Yaşadıklarımızı nasıl okuyalım ki gerçeğe ulaşalım?

Son yıllara baktığımızda neredeyse saat başı gündem değişiyor. Bazen baş döndürücü hızla yaşadığımız birçok iç içe geçmiş zincirleme olaylar tam bir uzay macerası gibi. Yaşadıklarımızı nasıl okuyalım ki gerçeğe ulaşalım?

Yaşadıklarımızı nasıl okuyalım ki gerçeğe ulaşalım?
Yaşadıklarımızı nasıl okuyalım ki gerçeğe ulaşalım?

Türkiye 80 milyon nüfusu ile çoğunluğu da gençlerden oluşan çok canlı ve dinamik bir ülke. Bulunduğu coğrafyası yaşadığı tarihi geçmişi gereği birkaç kültürü bünyesinde barındırıyor. Ayrıca uygarlıklar kavşağı Anadolu ekolojisi ve coğrafi yapısı ile birçok bitki ve hayvana ev sahipliği yapmasından dolayı insanlığın gelişimi için en uygun iklim, ekoloji ve besleneme koşullarına sahip olmasından dolayı birçok kültürün üst üste geliştiği bir yer olarak da kültürel zenginliğe sahiptir. Görebildiğim kadarı ile üzerinde yaşadığımız toprakların tarihi ve ekolojik zenginliğinin farkında olmayan ve gerçeklikliği bilmeyen çok sayıda insanımız da var.

Üstümüzdeki gök kubbeden coğrafyamızı ısıtan ve beslenmemizi sağlayan güneşimiz halen bizlerin gereksinim duyduğu gıdamızın çoğunu kaynağı olan on binlerce bitkinin gelişmesine cömertçe destek sağlamaktadır. Son yılarda uygulanan tarım-toprak-insan yönetimi modellerinden dolayı bazı alanlarda bitkisel ve hayvansal gıdaları uygun koşullarda yetiştirilememesi ve yetiştirilenlerinde gerekli yerlere ulaştırılmasında ciddi sorunlar yaşıyoruz.


Toprağın fakirleştiği yerde gıda sorunu

Patates tarlada 50 kuruş, sofraya 5 TL geliyor olması sinirleri doğal olarak geriyor. Hal böyle olunca her şeyin temelinde gıda temini anlayışı olduğu için belirleyici bir olgu oluşuyor. Gıda güvenliği sorunu olunca doğal olarak da insanalar arasında gıda temini çatışma alanları oluşmaya başlamaktadır. Kendi tarım eğitimi bilgi birikimim ve tarihi okumam, birçok toplumsal olayın altında toprağın verimliliğini kaybolması yatmaktadır. Toprağın fakirleştiği yerde gıda sorunu, sosyal sorun ve göç olgusu ortaya çıkmaktadır.

Ülkemizin bu dinamik ve yönetilemeyen tarım-sosyal ilişkileri sorunu çoğu zaman daha sert siyasi ve ekonomik çatışmalar da dönüşmektedir. Tabii yeni iletişim ve teknoloji çağında birim zamanda daha faaliyetle karşı karşıyayız. Bilgi, mal ve para dolaşımı hızı artı. Son yıllara baktığımızda neredeyse saat başı gündem değişiyor. Flaş haberler içinde ikinci üçüncü flaş haber ve gelişmeler yaşanıyor. Ancak Türkiye bu düzeyde yoğun gündemi altında çoğu zaman ülke boğuluyor ve verimsizleşiyor. Gelenekselcilik ile moderninite arasındaki çalışmanın yaşandığı birçok fay hattı da oluşmaya başlıyor. Her olay ve olgunun etkisi hızla topluma ulaşıyor ve tepkilerde aynı hızla oluşmaktadır. Gün geçtikçe bu tepkiler buna bağlı yaşanan çatışmalar ülkemizde biraz daha yüksek dozda yaşanıyor gibime geliyor.

