini, nişanlılarını, yengelerini, kız kardeşlerini, tanımadıkları kadınları öldürmüşlerdi. Bu davaların sanıklarının yüzde 29’u iyi hal, pişmanlık, tahrik ve yaş indiriminden yararlandı. 2015 yılında basına yansıyan kadına yönelik şiddet davalarının mağdurlarının yüzde 47’sinin çocuklar olduğunu ayrıca belirtmek gerek.

2016 yılına geldiğimizde ise toplamda 249 davanın sonuçlandırıldığını görüyoruz. Bu davaların yüzde 23’ünü cinayet (57 dava) davaları oluşturdu. Mağdurlara baktığımız zaman 2’si 18 yaşın altında olan toplam 66 mağdurun 3’ünü erkekler, 63’ünü kadınlar oluşturuyor. Bu davalarda sanıkların yüzde 25’i ise iyi hal, pişmanlık, tahrik ve yaş indiriminden yararlandı.

Nafaka aile içi şiddeti nasıl önler?

Karısına şiddet göstermiş erkeklerin bir isteği de kadına tazminat ya da nafaka ödememek. Onlar bu yönde mağdur olduğunu iddia ediyor. Maalesef Adalet Bakanlığı’nın Çalıştay yapacak kadar önemsediği ve gündeme aldığı bu konunun tek dayanağı mağdur erkekler, mağdur babalar olarak adlandırılmaktadır. Ancak mağdurlara ilişkin sunulmuş hiçbir veri, bilimsel bir kriter bulunmadığı gibi yapılmış bir araştırma da yoktur.

Durum çocuk istismarı nedeniyle getirilmek istenen af tartışmasına benzemektedir. Çocuklarla yasal olmayan bir şekilde evlenenler, çocuk istismarından dolayı cezalandırılmıştı. Yine eğitim seviyesi düşük bazı çevreler buna karşı çıkarak, ailelerin parçalandığını iddia edip, çocuk istismarını desteklemişlerdi. Orada da esasen erkeklerin mağduriyetlerinden söz edilmekte, bunun üzerinden istismarcı sanıkların cezaevinden çıkarılmasına zemin hazırlanmak istenmektedir. Binlerce çocuğun tecavüze, istismara uğramış olduğu gerçeği göz ardı edilerek, erkeklerin (ailelerin) mağduriyeti iddiası ile af çıkarmak isteyenler, belirsiz ve yanıltıcı beyanlar içeren erkek mağduriyetleri iddiası üzerinden nafakayı kaldırmak istemektedir.

Bugün toplumda yerleşmiş kadın erkek eşitsizliği anlayışından dolayı kızların eğitimine önem verilmemekte ve pek çok kadının eşi, evlendikten sonra kadının çalışmasına izin vermemektedir. Kadın maddi olarak erkeğe bağlı olduğu, çoğunlukla ailesi tarafından da sahip çıkılmadığı için evde şiddet görse de evden ayrılamayacaktır. Bu yönden nafaka hakkı evde şiddet gören kadınların güvencesi olmaktadır.

Nafaka, şiddeti engeller

Böylece olası cinayetlerin önü kesilirken evde şiddet gören ya da şiddete şahit olan çocukların sağlığı ve iyiliği için de mantıklı bir çözüm sunulmaktadır. Kısaca nafaka hakkı, kadının erkeğe maddi bağımlılığını ortadan kaldırarak ev içindeki devamlı şiddeti engelleyebilir. Şiddete meyilli erkeklerin, çocukluklarında devamlı şiddete maruz kaldıkları ya da şiddete seyirci kaldıkları düşünüldüğünde devletin nafaka hakkıyla şiddet gören kişileri güvence altına alıp bu döngüyü kırması, gelecekte çok daha huzurlu ailelerin ve refah bir toplumun önünü açacaktır.

Nafakayı istemeyen kesimin bir iddiası da kadınların bir gün evli kalıp bir ömür boyu nafaka hakkı kazandığı, bu şekilde asalak gibi yaşayarak yolunu bulduğudur, ancak bu durum Adalet Bakanlığı üzerinden hiçbir çalışma ile doğrulanmamıştır. Aslında nafaka konusundaki gerçek problem Aile Mahkemeleri’nin vermiş olduğu nafaka kararlarının tahsil edilememesidir. Avukatların belirttiğine göre dosyaların çoğunluğu nafaka ödememek için sigortalı işe girmeyen, mülk edinmeyen erkeklerin yaptıkları nedeniyle icra dairelerinin raflarında beklemektedir. Üstelik belirlenen nafaka miktarları oldukça düşük olup, çoğunlukla şiddet gibi boşanma nedenleri söz konusu olduğundan kadınların çoğunluğu nafaka almak istememekte, talepte dahi bulunamamaktadır.

