Sen Hoş Geldin Ramazan Sözüm Sana Değil!

Biz, manidarla çarşıdayken, çarşı, pazar oldukça manidarken…
Baktığımız tüm etiketler el yakan türdeyken…

“Hanımefendi, ne diyorsunuz fiyatlar için?”
“Fırsatçılar!”


ramazanda-et-indigodergisi

Herhangi bir televizyon kanalının, herhangi bir haber bülteni:

Ramazanın gelmesiyle, hatta gelmesini boşverin yaklaşmasıyla, kırmızı et fiyatlarında artış yaşanmaya başladı!..

“Beyfendi,’ ne diyorsunuz zamlar için?”
“Bu zamlar… O zamlar… Şu zamlar… Bir zamanlar…

Çok kötü dönemler yaşadık ‘güzel hanım kızım’ şimdi yine iyiyiz, iyi!..”
“Zamlar! diyorum ‘beyfendi,’ çok değil mi sizce de; özellikle bu dönemde, böylesine zam olması doğru mu?”
“Bırakın bu soruları ‘hanım kızım,’ ben biliyorum sizin ne demek istediğinizi, lafı nereye getirmeye çalıştığınızı… Şu an iyi bizim halimiz, siz hatırlamazsınız eski yılları…”
“Bir yere getirmeye çalışmıyorum ‘beyfendi,’ altında bir şey yok, yanlış anladınız sanırım. Bu dönemde tam tersine olması lazım değil mi diyorum! Mesela; kırmızı etin daha fazla insanın kapısından girmesi, tüm masaların aynı hale getirilmesi belki zor olsa da, hiç olmazsa biraz daha çeşitlenmesi, eşitliğin bu dönemde daha fazla sağlanmaya çalışılması, ön plana çıkarılması… Bunları demek istiyorum; sizi de kapsıyor bunlar, bizi de, hepimizi… Kötü mü sizce?”
“Niye öyle kinayeli konuşuyorsun ‘kızım?”
“Hayır ‘beyfendi,’ hiç öyle bir niyetim yok, gerçeklerden konuşuyorum sadece, size de bu hayattan bir soru sordum, o kadar.”
“Kız!’ Bana bak!’ Geç bunları, diyeceğim o kadar, daha fazla da uzatma!”
“O zaman sizi zamınızla baş başa bırakıyorum ‘beyfendi,’ buyrun tadını çıkarın, afiyet olsun…”

Halkın beyaz ete yöneldiğini gören et satıcıları hemen harekete geçip, tüm beyaz etleri kırmızıya boyadı. Tavukların bu durumdan oldukça rahatsız oldukları gözlemlenirken, bu yönde sorulan tüm soruları cevapsız bırakıp, konuyu farklı taraflara çekmeleriyse oldukça manidar bulundu… Evet, “manidar bulundu,” uzun süredir kayıp olan manidar, bulundu! Kendisine, neyi anlatmak istediği sorulduğunda, -bilmiyorum artık! dedi, manidar bir şekilde…

mirror

Manidarı bulmuşken bırakmak istemedik, tuttuk çarşının yolunu… Ve gördük ki aslında kırmızı et, ön planda olanmış sadece… Sebzeler, meyveler, kuru gıdalar… Hepsi zamlı! Yani; zam, sanki bir şehir ve hepsi birbirinin hemşehrisi; hal böyle olsa insanın da zamlı olası gelmez mi? Hem de nasıl! Herkes zamlı olsa, zam kime dokunur ki? Tam tersine, sen zama dokunursun, dokunmak için can atarsın; atlarsın gidersin mesela, burdan taş çatlasın beş saat…

Keşke!

Böylesine hafife alınabilir bir konu olsa da, hafifliğiyle kalsa; değil mi?!

Zam denilince içi ‘cız’ eden, ‘yanan’ insanlar varken, sofradaki malzemeler artacağına azalırken, evin küçük çocuğu, allı pullu reklamlardaki yiyeceklere, içeceklere bakıp iç geçirirken…

 

[quote]


Biz, manidarla çarşıdayken, çarşı, pazar oldukça manidarken…
Baktığımız tüm etiketler el yakan türdeyken…

“Hanımefendi, ne diyorsunuz fiyatlar için?”
“Fırsatçılar!”

[/quote]

 

Ramazan davetleri…

“Ünlü türkücü Haşmet Birgaripses’ in düzenlediği iftar davetinde ünlüler havada uçuştu!

Nasıl mı?! Çok enteresan, oldu mu oluyor… Şarkılar, türküler geceye renk kattı. Ünlü aşçı Cankurt Afiyetoğlu’ nun mutfağından çıkan yemeklerden en ilgi çekeni ‘göl kenarına yatırılmış ördek’ oldu; ilginçti çünkü, ne davet göl kenarındaydı, ne de böyle bir şeye ihtiyaç vardı. Ördeğin konuyla ne alakası vardı, neden göl kenarına yatırılmıştı, kendisine fikri sorulmuş muydu; peki, ördekle Cankurt Afiyetoğlu arasında bir bağlantı mı vardı, yoksa yeni bir aşk mı alevleniyordu?! Kameraların, fotoğrafların, flaşların, kahkahaların ardından son bulan geceye, Haşmet Birgaripses’ in ‘garip’ gözyaşları damga vurdu! Kendisi; çok duygusalım, bu durumlara dayanamıyorum dedi; dediğini biz anlamadık!.. Duygunuz, sala binip uzaklaşmış, zevküsefa içinde olabilir mi? dedik; bunu da o anlamadı. Hazır anlaşamamışken, yapılacak en doğru hareketin buradan hızla uzaklaşmak olduğu kanısına varıp bu düşüncemizi hemen eyleme çevirdik; acaba burada hiç bulunmamalı mıydık düşünceleri kafamızı kemirirken… ”

Biz, manidarla Ramazan davetlerindeyken, davetler oldukça manidarken…
Evin küçük çocuğu, hâlâ evde iç geçirirken!..

Ülkemizin yüzde bilmem kaçının “müslüman” olduğu söyleniyor; bu bilmem kaç, büyük bir sayısal değeri ifade ediyor bu arada, hem de ciddi bir sayısal değer; dalga geçmek için yazılmış değil, herhangi bir yerde, net, anlaşılır bir veri olmadığı için. Ama, net bir rakam olmasa da, oldukça fazla bir bölüm olduğu görülüyor gibi, ya da hissediliyor, algılanıyor… Çeşitli yayınlarda karşımıza çıkan, farklı farklı rakamlar var; yüzde altmış olduğu yazıyor, yetmiş olduğu, seksen, doksan, “hoppaaa, haydi bakalım.” Pardon! Konu dağılıyordu bir an yine. Bir anda ne kadar da kolay dağılıp başka yöne gidebiliyoruz değil mi? Neyse, dönelim…

Şimdi, hal böyleyken; yani büyük bir bölümünün müslüman olduğu söylenen bir ülkedeyken; fiyatlar, çarşı, pazar, etiketler, zamlar, fırsatlar… Ve kutsal sayılan bir dönemken! Nasıl mümkün oluyor, neden oluyor? Bu soru sorulmalı mı, sorulmadan unutulmalı mı? Bunlar söylenmeli mi, söylenmeden bilinç altımıza doğru süpürülmeli mi?

Nasreddin Hoca’ nın bir fıkrası geldi aklıma:
Hoca’ nın canı et yemeği istemiş bir gün. Kasaptan iki kilo et alıp evine götürmüş.
-Akşama güzelce pişir bunları, demiş hanımına. Ne var ki o gün eve hanımın misafirleri gelmiş. Kadıncağız eti pişirip onlara ikram etmiş. Akşam da bir tarhana çorbası çıkarmış Hoca’ nın önüne.
-Et nerede? demiş Hoca. Kadın, doğruyu söyleyeceğine bir yalan kıvırmış.
-Eti kedi yedi, demiş.
-Getir şu kediyi bakalım, demiş Hoca. Sonra, teraziyi çıkartıp kediyi tartmış. Bakmışlar ki tam iki kilo geliyor. Hoca hanımına sormuş:
-Peki hanım, demiş, kedi bu ise bizim et nerede? Et buysa kedi nerede?

Fıkra işte…

Her sabah uyandığınızda, elinizi yüzünüzü yıkadıktan sonra; evden çıkmadan önce, şöyle bir bakmak için; kadınsanız makyaj yapmak için, günde bir kaç defa, mutlaka ama mutlaka; amaca yönelik, evinizde, çantanızda bir ayna vardır, öyle sanıyorum; bugün bir kez fazladan baksak, sadece bir kez fazladan bakmış mı oluruz acaba?!


Biz, manidarla biz bizeyken ve biz fazlasıyla manidarken!..


Cihan Yılmaz
İstanbul’da yaşar, İstanbul’u da ülkenin bütününü de çok sever. Ne güzel topraklardır bu topraklar; ne güzeldir bu topraklarda düşünmek, yazmak, çizmek, yaşamak; güzeldir elbet…