Covid-19 normalleşme süreci Temmuz ayı değerlendirmesi

Normalleşme sürecinin yanlış anlaşıldığı ve rehavet getirdiği bir gerçektir. Mart başından itibaren giderek daha fazla yeni tanı alan olgu olduğu, dalgalı seyir izlenmekle birlikte Nisan – Temmuz ayları arasında trendin yukarıya doğru olduğu, birkaç günde bir yeni rekorlar kırıldığı görülüyor.

Covid normalleşme süreci

Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Levent Yamanel “Normalleşme sürecini insanlar çok yanlış anladı. Bu süreç yeni bir normal aslında. Daha steril ve toplumdan mümkün olduğunca sosyal mesafeyi koruyarak geçirilecek bir süreç.” dedi.

Normalleşme süreci konusunu Acil Tıp Profesörü Özgür Karcıoğlu’na sorduk. Vakit ayırdığı için kendisine teşekkür ederiz.


Temmuz 2020 itibariyle Covid-19 verileri nelerdir?

Pandeminin başladığı Aralık 2019- Ocak 2020 döneminden beri veri akışını sağlayan birkaç internet sitesi sayesinde dünyayı izlememiz oldukça kolaylaşmıştır. Worldometers.info, ourworldindata.org, https://gisanddata.maps.arcgis.com/ gibi siteler aracılığıyla neredeyse gerçek zamanlı olarak global ölçekte birçok ayrıntılı değişken izlenip yorumlanabilmektedir.

Mart başından itibaren giderek daha fazla yeni tanı alan olgu olduğu, dalgalı seyir izlenmekle birlikte Nisan- Temmuz ayları arasında trendin yukarıya doğru olduğu, birkaç günde bir yeni rekorlar kırıldığı görülüyor.

Çin’de Ocak-Mart döneminde hızla 80.000’e çıkan olgu sayısı daha sonra ani fren yapmış ve koltuğu diğer ülkelere devretmiştir. Temmuz itibarıyla olguların 1/4’ü ABD’de, sadece %2’si Çin’de kalmıştır.

Mayıs-Temmuz döneminde olgu sayısı hızla yükselen Brezilya ve Hindistan ile 2. ve 3. sıraya çıkmıştır. Bu aylarda en hızlı olgu artışı ABD, Brezilya, Rusya, Hindistan, Peru, Şili ve Meksika’da olmuştur.

Şekil. Günde yeni eklenen olgu sayıları.

günlük vaka istatistik

Ölüm sayıları: Mart başından itibaren ölümlerde artış trendi varken Nisan ortasından sonra plato ve hafif düşme eğilimi görülmüştür. Mayıs – Temmuz döneminde ise istikrarlı-dalgalı trend ile sabitlenme izleniyor.

Mayıs-Temmuz aylarında en yüksek ölüm oranları %14-24 ile Fransa, Belçika, İtalya ve İngiltere’dedir. Ülkelerin içinde de bölgesel farklar olabilmektedir. Örneğin ABD’de %4-5, fakat New York’ta %11 fatalite hızı dikkat çekmiştir.

Şekil. Dünyada her gün için kaydedilen ölüm sayıları.

covid iyileşme ölüm karşılaştırma

Şekil. Temmuz ortasına kadar sonuçlanmış hastalar. Üstteki gri çizgi iyileşenler, turuncu ölenleri gösteriyor. Sonuçlanan olgular içindeki ölüm oranı (mortalite hızı) Temmuz’da %7.12’ye kadar düşmüştür.

En fazla hangi ülkelerde olgu vardır?

Günlük olgu sayısının en fazla açıklandığı üç ülke Brezilya, ABD ve Meksika’dır.

Tablo. Dünyada en fazla COVID-19 olgusu bulunan ülkelerdeki ayrıntılı veriler (Temmuz 2020).

ülkelere göre covid

Olguların ülkelere dağılımı ve Türkiye’nin payı nasıldır?

Olguların yarıdan fazlası dört ülkede; ABD, Rusya, Brezilya ve Hindistan’da bulunuyor (%53). Türkiye 211.981 olgu ile tüm dünya olgularının %1.66’sını temsil ediyor. Nüfusumuz dünyanın %1’i civarında olduğuna göre, olması gerekenden fazla olgu sahibi olduğumuz söylenebilir.

Şekil. 2020 Temmuz ayı 2. haftasında olguların ülkelere dağılımı (Çin dışarıda bırakılmıştır). Kaynak: Worldometers.info

vakaların ülkelere dağılımı

Şekil. Temmuz ayında olgu fatalite hızları.

covid fatalite hızı

Dünya da ve ülkemizde Covid19 normalleşme sürecini değerlendirir misiniz?

