Her “çok geç”, bir “çok erkendir!” Bütünleşmenin olduğu yerde her şey sadece sevgidir. Böylece ruhlar birbirlerini bilebilir ve sonlar yepyeni başlangıçlara çevrilir. Dönüp durur artık zaman küresi gönlümüzde; gönlümüzü bıraktığımız o sevda tepesinde yeşeriyor bakın “bütün sevdalar bir umudun yarattığı müthiş gerçekte!
Tüm umutların kesildiği bir dönemeçti. Gecenin zifiri karanlığı ve göz gözü görmez bir süreçti. Adeta her şey için oldukça geçti. Karanlığın zifiriliğinde ve ruhlar titrerken korku içerisinde, bir şeyler meydana geldi. Önce hafiften bir rüzgâr esti. Karınca, arıya yöneldi. Bu rüzgarda neyin nesi? Sonra boynu bükük bitki kımıldadı, gülümsedi ve çiçek açtı. Arı hareketlendi. Bülbül gelip güle aşkını ilan etti. Bir sevgidir yayıldı gitti ormana. Ağaçlar neşeli! Orman perileri de geldi. Ortalık iyice şenlendi. Sevinçten ağlatıcı bir manzara. Durum böyle olunca, tutamadı bulutlar kendilerini. Ormanın üzerinde bulutların gözyaşı seli bir anne şefkati gibi ormanı sarıverdi. Doğuşa geçti sabah! Bir anne güneşle birlikte bir can doğuracak. Doğumda bir can’ın bilgeliği! Ölüm ise gerekli. Birbirinin ardında gizlenen gizem perdeleri. Doğuşa geçti sabah! Doğumda bir can’ın bilgeliği! Sonra güneş te çıktı saklandığı dağın arkasından. Güneş daima sıcacıktı. Sıcacık bir sevda gibi ruhları ısıtandı. Güneş olmasaydı eğer ormanı kim anlayacaktı? Güneş sadakat, güneş doğru. İki ucunu tutamadığımız bir gün eğrisinde, güneş bir yılan gibi akıyordu. Sıcacık bakışlarıyla bizi hep korurdu. Bugün güneş daha bir sıcak bakıyordu. Sanki bir şeyler olmuştu. Periler gülümsedi. Onlar neler olduğunun farkında idi. İşte o an “Doğanın Nefesi” Bir Masum Ruh üfledi!
Masum Ruh
Böylece yemyeşil bir ormanın kollarında buldu kendisini. Buraya ne zaman ve nasıl gelmişti? Bu sorunun yanıtını bilmek istiyor gibiydi. Sonra vazgeçti. Nedenler, niçinler ve nasıllar bu ormanda gereksizdi. Tüm soruların cevabını buldum dedi haykırarak! İşte cennet işte gelecek, işte geçmiş! Hepsi bu ormanın içerisinde bütünleşmiş. Güzelliğin yaşlanmayan hali! Tazeliğin solmayan nefesi. Ruhumu doyuran sevdanın tüm yüceliği! İşte bu ormanda buluyor kendisini. Tüm cevaplar aynı imiş meğer dedi. Tüm sorular farklı gibi görünürken. Cevapların aynı oluşunda buldum “Birliği”! İnsanlar ormanlara gelmeli. Ağaç dikmeli ve dünyayı cennete çevirmeli. Büyürken dikilen ağaç bir insanın kalbinde, ağaç mı büyüyor yoksa benim sevdam mı? Koparılırken bir çiçek dallarından; kopan benim yüreğimdir, birliğin bağrından. Koparmayın beni, ben bir ağacım. Koparmayın beni, ben bir ormanım! Dikmeyin üzerime demirden kafesler. Benim ruhum ancak ormanın güzelliğinde kendisini seyreder. Acıyın insana ve doğaya! Ayırmayın insanı doğasından! İnsanın doğası, doğadaki insandır. Ayrılık yok! Ayıran kafalar birliği bulup yaşayamazlar. Ben bir ağacım! Ben bir ormanım! dedi Masum Ruh ve o ormandan bir daha asla geri gelmedi!
Söylenecek çok sözü var gibiydi Masum Ruhun. Sözlerine devam etti: Ben bir gerçeğim, elbisem yok benim. Çırılçıplak sadeliğimde gerçeğim. Tüm varlığımla ruhumu sergilerim! Ben bir çıplağım! Çırıl çırıl olanım. Gerçeğin kollarıyla ben elbisesiz saranım. Utanırım insanlığın düştüğü hallerden. İnsan olma şerefi yerlerde gezerken kat kat elbiseler giyemem! Çırıl çırıl çıplaklığımla ben. Aldım koynuma sırlarımı. Üşüyen ruhuma da bir ateş yakıldı. Ateşiyle beni de bir ruh sardı. Cehennem sıcaklığıyla sardı o yürek beni. İşte bu! O yüreğin gizemi, sıcaklık onda gizli. Ben bir çırıl çıplak gerçeğim.
