Gücü Halktan Almanın Yolu: Demokrasi

Demokrasinin sözlük anlamı ‘‘Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erki, demokratlık’’(TDK Sözlüğü). Yönetim biçimi olarak teoriği itibariyle insanoğlunun en iyi buluşu. Peki yeterli mi? Demokrasi birçok yönden incelenmeli. Örneğin azınlıklar, çok kültürlülük vs. Ancak bu yazıda daha genel olan iki yönünü tartışmaya açmak istiyorum: Birincisi yönetim gücünün halk tarafından belirlenmesi yani halkın egemen olması, ikincisi ise hak ve hürriyetlerin herkese eşit dağıtılması.

Halk Egemenliği


[quote]Bu bir Fransız alışkanlığıdır. İnsanlara yönetimi her zaman verirler. Ama haklarını kullanmasına asla izin vermezler. Le président (Bay Başkan Filmi) 1961[/quote]

Demokrasi teorikte her zaman bir amaç olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Kurtuluş savaşından sonra halk egemenliğiyle yönetilen bir devlet haline gelmeyi amaçlamıştır. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin en fazla övündüğü şeylerin başında güçlü demokrasileri vardır. Emperyalist devletler dünyayı kana bularken amaçları otokratik ülkelere demokrasi götürmektir!

İktidarı ya da gücü eline geçirmek isteyenlerin başvurduğu en önemli araçtır demokrasi.

[quote]İnsanlar demokrasinin amaçları olduğunu iddia ederler ancak genellikle o bir araçtır. Peki amaçları nedir? Amaçları ise demokrasi yoluyla gücü eline almak ve kendi ideolojilerine bağlı bir devlet oluşturmaktır. Hatta bu sürecin ilerleyen zamanlarında gücü eline almakla kalmaz diktatörlüğe de başvurabilirler.[/quote]

Bunun örneklerini Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de dünya tarihinde de görebilirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti demokrasi tarihini kısaca hatırlayalım.

Bu bölümde zaman zaman tercih sizin ifadeleri bulunmakta. Bunun sebebi kinaye yapmak falan değil. O konularda saygı duyduğum farklı görüşlerin olması ve ağır basan görüşleri hatırlatmak.

Başta Mustafa Kemal Atatürk ve diğer büyüklerimiz olmak üzere milletimizin büyük fedakarlığı ile Kurtuluş Savaşı zaferimizi bütün dünyaya ilan ettik. Hemen arkasından çeşitli iç meseleler ile ilke ve inkılapların uygulanması dönemi başladı. Cumhuriyet Halk Fırkası ilk kurulan partidir. Bu partiye karşı Mustafa Kemal Atatürk’ün de isteğiyle kurulan iki partiyle çok partili demokrasi denemelerinde bulunduk. Ancak her iki parti de farklı olaylar sebebiyle ya da farklı olaylar bahane gösterilerek (tercih sizin) kaldırıldı. Çok partili hayata geçiş denemeleri başarısız oldu. Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı kurulup da kaldırılmayan ilk etkili parti cumhuriyetin ilanından 23 sene sonra 1946 yılında kurulan Demokrat Parti’dir. Demokrat parti kuruluşundan sadece dört yıl sonra iktidar oldu. On yıl kadar süren Demokrat Parti iktidarı Genel başkanları Adnan Menderes’in farklı olaylar bahane gösterilerek ya da farklı olaylar sebebiyle (tercih sizin) idam edilmesiyle sonlandı. Demokrasi bir kez daha başarısız oldu.


O günden sonra da bazısına göre askeriyenin, bazısına göre sistemin devlet içi örgütlenmesinin (tercih sizin) gölgesinde farklı farklı partilerde iktidar el değiştirdi. İstenilen demokratik anlayışa bir türlü ulaşılamadı. Kişi diktatörlüğü olmasa da bir çeşit sistem ya da ideoloji baskısı her zaman hissedildi. Bu durum bazısına göre laik ve sosyal bir hukuk devletinin gereğiydi. Oysa 90 yıl önce ilan edilen Cumhuriyetin amacı demokrasi ya da halkın egemenliği değil miydi? Şimdi başa dönmek sanırım iyi olacak. ‘‘Demokrasi, iktidarı eline geçirmek isteyenlerin amacı değil, gücü ele geçirmek ve kendi ideolojilerini hakim kılmak için kullandıkları bir araçtır.’’ Çünkü onlara göre en ideal yönetim şekli kendi ideolojilerine en yakın olandır. Ve ideal olan yönetim şeklini hakim kılmak için her yol mubahtır. Kılıf zaten bir şekilde bulunacaktır. Bugünkü iktidar anlayışlarının da bundan çok farklı olduğunu söylemek mümkün müdür?(tercih sizin) Amacım herhangi bir ideoloji ya da görüşü eleştirmek değil. İnsan ve demokrasi gerçeğini ortaya koymak. Demokrasinin ne kadar insancıl da gözükse ona şekil verenin de insan olması sebebiyle düştüğü acziyeti göstermek.   