Türkiye’de Mart’ın ikinci haftasından itibaren İstanbul ağırlıklı olmak üzere PCR (+) olgular bildirilmiştir. Bunda hem geniş bir sınırımız bulunan İran’dan karayoluyla girişler ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinden İstanbul ve İzmir’e gelişlerin etkili olduğu düşünülmektedir. İlk olgunun açıklandığı 11 Mart’tan sonraki ilk haftalarda artan olgu sayıları görülmüştür.

Dünyadaki gidişe bakıldığında olgu sayısının hala yükselmeye ve rekorlar kırmaya devam ettiği, ancak ölümlerin aynı şekilde artmadığı görülmektedir. Bu da virüsün öldürme gücü veya virülansının azaldığı düşüncesini öne çıkarmıştır. Bunun sonucunda en fazla olgunun bulunduğu ABD dâhil olmak üzere Kuzey Avrupa ülkelerinde, kısmen Uzakdoğu ve Ortadoğu’da normalleşme çabaları belirginleşmiştir.

Bize sosyokültürel olarak en fazla benzeyen ülkelerden biri olan İran, hızla normalleşme çabaları sonrasında son haftalarda tekrar hızla artan olgu ve ölüm sayıları ile karşılaşmıştır. O kadar ki, hep yanlış olarak kullanılan ‘ikinci dalga’ terimine en yakın olan ülke İran’dır. Yanlış dememin nedeni, bilimsel olarak ikinci dalgaya geçilmesi için ilk dalganın sıfırlanması gerekir; ancak dünyada fazla olgusu olan hiçbir ülkede birinci dalganın bittiği söylenemez.

Tablo. İran’da “normalleşme” sonrası yeniden yükselen günlük ölümler.

coronavirus daily deaths

Bunda önemli bir itici güç ise ekonominin eski normale dönmesinin hem iktidardaki siyasetler hem de halkın önemli bölümü tarafından sıkı önlemlerin sürmesine tercih edilmesidir.

Ülkemizde Nisan-Mayıs aylarında sokağa çıkma kısıtlamasını ihlal eden bir vatandaşın kameralara söylediği ‘Koronadan değil, açlıktan mı ölelim?’ sorusu bu durumun kristalleşmiş halidir.


Şekil. Salgının başlangıcından 13 Mayıs 2020’ye kadar Türkiye’de açıklanan olgu, aktif vaka, toplam olgu, 3, 7 ve 14 günlük insidanslar ve prevalans verileri. Aktif olgu sayısı hızla düşüyor görünse de günlük açıklanan olgu sayısının o derecede düşmediği görülmektedir.

insidanslar ve prevalans verileri

Şekil. Ülkemiz için Rt değeri Mayıs sonunda 0,7 olarak hesaplanmaktadır.

türkiye rt değeri

Temmuz ayı itibariyle normalleşme sürecinde hastanelerin Covid19 doluluğu hakkında bilgi verir misiniz?

Mart-Mayıs döneminde İstanbul ve İzmir’de yaşanan aşırı yoğun hasta yatışları bu dönemde Ankara, Konya, Şanlıurfa, Gaziantep’e doğru yer değiştirmiştir.

Salgında ülkece en büyük şansımız İran ve bazı Avrupa ülkelerinin Mart-Nisan aylarında yaşadığı aşırı olgu sayıları ve hastanelerin buna yanıt verememe durumunun yaşanmamasıdır. Şu an için bu durumun devam ettiği görülmektedir.

Zaten hep afetteydik!

Ülkemiz sağlık kurumları pandemi öncesindeki dönemde oldukça antrenmanlıdır. Örneğin acil servislerine günde 1000’den fazla hasta başvurusu olan onlarca 3. Basamak hastanemiz olması bunun sayısallaştırılmış hali olarak düşünülebilir. Bu haliyle bakıldığında ülkemiz sağlıkçıları ve kurumlarının “zaten hep afet ve pandemi koşullarının içinde olduğunu” söylemek abartılı olmayacaktır.

Yine yoğun bakımlar hızlı hasta sirkülasyonuna alışıktır. Diğer bir etken, ülkemizde onlarca yıllık tıp eğitiminin teorik gelişmelerle tıp pratiğini harmanlamış olarak yüksek nitelikli denebilecek bir eğitim verdiği, hekim ve hemşirelerin yeni koşullara adapte olmakta becerikli olduğu gerçeğidir.

Pandemi döneminde buna somut örnek verecek olursak, hekimlerimiz hasta kliniği-PCR ikileminde kalan batılı meslektaşları gibi tutuk davranmamış, kiniği önde tutarak agresif tedavileri öngörü ve cesaretle başlamışlardır. Tomografi ve diğer yardımcı hizmetlerin önceki dönemdeki durum nedeniyle çok rahatlıkla kullanılması da bunda etkendir.

Tüm bunların hastaların kötüleşmesini ve yoğun bakımları doldurmasını engellediğini düşünüyorum.

Yine sivil toplum kuruluşları, meslek odalarımız ve bakanlık tarafından sık sık bilgilendirmelerin ve kılavuz güncellemelerinin yapılması ile hekimlerin gelişmeleri yakından izlediğini söyleyebiliriz.

Normalleşme sürecinde vatandaşın yaptığı hatalar nelerdir?

Vatandaş, eksik sağlık bilgisi ve ekonominin normalleşmesine dönük motivasyonu birleştirdiğinde hızla normalleşmeye doğru bir eğilim göstermiştir. Toplu taşım araçlarındaki kalabalığa sıradan vatandaşın tepki gösterdiği neredeyse hiç görülmemiştir. Bunda bazı bilim insanları ve siyasetçilerin yaptığı gibi halkı suçlama kolaycılığına gidilmesini doğru bulmuyorum.

Günümüzde hala büyük oranda geçerliliğini koruyan “Maslow’un gereksinimler sıralaması” şemasına baktığımızda bunu anlayabiliriz. Yaşamda kalma, beslenme, çocuklarını besleyip soyunu sürdürme güdüsü fizyolojik gereksinimler başlığı altında en önceliklidir. Sağlık konusu bile bundan sonra gelmektedir. Bu nedenle insanlar eğitim durumundan, kendisine söylenenlerden bağımsız olarak sağ kalma ile ilişkili etkinlikleri sağlıkla ilgili soyut tehlikelerin, yani virüs ile enfekte olma riskinin önün koyarlar. Ancak fizyolojik gereksinimlerle ilgili sorununuz yok, yani gelecek güvenceniz olduğuna inanmışsanız sağlık konusu diğerlerinin önüne geçebilir. Bu da semtler, mahalleler arasında, sosyoekonomik veya kültürel altyapısı farklı gruplar arasında COVID-19 ile ilgili neden bu kadar farklı davranışlar görülebildiğini açıklamaktadır. Başka bir deyişle, sosyoekonomik olarak ‘rahat’ ya da gelecek güvencesi olanların çoğunlukta olduğu bir bölgedekilerin diğer bölgedekileri anlamaması aşağıdaki şemaya göre doğaldır.

İnfografik: “Maslow’un gereksinimler sıralaması” şeması kişilerin davranış ve motivasyonlarını anlamamıza yardımcı olur. Burada öncelikler fizyolojik gereksinimlerden kendini gerçekleştirmeye doğru, yani tabandan tepeye doğru gitmektedir.

maslow ihtiyaçlar hiyerarşisi

Halkımız, maske, fiziksel uzaklık, sıkı hijyen kurallarına uymakta zorlanmıştır. Kültürel kodlarda ‘sıkıya gelmeme’, disiplini sevmeme özelliğinin baskın olduğu Akdeniz ve Ortadoğu alışkanlıkları bunu kısmen açıklayabilmektedir. Bunu anlamak için maskenin zorunlu olduğu taşım araçları, AVM’lerdeki oranda dışarıda, “sokakta” kullanılmamasını görmek, yine taziye, kutlama, asker uğurlama gibi ritüellerden fazla ödün verilmemesini anımsamak yeterlidir. Devletin de kitle iletişim araçlarını daha etkin kullanarak, sadece zorlama ile değil, etkin bilgilendirme ile konuyu vurgulaması daha yerinde olurdu.

Geleceğe yönelik mesajlar neler olabilir?

Bu son salgın değil, olmayacak. Bu salgın bir süre sonra bitse bile yeni salgınlar gelecektir. Maskeler, el dezenfektanlarıyla geçirecek uzun yıllarımız, yeni kuşaklarımız olacağı ortadadır. O nedenle sosyokültürel kodların uzun vadeli olarak evrilmesi düşünülmelidir. Bunun için okul-öncesi ve okul çocukları ile kadınların eğitimi kilit rol oynar.

Soyut bir tehlike olan virüs enfeksiyonun kişilerin yaşamlarını değiştirecek düzeyde somutlanması ciddi bir pedagojik çaba ve organizasyon becerisi gerektirecektir. Sivil toplum kuruluşları, odalar ile devlet işbirliği yaparak uzun erimde planlamaya çalışmalıdır.