Bazen baş döndürücü hızla yaşadığımız birçok iç içe geçmiş zincirleme olaylar tam bir uzay macerası gibi geliyor. Ancak bu kadar haber bombardımanı ve enformasyonun içinden nasıl sağlıklı bilgi ve enformasyonu çıkaracağız diye de düşünmeden edilmiyor. Hangi bilgi doğru hangi bilgi yanlış. Ayrıca bilgi edinme iletişim kaynakları (basın, sosyal medya) sermaye sahipleri, devlet ve bazı grupların kontrolünde oluğu için çoğu filtreli olarak insanlara yansımaktadır. Gerçi iletişim teknikleri çağında çoğu bilgiye ve habere bir şekilde değişik kanalarla ulaşılmaktadır.

Toplum artık bu hızlı iletişiminden çok yoruldu gibime geliyor. Bir insanın alabileceğinin üzerinde üretilen veya yayılan bilgi bombardımanı karşısında tam bir çıkmaz içindeyiz. Çünkü 24 saat cep telefonunuzdan sosyal medyayı takip etseniz size başka iş yapacak an bile bırakmıyor. Açıkçası doğru bilgi hangisi diye “kafalar çok karışık”.

Ortalama eğitim düzeyimiz 6 yıl

Türkiye insanın halen ortalama eğitim düzeyi kendi eşdeğeri düzeyindeki gelişmiş ülkelerin gerisinde bulunuyor (ortalama 6-6.5 yıl).Ayrıca insanımız çokta sorgulayıcı ve araştırıcı analitik düşünme becerilerini çok da değerlendiren durumda olmadığı için gelişmelerden çok çabuk etkileniyor. Çoğu zaman şiddet eğilimi, çatışma ve arzu edilmeyen çok sayıda kriminal sorun oluşmaktadır.

Kişi başına 0.1 kitap okunuyor

Türkiye’miz açıkçası bulunduğu coğrafyada iç ve dış etkilerin yaratığı boğucu gündem altında çoğu zaman sosyal ve ekonomik zorluklar yaşamaktadır. Artan ekonomik sorunlar, işsizlik, gelir dağılımındaki dengesi açılım ve diğer sosyal sorunlar karşısında insanımız çoğu zaman en küçük bir olayda bile kutuplaşıyor. Genelde okuma oranımız da düşük olduğu (kişi başına yılda 0.1 kitap ve 50 kişiden bir kişi gazete okuyor) için insanımız ancak duydukları ile karar veriyor ve kimse kimseyi tam dinlemeden ve anlamadan karar veriyor. Her grup kendi medyasını oluşturmuş. Yeni fikirleri analiz etmeden, toptan ya kabulleniyor veya ret ediyoruz.

Bütün bunların üstesinden nasıl geleceğiz?

Kafalar karışık, güven ilişkileri zayıflamış ve sorunların çözülmesi konusundaki kaygılar artmıştır. Ahlaki değerlerin hızla erozyona uğradığı görülüyor.


Bu durumda kime güveneceğiz? Kim doğru söylüyor, kim yalan söylüyor? Kim ahlaklı kim ahlaksız? Nasıl ahlaklı olunur? Veya ahlaklı olmak kişiye ne kazandırır? Soruları sorulmadan ve anlamalı cevapları kişi beninde yer edinmedikçe sorunların üstesinden gelmekte kolay değildir. Ancak ahlak kişiden kişiye ve toplumdan topluma değişeceği için, daha ölçülebilir ve kanıta dayalı kararı hukuk vereceği için hukuka başvurmak evrensel ilkedir ve öylede olmalıdır.

  • Ahlak, etik, hukuk nedir? Kimiler ahlaki değerleri dikkate alıyor, kimler hukuka başvurur?
  • Hukuk nedir? Yaşananlardan herkes hukuk diyor, ancak hangi ve kime göre hukuk?

