Hrant Dink: Faili Meçhule Giden Bir Gazeteci

Agos gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Bu saldırı, demokrasiye ve barışa karşı yapılmış bir saldırıdır.

hrant dink faili meçhul cinayet özgür basın

Bundan uzun yıllar sonra ülkemiz hakkında tarihsel not düşenler, şu içinde bulunduğumuz otuz yıl için, faili meçhul cinayetler dönemi diye başlık atacaklar kuşkusuz. Yetmişli yılların son çeyreği ve doksanların ilk yarısı için oldukça uzun alt başlıklar açılacak. Ve umuyoruz ki, o yılları yaşayanlar bize deli gömleği giydirmeye çalışan ve aşağılayan dönemdeki cinayetlerin hepsinin zaman içinde nedenselliklerinin açığa kavuştuğunu okuyacaklar.

Haberi aldığımda başka bir yazıyla ilgileniyordum. Bunu burada açıklamakta bir sakınca görmüyorum, “aydınlar” üzerine yazıyordum. Milliyet Gazetesi’nin internet sayfasında son dakika olarak geçen haberi okuduğumda içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Sonra şu satırları yazmaya başladığım zamana kadar uzun uzun düşündüm. Yazarken oradan oraya savruluyorum.


İlk tepkim, “bu ne şimdi” oldu.

Derinlerden” gelen bir hareket mi, yoksa tetiği çeken “bireysel” bir parmak mı?

Hrant Dink, gözümün önüne geldiğinde eski film karelerinde gördüğümüz bir kasaba gazetecisi imgesi canlanıyor; ve bunu da çok samimi ve sevimli buluyorum. Sanki gazeteciliğin esas niteliği geri dönmüş oluyor. Benzerlerinin kahredici sahteliğinin ve sevimsizliğinin yanında.

Siyaset sahnesinde, her nasıl ve kimlikle olursa olsun bir isim haline geldiğinizde; hayatınız tasarruf edilebilen bir cisme dönüşüyor. Kapalı kapılar arkasında sizin haberiniz bile olmadan pazarlıklar yapılabiliyor, satranç tahtasındaki herhangi bir taştan farkınız kalmayabiliyor; vezir olsanız bile feda edilebiliyorsunuz. Bu mücadelenin ve çalışmanın içinde olanlar en fazla bunun bilincinde olup, etraflarındaki arkadaşlarının teker teker düşmelerine şahittirler.

Hrant Dink bu coğrafyanın ve ülkenin bir insanıdır; bize aittir.Kim onu bu ülkeden koparmaya çalışırsa, işte bu olayın arkasındaki nedenlerden ve sonuçlardan olacaktır; ileri gideceğimiz düşünülebilir, en az faili kadar suçlanmalıdır. Bu ülkede Uğur Mumcular, Abdi İpekçiler, Hablemitoğlulları, Musa Anterler ve benzerleri nasıl katledilmişlerse, Dink de aynı şekilde katledilmiştir. Herbirinin savunduğu farklı ilkeleri vardı. Dink’in etnik kökeindeki farklılık onu bizden başkası yapmaz.

Türkiye, kurmuş olduğu cumhuriyeti yaşatmaya ve korumaya çalışmaktadır. Gençliğe Hitabede yazıldığı gibi harici ve dahili düşmanları vardır. Maalesef vardır. Kahretsin ki, vardır. Türkiye’nin sorunları vardır. En çok da hedefleri. Hrant Dink kendini bu sorunların ve hedeflerin parçası görmüştü. Savunduğu fikirlerin önemli bir kısmı bizim hoşumuza gitmeyebilir, kabullenmekte zorlanabiliriz; ama dünyanın bir çok yerinden ve ülkesinden daha çok bizim demokrasiye ihtiyacımız vardır. Demokrasi dediğimiz şeyse, liberalizmden daha çok yanımızdakinin ne dediğini ve istediğini dinleme anlayışıdır.

Hrant Dink savunduğu ve inandığı şeylerin diğer taraftarlarından daha kolay konuşulabilir bir insandı, kuşkusuz. Bize medeniyet dersi vermeye niyetli çok bilmiş ukala Batı’nın uzlaşmaz, tartışmaz ve son zamanlarda “yasakçı” zihniyetinin karşısında duran bir kişilikti. Bu haliyle de sanırız ki en çok “onları” kızdırıyor, sinirlendiriyordu. Uzlaşmacı ve tartışmacı insanları bu dünyada sevmiyorlar, sanırım.

Yani, bugün demokrasi sorunu sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir şey değil, daha çok ona sahiplenmiş gözüken batınındır aynı zamanda. Ölümün ardından idealize etme niyetimiz yok, fakat Hrant Dink’in bunu onlara gösterme misyonunu da üstlenmiş olduğunu biliyorduk, görüyorduk.

Şimdi bu cinayetin arkasındakileri düşünmeye çalışalım.


Uğur Mumcu öldürüldüğünde, bu işi yapacak gruplar alt alta koyulduğunda dokuz on maddelik bir liste oluşmuştu. Hepsinin akla yakın gelen bir nedeni vardı ve kafamızı karıştırmak için harekete geçmiş olan esrarengiz, iyi saatte olsunlar işini başarmış oluyorlardı. Birilerine mesaj vermek, önemli bir amaç için bir arada olanlar, bir fikrin en güçlü adamını ortadan kaldırmak isteyenler tek taş atıp yedi sekiz hamlelik bir açılım kazanmış oluyorlardı. Uğur Mumcu o kadar güçlü bir imge olmuştu ki, artık hayatı kendi kontrolünden çıkmış oluyordu, girişte söz ettiğimiz gibi.

Hrant Dink, Uğur Mumcu derecesinde bir simge haline gelememiş olsa da semboldü. Kuşkusuz Türkiye, popüler olan derin devlet dizilerinden anlaşılacağı üzere karmaşık bir yapıya sahip. Bir çok ülkenin istihbarat birimi ile birlikte çok farklı ve bizim bilmediğimiz oluşumlar söz konusu olabilir. Hatta bunların bir kısmının küçük ve kendiliğinden, bir anda, tepkisellikle kurulmuş sivil birlikteliklerden oluştuğunu söyleyebiliriz, farzedebiliriz.

Derinlerde olup bitenlere çok fazla giremeyiz, çünkü bu hesaplar anlayamayacağımız ve tahmin edemeyeceğimiz kadar karmaşık olabilir. Zaten aydınlanması ve anlaşılması da beklenmez. Ayrıca uluslararası çatışmaların bütün ayrıntılarını sürekli konuşyoruz, konuşmayı da sürdüreceğiz. Şimdilik bu kısmı erteliyorum.

Bugün gözden kaçıracağımız bir başka şeye dikkat çekmek istiyorum.

Sorun, eğer bireysel ya da sivil bir eylemsellikse; o “alçağa” tetiği çektiren kuvvetin hangi düşünsellikte ve duygudan kaynaklandığını da düşünebilmektir. Bu ülkeyi saran gerilimin insanları ne hale getirdiğidir. İnsanları demokrasiden, uzlaşmadan uzaklaştıran global politikaların nasıl yansıyor olduğudur.

Arjantin ya da Fransa parlamentosunda alınan kararların ya da yasaların içindeki tartışma kültürünü ortadan kaldıran zihniyetin kelebek etkisiyle Türkiye’de hangi fırtınaya dönüştüğünü görebilmektir.

Bugün o alçağa silahı veren, onu motive eden, on yıllardır giderek dozu arttırılarak büyütülen politikaları görmezden gelerek, duygusallıkla, aklımızı sloganlaştırırsak, Hrant Dink’in bu politikaların kullanacağı bir araç olmasını engelleyemeyiz.

İşte o zaman derinlerden gelen kuvvetin yapmaya çalıştığı şeye de izin vermiş olacağız.

Söylenecek çok şey var. Yazılması gereken… Ama sözü bitirip, sessizlikte kalabilmenin de zamanını ayarlayabilmek gerekiyor.


Ülkemiz için çok zor bir süreç başlamıştı; bu giderek daha da zorlanacak gibi gözüküyor. Aklımızı kaybetmeyip, tartışma ve birarada olma demokrasi kültürünü güçlendirmek bu saldırının önüne koyulacak yegane yoldur.