Hakların Eşitliği

Dr. Alexis Carrel/İnsan Denen Meçhul  kitabından: ‘‘İnsan ve fert kavramlarının karışıklığından doğan diğer bir hata da demokratik eşitliktir. … Bu dogma, vücut ve şuur yapısını hesaba katmıyor. … Elbette insanlar eşittir. Fakat fertler eşit değildirler. Onların hak eşitliği bir hayaldir. … Ahmak, zekasız, dikkat edemeyen, dağınık bir kimsenin, yüksek bir eğitime hakkı yoktur. Ona tamamen gelişmiş bir fertle aynı seçme hakkını vermek saçmalıktır. …

[quote]Demokratik prensip seçkinlerin gelişmesini engellemek suretiyle medeniyetin çöküşüne yardım etmiştir… Aşağı olanları yükseltmek mümkün olmadığı için, insanlar arasında eşitliği meydana getirmenin tek çaresi onların hepsini en aşağı seviyeye indirmek idi. Böylece şahsiyetin kuvveti kayboldu.’’[/quote]

Alexis Carrel’in düşüncelerinden alıntı yapmamın nedeni bu düşünceleri tamamen kabul etmem değildir. Sadece olaya tersten bakmamızı sağlaması ve bunu yaparken de mantık ve gözlemlerinden faydalanmasıdır. Onun düşüncesine göre demokrasi insanın yapısına aykırıdır. Ferdin potansiyelinin ve onun sayesinde gelişecek olan medeniyetin önünü kesmemek için herkese eşit hakların verilmemesi gerekir. Çünkü herkesi aynı standartlara tabi tutmak zayıf akıllıları yukarı çıkaramayacağı için dahi olanları zayıf akıllıların seviyesine indirecektir. Alexis Carrel’in düşüncelerinin bir kısmını ya da tamamını kabul edip etmemek konusunda tercih okuyucularındır.

Hakların eşitliği konusunda olayın farklı bir boyutu benim daha çok dikkatimi çekmektedir. Son seçimlerden sonra medyada ve sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılanlar, yapılan yorumlar aslında sadece yönetimi ele geçirmek isteyenlerin değil, onları destekleyenlerin de dertlerinin demokrasi olmadığını ortaya koydu. İlkokuldan beri bize anlatılan demokrasinin Türkiye vatandaşları gibi sözüm ona ‘aptal insanların’ yaşadığı bir ülkede uygulanamayacağını öğrendik!

Evet hazmedememe, insanları bu denli acımasız bir hale getirdi. İstediği partiye oy vermeyenlerin ne aptallığı kaldı, ne cahilliği ne de hainliği! Savunma olarak şunların dendiğini duyar gibiyim. ‘‘Halk kandırılıyor’’, ‘‘Halk yeteri kadar sorgulamadığı, okumadığı için sömürülmesine izin veriyor.’’ Peki Mustafa Kemal Atatürk halk egemenliğine dayalı cumhuriyeti kurduğunda halk şimdiki halinden daha mı akıllıydı? Ya da Ulu Önder halkın cahil olduğunu hesaba katamadı mı? Neyse biz yine de olayı iki boyutlu düşünelim. Hak eşit dağıtılmalı mı, dağıtılmamalı mı? Ya da duruma göre pozitif ayrımcılık gibi bir takım farklı uygulamalarla zeki, yetenekli insanların hak katsayılarında artış mı olmalı? Örneğin onların oyları üç falan mı sayılmalı. Ama böyle olunca da orta çağ insan sınıflamaları akla gelmiyor mu? İnsan gerçeği. Siz teorikte ne kadar iyi bir olgu bulursanız bulun insan pratikte onu öyle bir şekle sokar ki bir zaman sonra onu gördüğünüzde ne bu inek benim diyebilirsiniz, ne de benim değil.

İnsanla ilgili çözümlemelerde iki, iki daha dört etmez. Onun için de bir sistem kurup insanı o sistemle özgürleştireceğim, demokratikleştireceğim mantığı yetersiz kalmaktadır. İnsanla ilgili her konuda olduğu gibi yönetim konusunda da en önemli faktör, sistem değil insandır. Ve insan gerçekten de çok karmaşık bir varlıktır.


Eleştirmek kolay, çözüm sunmak zor. Kendimize göre teşhisi yapmış da olsak çözüm için ne yazık ki çok şey söyleyememekteyiz. Ancak şu kadarını söylemek gerekir ki medeniyeti teknolojinin getirdiği rahatlık, teorikte mantıklı ve kendi içinde tutarlı ideolojiler üzerine değil, insanı bütün yönleriyle (fıtri, psikolojik, sosyolojik, fizyolojik, tarihi vb.) ve bütüncül bir bakış açısıyla araştırıp, ortaya çıkacak sonuçlar üzerine inşa etmek gerekmektedir.