Toplumda ahlak en üst düzeyde konuşuluyor. Ancak insanlar bir birini ahlaksızlıkla, yalancılıkla, hırsızlıkla suçluyor.

Hukuk

Benim şahsi görüşüm ülkemizin ve insanlığın sorunlarını ancak somut veriler ve olgularla hukuk çözebilir. Ancak ahlaki değeri de dikkate almak gerekir. Kişinin kendi öz disiplini ve bilinci ile olay ve olguları analiz edip bir sonuca ve karar vermesi önemli Bu da bir bilinç gerektiren durumdur.

Ancak hukuk bugün bağımsız yargı tartışma konusu. Herkes baktığı noktada kendine göre hukuk oluşturmuş. Hukuk ve yargının toplumdaki güveni şimdilerde çok aşağılarda. Adaletin olmadığı yerde insanların kendi yargısına başvurduğu sıkça bilinir. Bunu hele hiç kimsenin istememesi gerekir. Basına yansıdığı kadarı ile çoğu kişi günümüzde yargının hukuki karalarının alınma şeklinden menün görülmüyor.

Diğer bir ifade ile hukukun değil, kirşlerin hukuku işletilmesinden şikâyetçi görünüyorlar. Hukukun aldığı kararlardan memnun olmayanların kendi hukukuna başvurmaları başak kaoslarda ortaya çıkmasını kaçınılmaz kılıyor. Bu durum başka bir hukuki durum yaratıyor.

Birçok konuda ölçütümüz yok!

Pekâlâ, neye güveneceğiz, nerde hangi durumda nasıl karar alacağız? Diğer bir ifade ile bu işin referans noktası nedir? Dediğimizde işin içinde yine çıkamıyoruz. Çünkü birçok konuda ölçütümüz yok. Örneğin bir işe bir eleman alınacak. Ölçütümüz ne? Ne tür yetenekler ve eğitim becerileri arıyoruz? Adamına göre iş mi? Maalesef birçok konuda temel yapısal sorunları olan ve üstesinden gelemediğimiz bir durumla karşı karşıyayız.

Bir bütün olarak sorunlar yumağının içende boğuşup duruyoruz.

Ancak çözüm üretme konusunda bir o kadarda sorun yaşıyoruz. Maalesef sorunları çözemiyoruz. Birlikte sinerji oluşturulmuyoruz. Birbirimizde yardım istemiyoruz ve yarımda etmiyoruz. Bir zihni kotlama sorunu yaşıyoruz gibi geliyor bana. Kırsalda eskiden köy yerlerinde imece usulü ile yardımlaşılırdı. Şimdilerde herkes bireycileymiş ve güvensizlikler had safhaya ulaşmış görülüyor.

Geçmişte iyi kötü siyasetten ve dış etkilerden az etkilenen bir yargı vardı veya toplum öyle kabul ediyordu ve devletin kuramlarına iyi kötü bir sistem ve güven vardı. Şimdi bu tartışmalı ve toplumun bir bölümüne güven vermeyen yapı beraberinde bir dişi farklılaşmış sorun ve itirazları oluşturuyor.


İtirazın olması önemli ancak konuşmayı ve iletişimi de elden bırakmamak gerekir. Sorunları kavga ederek değil konuşarak ve medeni ilişkiler içinde tartışarak ve nihayetinde çözüme kavuşturmak gerekir. Bir birimize güvenir ve karşılıklı görüşlere saygı duyarsak sorunları üstesinden daha rahat geliriz.

Hayatımızda en çok neleri erteliyoruz?


Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Prof. Dr. İbrahim Ortaş, 1985 Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi mezunu. 1986 yılında Şanlıurfa Köy Hizmetleri Araştırma Enstitüsünde araştırmacı olarak çalıştı. 1987 yılında Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1990-1994 yılları arasında İngiltere’de Reading Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı. İbrahim Ortaş, halen Profesör olarak Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü'nde araştırma, eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdürmektedir.