Doğum ilk yalan ve ölüm son gerçek!

Doğum ilk yalan ve ölüm son gerçek! Bütün bir ömrümüz bilinmezler arasında geçecek! Bizler bilmek istedikçe, karşımıza yeni bilinmezler serilecek. Bu daire hep devredecek. Hayatlarımız ise yaşanmamış bir rüya. Yaşadığımızı sansak da!

bizler Doğum ilk yalan ve ölüm son gerçek!

Bizler rüya olup yaşamadıkça, bırakmayacak yakamızı bilinmezlerin gizli elleri ve kurtaramayacağız beynimizi. İlk ve son bir düzlemde ve bu şekilde zaman daima ensemizde. Zamanı kuşatamadan ve onun kölesi olmayı baştan kabul edip sonrada zamansızlığa ve mekânsızlığa sevdalar geliştirdik. Bunlar olup dururken bizler yine kendi zamanlarımız içerisinde zamanla olan yasak ilişkilerimizi çok sevdik.

Ne zamandan geçebiliyoruz nede mekândan. Zamanın ve mekânın olmadığı işte o an “Bizler varolacağız”! Tüm yalanlardan kurtulup gerçeğinde bir yanılsama olduğunu iyice anlayacağız. Anlayıp daha da derinden bir varoluşa yeni illüzyonlarımızla dalacağız. Dalıp gideceğiz kendi özümüze ve özümüzü bizler seyr ettikçe bileceğiz hep bilinmez olan o gizemi, bilemeyeceğiz bizler bu seyr niçin hep kuşatıyor bizi. Seyre anlam arayıp duracağız. Her bulduğumuz anlam ile o seyri yeniden tanımlayıp farklı mecralara yol alacağız. Yaşayacağız ve yaşatacağız. Seyre anlam yüklemekte bizler asla uslanmayacağız.


Kurduğumuz işte bu müthiş oyunda; hem oyun hem de oyuncu oldukça, oynayan biziz. Bizler yaşadığımız oyunun gerçek sahipleriyiz. Bizler aslında “Bir”iz! Kovaladıkça kaçan gerçeğimize bağrımızı açtığımız noktada, ne kaçan kalacaktır ortada nede kovalayan bir mana. Kovalıyoruz bizler ulaşmak istediklerimiz kaçsın diye.

Arıyoruz bizler, bulmak istediklerimiz gizlensin işte! “Gizler” olmadan geçer mi bu hayat monoton bir şekilde! Oyunun kuralları böyledir. Bu kurallar bizlerin kendimize hediye ettiğimiz süreçlerdir. Bu şekilde “seyr” oyunu oynanabilir. Bu kurallar oyunu ebedileştirir. Biten oyunlardan sıkılırız biz. Hiç bitmesin isteriz. Bitenlere hep küseriz. Niçin bitiyor her başlayan deriz. Bitmeyen oyunu bu bitişlerin içine gizleriz. Sonrada unutup baştan koyduğumuz kuralları, dalar gideriz oyuncu olarak kendi rüyalarımıza.

Gün olup da bizler unuttuklarımızı hatırlamaya başladığımızda, işte o anda: “Alice Harikalar Diyarında”! Tavşan deliği çağırıyor bizleri. Artık “Alice” olduğumuzu bilmeli. Bilip te harikalar diyarına girmeli. Tavşan deliğinden içeri girdiğimizde hayatımız değişecek. Acaba girmezden önce son bir defa dahamı düşünsek. Ne yapsak ve ne etsek? Aklımızı nasıl fesh edipte kalbimizle görebilsek. Bazı şeylerin akıl işi değil kalp işi olduğunu gerçekten bir bilebilsek. Bilip te “su” olup devri daim etsek. Kendini arayan “gerçek” olduğumuzu bir bilebilsek. Bizden ayrı ve bağımsız gerçeklerin olduğu yanılgısını başımızdan def edebilsek.

Yolun ta kendisi…

Böylece tüketiyoruz zamanı ve böylece hep seyr ediyoruz, işte bunu anlamalı! Yapıp etmeye çalıştıklarımızı ve anlamlandırma çabalarımızı, anlamı yaratan varlığımızda ve oynadığımız işte bu gizli varoluşta zaten yaşamaktayız. Bulunacak ve ulaşılacak olanı aramaktır oyunumuz. Bu oyunda son ulaşılacak nokta asla yoktur. Yolu kavramaktır yapmamız gereken. Yolu kavramadan ve yol olmadan huzur bulamayız. Bizler yol olarak varız. Yolun içerisinde bir yolcu değiliz. Bizler yolun ta kendisiyiz.


Yol biziz, varlık biziz. Biz gizli gerçeğiz!

Gerçeğimizi gizlemeden kendimize ve açık etmeden olup giden süreçte: Bilmeden bilenler olabiliriz. Bilmeden geçerek bilişi yönetebiliriz. Bizler bilişe hâkim ve yöneticileriz. Kutsadığımız değer “bilmek” ama fark etmemiz gereken “seyr etmek”! Seyrin bilgisini edinmek. Seyr ile bütünleşmek. Öz güzelliklerimizi görmek. Kalplerimizi eğitmek ve benliklerimizi ehlileştirmek. Seyri kavrayabilecek yapıya bürünmek. Yapılara hükmetmek ve yapıları değiştirmek. Şartları değiştirmek.

Önce kendimizden başlayarak. Bizler değişmeden içinde bulunduğumuz şartlar değişmez. Şartları değiştirecek yapılar bizleriz. Şartların şartı biziz. Kayıtsız ve şartsız bir öz-güven geliştirmeliyiz. Dönüp kendimize bakıp ta: ben ne kadar yetersizim dememeliyiz. Yeter şart biziz. Yeterliliği oluşturan yeterli yöneticileriz. Bizler kendimizi yönetiriz.

Kendimizden kaçtığımız anda ve görmek istemediğimiz işte o noktada hissettiğimiz duygunun adıdır yetersizlik. Yeterli öz varlığımızla, kendimizden kaçmadığımızda bırakacaktır yakamızı sefil duygular. Sefil duygular, bizler ortada olmadığımızda varlar. Biz varken dimdik duruşumuzla ayakta ve sonra dönüp bakarak etrafa söylememiz gereken kutsal söz nedir? Tüm sözlerin anlamları bizlerde bütünleşebilir. Anlamları birleştirip ve bütünleştirip sonrada kendimizi görebilip yürüyeceğiz kendimize doğru. Kendimizi bulup yine öz bağrımızda aşk olup sarhoşluk yaşadığımızda, içeceğiz şarabını aşkın sonsuza dek ve böylece seyr bile kendinden geçecek!

Aşk! Ve aşk! İlk ve son olanı, yalanı ve gerçeği unutturan ve kendini bile hatırlamayan büyük oluş. Aşk, derinlemesine bir sarhoş oluş. Aşk, seni nasıl tanımlayabilirim ben zihinlere? Zihinlerin yaşadığı yerde sen nasıl var olabilirsin? Kalbimden de geçtim, zihnimden de ben sadece seni istiyorum! Bana ne! Varlığımı ayırmayacağım artık: zihnim – kalbim , etim ve kemiğim diye! Seni istiyorum ben sadece. Aşk! Kutsadım seni ve arındırdım bedenlerden, bedenlerin bana vaat ettiklerinden münezzeh tutuyorum seni her dem.


Aşk! Ve aşk! Kendin olma halinin yüce güneşi. İnsanın kendinde müthiş belirişi. Sen değil miydin kulağıma fısıldayan: “Sakın unutma beni!”. Dışarıda arıyor insanlık seni, bedenlerde buldum zannediyorlar senin gölgeni. Gölgene bile aşık bir insanlık var senin yüksek varlığının dibinde. Başlarını kaldırsalar görecekler o gölge nereden gelmekte. Gelende sensin, gidende. Senin olmadığın yerde yokluk bile can çekişmekte.

Faşizme evrilen aşk


Türker Ercan
Türker Ercan, 1 Haziran 1972 doğumlu. Öğrenciliği hiç bırakmayan bir öğretmen. Uzakdoğu sporları ile uğraştı. Felsefe, psikoloji, parapsikoloji konularında ve mantık alanında uzun yıllar araştırmalar yaptı.