Her bitişin bir başlangıç olduğu ve her başlayanın bittiği ve bitiş ile başlangıcın bir daire gibi dans ettiği bu olası rüyada bizler olmasını istediklerimizi yaşıyoruz. Olası olanı “olan” yapıyoruz. Yaratıyoruz hayalimizde ve yaşıyoruz zanlar üzere kurduğumuz benliğimiz ile. Dünde söylenenler dünde kaldı. Yeni sözler yaratıldı. Kırkını çıkardık hayatın. Şimdi önümüzde duruyor artık yepyeni rüyalar yarınların. Artık dünün hükümlerini rafa kaldırdım. Ben yaşayan zamanım! Zaman da benim mekân da. Mekânı döşeyip bir sofra gibi önüme, zaman küresinin içine daldırdım kepçemi. Tüm olasıkların oluyor olduğu gerçeği! Yaşayan benim! Hayat bulan. Yaşamlarıma sonsuz versiyonlarda mutluluklar ve acılar dağıtan. İkilikler yaratan ve bu döngüde ruhları olgunlaştıran. “Bir”e ulaşma rüyası ile sonsuzluğu ruhların önünde uzatan. Uzattıkça yakalanamayan. Yakaladım sandıkça ruhlar, kaçıp duran benim! Ben adı konulmamış gerçeğim! İsimsiz olanım ben. İsmim yok benim. Ben tüm isimlerim. Her isim benim ama hiçbirisi değilim. Her şeyin başladığını sandığı anda ve yine her şeyin bittiğine inandığı noktada bir ruhun, ben o ruhun içinde barındırdığı umut ve umutsuzluğum! Ben sadece “Ben”im. Ne ötesi ne de berisi. Aslında olmayan varlığın yokluktaki kendisi. Benim Rüyam.
Sonra konuşmaya devam etti. Acaba anlatmaya çalıştıkları neydi? Önce hafiften dalgalar vardı. Koskocaman deniz sanki uykudaydı. Uykusu ağır ve derindi. Gördüğü rüyanın hiç bitmemesini istiyor gibiydi. Birazdan sabah olacak. Güneş onu uykusundan uyandıracak. Sonra yükselerek onun yüreğinde ona sevda kahvaltısı sunacak. Bulutlar kıskanacaktır güneşin sıcacık yüreğini biliyorum. O nedenle kendimi hep güneşin sıcağında eritiyorum. Eriyorum, eriyorum ve bitiyorum. Her bitişimde yeni bir nefesle diriliyorum. Güneşin sımsıcağında erimek ne güzel şey. Sıcaklığın içerisinde su, suyun içerisinde ateş olabilmektir marifet denilen şey. Ateşin suya, suyun da ateşe dönüştüğü bu büyük varoluşta, ateşin ve suyun aynı olduğunu insan kavradıkça! Yıkılacaktır tüm derin perdeler. Her perde insanı kendi gerçeğinden gizler. Gizlilik devam ettikçe de tüm benlik illüzyonları, hep saklayıp duracaktır asıl yaşayan öz varlığı! Sonra durgun deniz ani bir hamleyle kabardı. Güneş bile bu kabarma karşısında şaşkınlığını saklayamadı. Kabardıkça genişledi ve o derecede yükseldi. Kendinden geçmişti koskocaman deniz. Kabaran kimdi, neydi? Deniz tüm bu olup bitenlerden habersiz idi. Büyük bir hamle, büyük bir kendiliğinden gayret! İlk kalp atışı gibi, deniz coştu coştu ve sonra tekrar durgunluk ve sükûneti ile buluştu.
Sonra Masum Ruh göklerin altına bağdaş kurup oturdu. Yağan yağmurun sıcaklığında huzur arıyordu. Zaman zaman herkesten uzaklaşıp yalnız kalmak istemesi onun başka bir huyuydu. Masum Ruh göklerle sohbete koyuldu. Gökler konuşmuyor sadece ağlıyordu! Masum Ruh ise ağlamamaya çalışıyordu. Ve sözlerine başladı: Yağmur yağıyor! Gökler halime acıdı ve ağlıyor! Göklerdeki merhamet başka hiçbir şeyde bulunmuyor! Yağmur yağıyor! Gökler ağlıyor! Bir genç kızın yitirdiği düşleri gibi kaybettim kendimi! Yağmur yağıyor ve benim arınma vaktim geliyor! Ey Gökler! Merhametin bu kadarını kaldıramıyorum! Artık ağlamayın! Düşen gözyaşlarınızı tutmaya yetişemiyorum! Beni daha fazla yormayın! Ana rahmi gibi sardı huzur dört bir yanımı! Yeter artık sevginizde boğulacağım!
Sonra “Büyük Dağa” sevdalandı. Dağ onu kendisinden arıtacaktı. Geride bırakarak kocaman bir boşluğu, çıkıyordu dağın zirvesine doğru. Kan ter içinde kalıp iyice yorulmuştu. Sonra birden umutları ellerinden tuttu. Diz çöküverdi o an! Dizlerinin bağları çözülüverdi! Umutlarını tekrar bulduğu zaman. Gözleri nemlendi. Umutlarına sarılıp hasret giderdi. Öptü umutlarının alnından. Umutlarına sarılıp ta tekrar direnişe geçtiği an! Vakit dar ve zaman bir engeldi. Zirveye bir an önce ulaşmalıyım dedi. Umudunun gücüne dayanıp yola devam etti. Neyi bulacak neyi bilecekti? Belki de boşluğu ele geçirecekti. Sonra olsun dedi. Baştan ne bulacağımı bilseydim eğer Bulduğumu arıyor olurdum dedi. Aslında bulmak yoktur. Arayan her şey olur düşüncesindeydi. Ama ortada bir gizem vardı. Bu belliydi. Hep bu günü beklemişti. Onun adı henüz belirsizdi.
Derken “Saklı Seçilmiş” seslendi: “Kontrol edemediğin şey senin değildir” dedi. Kontrol kendi öz yapına tam bir hâkimiyettir. Kontrol etmen gereken senin öz nefsindir. Büyük düşman sensin. Büyük dost sensin. Kontrol sayesinde kendi gerçeğini görmelisin. Seçimlerinde kontrol üzere hareket etmelisin. Neye göre, nasıl ve hangi şekilde? Göreceliğin olduğu her yerde, iyi ve kötü yoktur. Nerden bakıyorsan eğer, sana o şekilde bir doğru bulunur. Doğruların senin kabullerindir. Her ruhun kabulleri kendi doğrularıdır. Gerçek ise tüm doğruları kuşatan asıl yapıdır. Bu yapının adı kontroldür. Kontrolü sağlayamazsan eğer kontrol altında olursun. Kontrol altında olan ise özgür olamaz. Tanımladığın özgürlüğün karşısında bir bedel ödeyeceksin. Bu bedeli öderken ve ödedikten sonrada kendini farklı hissedeceksin. Böylece her halükarda özgür olamadığını göreceksin. Çünkü sana ne söyleniyorsa, sen onu yapansın. Kontrolden çıkmak istiyorsun. Böylece kontrolü tehdit ediyorsun. “Kontrol”, tehditleri ortadan kaldırmak üzere programlanmıştır. Kaçak bir hayat yaşayacaksın. Kaçmazsan eğer kontrol tarafından sonlandırılacaksın. Hep kaçıp özgürlük adına savaşacaksın. Böylece kendi doğruların adına tanımladığın özgürlüğü kaçarak yaşatmak zorunda kalacaksın. Bilmiyorum! Belki başaracaksın! Kontrol üstü yapıya ulaşacaksın! Yapı mimarı olup “kontrolü” yeniden tanımlayacaksın. Bir gün mutlaka anlayacaksın. Kaçan da sensin, kovalayan da. Kontrol de sensin, özgürlük savaşçısı da!
Masum Ruh kendisini dinledi. Sonra tüm yapıyı ruhunda deşifre etti. Yeni bir yapı kurması gerekliydi. İçindeki kontrol onu böylece yönlendirdi. Sonra “Saklı Seçilmişle” göz göze geldi. Onun gözlerine bakabilme cesaretini nihayet gösterebildi. Aydınlık çehrenin ortasında bir güneş gibi ışıyan parlak ve iri gözler! İşte tam o anda büyük şaşkınlığın merkezindeydi. İlk defa görebildiği “Saklı Seçilmiş” kendisiydi! Sonra “Saklı Seçilmiş” kayboldu birden. Geride bıraktığı o tertemiz izden, başı dönüyordu o temizliğin parlak renginden!
Yazar: Türker ERCAN Sayı 31 Nisan 2008