İnsan bir “Bilinç”tir. Bilinç ise “Fark Etmektir”. Fark etmek ise “Bilmek”. Bilmek bir “Hal”dir. Hali yaşayan bilir. Halinden habersiz ise kişi, bilmiyor demektir. İnsan denilen bilincin kaderi “Aşk”tır. Bizler “Aşk”ı bilmek için varız. Bilemeyenler ise hem kadersiz hem de “Aşk”sızdır.
Ancak bilenler yaşayacaktır. Bilemeyen bilinçlerin ise asla kendilerine ait bir kaderleri olmayacaktır. Onlar adına başkaları karar verecek ve onlar ölüm anları geldiğinde ve geriye dönüp baktıklarında aslında kendilerine ait bir hayatları olmadığını kavrayacak ve başkaları adına yaşamış olduklarını anlayacaklardır. “Aşk”tan başka bir gerçek yoktur. Diğer gerçek gibi görünenler bizi onunla buluşturmak için mayalarımızı yoğurur. Yoğrulur kalpler ve yumuşar ve kıvam alırlar. Önce kaderinizi baştan siz belirleyin. Tercihinizi yapın ve kararlarınızı verin. “Benlik” mi? Yoksa “Aşk” mı? Vereceğiniz cevap, bilincinizin kaderi olacaktır!
Önce bir şey fark ederiz. “Bir şey!” İlk fark ettiğimiz “şey!”. “BEN” deriz adına ve uğraşırız onu bilmek uğruna tüm ömrümüz boyunca. Sonra bir şeylerin bizi etkilediğini bilir ve tepki gösteririz, “tepkisel varlıklar” olur ve kendimizi severiz. Tepkilerimizi haklı bulur ve bize yönelen etkileri kendimize göre şekillendirmeye çaba sarf ederiz. Benliğimiz doğmuştur artık bizim bağrımızda. Oluşturulan benlikler. Oluşmuş olan “ben”ler. “Ben” diye kendimizi tanımlayarak yaptığımız ilk hata, bizi sürükleyip duracaktır ömür boyunca. Benliğimizi hem çok sevip hem de benliğimizden hep zorumuz olacaktır. “Ah keşkeler” imiz artık hep yakamıza yapışacaktır. Benlik adınayaşanacaktır her şey, benlik adına yaşatılmayacaktır karşı benlikler. Bu ne kadar büyük bir hata! Benliklerimiz bizim uğurlarına yaşadığımız dünya. Benliklerimiz bizim kendimize gösterdiğimiz en büyük rüya. Benliklerimiz bizim öz kabusumuz. Benliklerimiz bizim yaşamaya muhtaç olduğumuz illüzyonumuz.

Her soru; gerçeği kuşatma uğruna, bizim kendimize kurduğumuz bir pusu! Sonra dönüp kendimizden başladığımız yolda yine kendimize bakıp sorarız bir soru daha. “Ben Neyim?” Her farkındalık yaşadığımızda ve daima kendimizi bilme adına tanımlarız benliğimizi durmadan. Sonra sanki bulmuş gibi sıkıca sarılır ve aslında bizi bırakıp gideceğini hissederek ayrılmak istemeyiz biz ve çoğu zaman direnir, direnirde kopamayız bulduğumuzu zannettiğimizden. Gerçekler alnımızın yazısı! Gelip koparırlar bizi sanki bir bahar sabahı. Yeni bir farkındalık boy sürmekte, yeni bir dünyanın kapıları önümüze serilmekte. Birden kanatlanıp uçarız. Niçin? Ah niçin direndim der hayıflanırız. Onu da tanımlar bağrımıza basarız ve aynı döngü, aynı acı çekişler! Her buldum sanılan noktada asıl gerçek bize yine sıcacık yüreğiyle gülümser. Fark edemeyiz nedense, tanımlanabilen “Ben”, “Ben” olamam. Çünkü her tanımda yaratan ve yaratılan gösterip duruyor bize: Asıl değişmez ve dönüşmez olan bilin ki “tanımlanamayan”! Tanımsız olduğumuzu da fark ettiğimizde her şey değişecek ve bize yeni bir bilinç verilecek.

İsteklerimiz ve ihtiyaçlarımız bizde karmaşık yapılar oluştururlar ve derken bu oluşturduğumuz karmaşık yapıları duygular diye yaşarız. Sevinip, ağlar, üzülüp, coşar ve savruluruz duyguların rüzgarında. Kendimizi duygularımız zannederiz. Oysa duygularda bizim eserimiz. Eserine bakıp aşık olan biz! Biz neden kendimizi hep kendimizden gizleriz? Acaba illüzyon biz miyiz? Her şeye anlamını yükleyen ve her anlamda kendini yüklediği anlam diye bilen ve arayıp duran kendisini kendi oyuncaklarında, bulamayınca ağlayan bulunca da arayışını unutan. Sonra yine aramaya başlayan “Kendini arayan BEN”! Hep dışına bakıp dışarılarda aranılan başta kabul edip aldandığı ilk yargının kurbanı olan! Kendinden geçmeden kendini bulamayacağını nihayet kavrayan bir sonsuzluk öyküsüyüz biz.
Ve zihnimiz! Anlamlandırabildiklerini ayırır ve gruplar oluşturarak kendi metotları ile çalışır. Her baktığında parçalara! Daha da ince bir fark bulan. Her baktığında bütüne! Onu da bütünleyen olduğunu kavrayan. Her parçaya bir bütünsel değer biçen ve bütün zannını anlamlı bulan ve bunları birbirlerine göre yargılayıp duran ve bu yargılamalar sonucu değer oluşumu başlatan ve tümünü birden her türlü etkileşim halinde birbiriyle işlevsel kılan, her işlevde bir yapı oluşturan ve kurduğu tüm yapıyı uyum içinde yaşamaya çalışan zihnimiz. Zihin de kendi delillerini arar ve zihinde kendi yapısıyla insana yeni farkındalıklar sunar. Ama zihin öndedir. Tepkisel süreçleri, güdülerini ve isteklerini ve duygularını bilmektedir. Zihin bilir ki: Her fark ediş basamağı ve her algı yanılsaması kendi eleklerinden geçmektedir. Ve zihin bilir: İnsan her şeyi zihni ile algılayıp zihni ile fark edebilmektedir.

Yazar: Türker ERCAN Sayı 29 Şubat 2008