Biyografi: Prof. Dr. Özgür Karcıoğlu

Özgür Karcıoğlu

1969 yılında Aydın’da doğdu. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1993 yılında mezun olup 1994’te Dokuz Eylül Üniv. Tıp Fak. (DEUTF) Acil Tıp AD Araştırma Görevliliğine başladı.

1998’de ‘Acil Serviste Kardiyopulmoner Resusitasyon Uygulanan Hastalarda End-Tidal CO2 Monitörizasyonunun Rolü’ konulu uzmanlık tezi ile Acil Tıp Uzmanı oldu. Ekim 2004’te DEÜTF Acil Tıp AD’da Doçent unvanı aldım. 2005 Nisan-2007 Eylül arasında aynı anabilim dalında başkanlık görevinde bulundu. 2007’den itibaren Sağlık Bakanlığı’na bağlı İstanbul Bakırköy Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Acil Tıp Kliniği eğitim direktörü olarak görev aldı. Ocak 2009’dan sonra Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Başkanı ve Bakırköy Acıbadem Hastanesi Acil Servis Sorumlusu olarak çalıştı. 2010 yılında Acıbadem Üniversitesi bünyesinde Profesör unvanı aldı.

Eylül 2007-2009 arasında Türkiye Acil Tıp Derneği Yönetim Kurulu üyesi olarak görev aldı. İstanbul Tabip Odası, Türkiye Acil Tıp Derneği, Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Derneği, Acil Tıp Uzmanları Derneği, Tıp Eğitimini Geliştirme Derneği, American College of Emergency Physicians (ACEP), European Society of Emergency Medicine üyesi. 2014 yılında kurucusu olduğum Toplumsal Afet Derneği’nin Başkanlığını yürütüyor. TATD bünyesinde Sepsis çalışma grubunun başkanı, Travma ve Resüsitasyon çalışma gruplarında aktif üyesi. 2017 yılında “Fellow of Emergency Medicine Association of Turkey” (FEMAT) üyeliği ödülü aldı.

2012 ve 2016 yılında Amerikan Kalp Derneği (AHA) bünyesinde Temel ve İleri Kardiyak Yaşam Desteği (BLS ve ACLS) Eğitici Eğitimi Sertifikası aldı.

Bu süreç içinde DEUTF Acil Tıp akademik yapısı içinde yürütülen ve tamamlanan 22, diğer bir üniversitede 1 uzmanlık tez çalışmasında tez danışmanı olarak görev yaptı. Acil tıp ile ilgili uluslararası hakemli dergilerde 111, ulusal hakemli dergilerde 65 bilimsel yazı ve makale, editörlük yaptığı 2 çeviri, 3 özgün kitap ve 33 kitap bölümü yayınlandı. Halen ‘Trauma Surgery’ başlıklı orijinal İngilizce Üniversiteler ve uzmanlık dernekleri bünyesinde düzenlenen çeşitli sempozyum ve konferanslarda görev aldı. 2007’de İzmir’de düzenlenen III. Ulusal Acil Tıp Kongresi’nde Kongre başkanlığı yaptı. Ulusal ve uluslararası bilimsel kongrelerde sözlü veya poster olarak sunulan 116 bildiride katkısı oldu.


COVID-19 salgınına ilişkin yazı ve benzeri bilgileri, tanı ve tedavi süreçleri, yayılım, bulaş, korunma ve tedavi yöntemlerini içeren ‘COVID-19 TANI VE TEDAVİSİ’ başlıklı kitabı Ematip kitabevi tarafından basılmıştır.

Covid-19’un beyin ve sinir sistemi üzerindeki etkileri neler?


Serpil Çavuşoğlu
1973 İstanbul doğumluyum. Hayatın her alanında gönüllü olarak faaliyet göstermekteyim. Bağımlılık ile mücadele, kadın ve çocuk istismarına karşı destek, eğitime katkı amaçlı kütüphanaler kurulması, yardımlaşma derneklerinde faaliyetler, tüketicinin her tür hakkı (sağlık, hukuk...) üzerine destek çalışmaları, kültür sanat projelerine koçluk, danışmanlık, tutuklu çocukların topluma kazandırılması amaçlı eğitim organizasyonları, kan bağışı, organ bağışı, ilik bağışı üzerine organizasyonlarda koordinatörlük, özel eğitim öğretmeni olmam sebebiyle engelli çocuklarımızın ailelerine danışmanlık, okullarda çocuklarımızın yardımlaşma güdüsünü pekiştirme amaçlı seminerler ve sayamayacağım daha pek çok alanda, neredeyse hiç durmadan yıllardır gönüllü olarak faaliyet göstermekteyim.