Nafaka konusunda kamuoyuna kasıtlı olarak yanlış bilgi verilmektedir

Ayrıca belirtmek gerekir ki; 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’un 175’inci maddesinde düzenlenmiş olan nafaka konusunda kamuoyuna kasıtlı olarak yanlış bilgi verilmektedir. Medeni Kanun’da ifadesini bulan yoksulluk nafakası esasen süresiz değildir. Medeni Kanun’un 176’ncı maddesi nafakanın kaldırılması koşullarını düzenlemektedir ki bu koşullar oluştukça (yeniden evlenme, işe girme vs) çoğunlukla geniş yorumlanarak yoksulluk nafakası kaldırılmaktadır.

Dolayısıyla yoksulluk nafakasının süresiz olduğu iddiası gerçek dışıdır. Çocuklar için söz konusu olan ve 18 yaşa kadar devam eden iştirak nafakası ve yoksulluk nafakası bilinçli olarak karıştırılmakta, adeta kadınlara ödenen nafakanın asla kaldırılmayan bir nafaka olduğu biçiminde bir algı yaratılmak istenilmektedir.

Boşanma durumunda çocukların velayetinin genelde annede olduğunu düşündüğümüzde aslında çocuklar için ödenen nafakanın da tartışıldığı buradan anlaşılmaktadır. Maalesef özellikle boşandıktan sonra çocuklarının eğitimini ve ihtiyaçlarını karşılamak istemeyen pek çok kişiye rastlamaktayız. Aslında süresiz olmayan nafakaya süresiz diyerek nafaka hakkını ulaşılmaz hale getirmek istendiği son derece açıktır.

Nafaka hakkı istihdamı artırabilir

Nafaka istemeyen kesimin evlilik hayatında karısını çalıştırmayan erkekler olduğu düşünüldüğünde, bu erkeklerin zamanla eşlerinin çalışma hakkını elinden almayacağını, kadının kendine yetecek duruma gelip nafakaya ihtiyaç duymayacağının bir çözüm olacağı bellidir. Bu durumda kadının iş gücüne katılımı, istihdam, girişimcilik artacak ekonomi iyileşecektir.

Karı koca arasına girmek kötü mü?

2016’da Adalet Bakanı’nın açıklaması şu şekilde:

“Aile içi şiddetin kadınla erkek arasındaki uyuşmazlıklarda devletin bu kadar polisiyle, askeriyle, hakimiyle, psikoloğuyla, sosyal çalışmacısıyla, uzmanıyla bu kadar kadınla erkeğin arasına girmesi ne kadar doğru? Acaba kadınla erkeğin yuvasını kurtarmasına, şiddetin son bulmasına, aile birlikteliğinin daha iyi hale gelmesine mi katkı sağlıyor, yoksa bu uygulamalar kadın ve erkeği bir araya getiremez hale mi getiriyor? Bunun üzerinde ciddi olarak durmamız lazım.”

Şiddet psikolojik bir hastalık olarak görülüp rehabilite edilmedikçe sürekli hale gelip, yayılarak artacaktır. O yüzden bu sorunun çözümünde psikolog ve sosyal çalışmacı birinci basamak olmalıdır. Zarara sebep olan şiddet ise cezalandırılmadığı müddetçe toplum için zamanla tehlikeli hale gelecek ve toplumsal huzursuzluk ve kargaşaya sebep olacaktır. Bu koşullarda ülke yıkıma gidecektir. Devletin olduğu toplumlarda suç mutlaka cezalandırılmalı, caydırılmalıdır. Suç aile içinde olduğu ve kadına karşı yapıldığı zaman göz ardı edilmemelidir. Bu toplumda ayrımcılığa ve güvensizliğe sebep olabilir. Ev içinde şiddet gösteren erkeğin ev dışında da kadın, çocuk, erkek, hayvan gibi her türlü canlıya zarar verebileceği ayrıca ev içinde sürekli şiddeti gören çocuğun da gelecekte sağlıklı olmayacağı, bunun da gelecek nesli bile etkileyebileceği düşünülerek hareket edilmelidir. Suçun cezalandırılmadığı bir ortamda polis ve adliye kurumlarının da varlığı anlamsızlaşmaktadır.

Neden boşanmalar arttı?

Ekonomik güvencesizliğin gitgide arttığı günümüzde kadının çalışmadığı ailelerin çoğunda ekonomik zorlanmalar sonucu ailenin dağılması kaçınılmaz olmaktadır. Kadının çalıştığı ailelerde ise durum bazen farklılık göstermektedir. Maalesef erkek kadar, bazen erkekten daha çok çalışan kadın eve geldiğinde kendine zaman ayıramadan ev işlerine ya da çocuğun sorumluluğuna gömülmektedir.

Toplumun cinsiyetlere biçtiği rollerden dolayı kadın çalışsa da erkek ev işlerine ortak olmayı çoğunlukla reddetmektedir. Kadın sanki bir çocuğa bakar gibi erkeğin yemeğini pişirip önüne koymakta, önünden almakta, kıyafetlerini yıkayıp ütülerken erkek evde yatmaktadır. Erkek, toplum tarafından kendine bakım ve günlük yaşam aktivitelerini yerine getiremeyecek konuma getirilip acizleştirilmektedir.

Kadının çalışmadığı evlerde kadının bu konularda erkeğe yardım etmesi normal karşılanabilir ancak bugün görüyoruz ki çalışan kadından da çalışmayan kadından beklenenlerin tamamı beklenmekte, erkeğin kendi işlerini yapması acayip karşılanmaktadır.

Ayrıca toplum çocukla ilgilenmeyi de sadece anneye yüklemekte, erkekleri babalık mevkisinden uzaklaştırmakta, kadından hem babalık hem annelik beklenmektedir. Çoğunlukla evde sadece yatmaya alışan erkek zamanla ağır kaldırma, mobilya taşıma gibi erkeğe daha uygun işleri bile kadına yüklemektedir. Çok fazla sorumluluk alan kadın bir süre sonra kendini ihmal etmekte ve mutsuz olmaktadır. Kısaca güçlü kadın olmanın boşanmaların artmasıyla alakası yoktur.

Güçlü kadından neden korkuluyor?

Bugün bir grubun güçlü kadınlardan resmen korktuğu, güçlü kadın kaybedilmiştir tarzı anlamsız söylemler ürettiği görülmektedir. Aslında sağlıklı ve özgüveni yüksek erkeklerin çoğunlukla güçlü kadınlar seçtiği ve hayatında daha başarılı olduğu bilinmektedir. Özgüveni düşük, güçlü kadının yanında zayıf kalan erkek ise hem sosyal hem de kültürel anlamda kadının altında ezilmek istemediği için güçlü kadınlardan ve güçlü kadınlık kavramından uzak durmaktadır.

Halbuki güçlü kadın daha eğitimli ve özgüveni yüksek çocuklar yetiştirecektir. Yani evde annesinin sürekli ezildiğini gören çocuk, kendini geliştirmedikçe özgüveni ve benlik anlayışı eksik kalacak, gelecekte bu kaygıyla güçlü kadından uzak duracaktır. Bu döngü, kamuoyu bilinçlendirmesiyle kırılırsa daha özgüvenli kadın ve erkeklerle, daha başarılı ve kendini gerçekleştiren kitleler oluşacaktır. Bunun için önce kadını yeren yayınların, kadın cinayetlerini özendiren içeriklerin dikkatle denetlenip ayıklanması gerekmektedir.


Kaynaklar:

  • http://m.bianet.org/1/20/187280-istanbul-sozlesmesi-ne-diyor-devlet-ne-yapiyor
  • http://m.bianet.org/1/85/186497-istanbul-sozlesmesi-nedir
  • http://m.bianet.org/1/20/187286-istanbul-sozlesmesi-ic-hukukta-nasil-uygulaniyor
  • http://m.bianet.org/1/20/187261-kadinlar-esitlikte-devlet-esitsizlikte-israrci
  • https://www.google.com/amp/s/odatv.com/amp/aile-ici-siddet-hakkinda-flas-karar-24051806.html
  • http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/yazilar/2868/feminist-ceviri-istanbul-sozlesmesi-sorular-cevaplar
  • https://www.gazeteduvar.com.tr/kadin/2019/06/07/sureli-nafaka-sonuclarina-katlanirsiniz/
  • https://www.google.com/amp/s/www.dunyabulteni.net/haber/amp/444972

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramına 11. Kalkınma Planı’nda yer yok!


Fatma Uğuz
1986 doğumluyum. İlk ve orta eğitimimi Denizli'de tamamlayıp 2009'da Hacettepe Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon bölümünden mezun oldum. 5 yıldır reiki, ezoterizm, tasavvuf ve felsefe ile ilgileniyorum. Müzik, kitap, resim ve sinema ilgi alanlarım arasındadır. Ayrıca Türkiye'deki uzun antik yolları yürüyorum. Halen fizyoterapist olarak görevime ve lisansüstü eğitimime devam etmekteyim.