Kelebeğin kanadındaki muazzam etki

“Bir” olduğunu bilerek “Birey” oluş ve “Birey” olarak “Bir”e doğru savruluş. Birbirine zıt iki halin beraber ve aynı ruhun sonsuzluğunda ve “Bir”in soluğunda yaşanan müthiş hayat! “Bir”den çıkan “sonsuzluk nefesi” ve sonsuzluğun ilk sesi ve ilk yanılsama! İnsan, “ben varım” sanmakta! Böylece başlar rüya ve böylece uçuşur rüzgâr. Rüzgârın her nefesinde yüz bin tane can kımıldar.

Kelebeğin kanadındaki muazzam etki

Kelebeğin kanadındaki muazzam etki

Yanılır insan ve arar yanılmaz gerçeği, kaybolur insan ve sorar tutunacak en sağlam yeri. Bulamaz insan sığınacağı o sıcacık kelimeyi ve buruşur beyni, buruş buruş olup kıvrılır! Kıvrıldıkça beyninin her bir akrep sokmuş eti, yanar da kavrulur insanın o hepten yitirdiği benliği.

Böylece başlar “Deliler Yokuşu”nda çile devri. İnsanın çilesi çok, yeter ki adam gibi çile çekmeyi bilmeli! Bilmek bir ağır yüktür. Bilmemek ise daha da ağır. İnsan ağırlıklar içerisinde yollar almak için vardır. Bu nedenle zihnimizin yönünü, hızını ve istikametini belirlememiz bizim ilk bilmemiz gereken kontrol vasıtamız olmalıdır. Bilmemekte zor, çileyi çekmekte. Birisi öbürünün önünde duruyor! Acaba insan hangi tercihi seçmekte?


Seçimlerle hayat renklenmekte ve yine seçimlerle hayat tüm rengini yitirmekte.

Sadece seçilmiş ruhlar huzur içinde ilerlemekte. Seçilmiş ruhlar kimlerdir? Seçilmiş ruhlar, “bir”den gelip yine “bir”e gidenlerdir. Gelişte büyük doğum var, gidişte ise büyük aşk. İnsan aşkla kavrulacak ve kendi ruhunu seçip aydınlanacak.

Seçilmiş ruhlar kendilerini seçenlerdir. Kendini bilen ruhlar bu seçimi yapabilir. Seçilmiş ruhlar seçme derdinde değildir. Seçilmiş olduklarını bile belki de bilmemektedir. Bilenler ise susup seyretmektedir. Seçilmiş ruhların akrepli kaderi çile değirmeninde erimektedir.

Nereden başlayacağını bilmeyen bir insanın önce nasıl başlayacağını bilmesi gerekir. Nasılını sormuyorsan eğer bütün anlamlandırma çabaların bir hiçtir. Nasıl ile birlikte anlamlar yeşerir. Anlamsız olarak markalandığı anda hayatın herhangi bir anı, işte o anda sormamız gereken sorular nasıllarda saklı.

Değişmek aklı hür kılmaktır. Serbest zihin bizim asıl hürriyet vasıtamızdır.

Üzerinde düşüncelerimizi yeşerttiğimiz mantık dinamiklerimizi değiştirebilme kudretimiz, bizim serbest zihin sahibi olduğumuzu bize göstermektedir. Bu şekilde bir yapısı olduğunu kavrayan zihin artık esaret altında bir hüküm serüveni sürmeyecek ve kayıtsızlık ve şartsızlık kaydı ve şartı altında kendini daima yenileyecektir.

Serbest zihinler üretebilecek ve yapılara hükmedip onları kendi doğası gibi özgürleştirip değiştirebilecektir. Değişmeyen tek şey biziz. Biz değişimin kendisiyiz. O halde kendi yapımız gereği hep gerçeğe yönelmeli ve gelişim için değişimi daima öz ruhumuzda beslemeliyiz. Gelişmediğimiz zaman biz kendi gerçeğimizi göremeyiz.

doğru

Doğru Yol

Hiçbir düşünceye saplanıp kalınmamalı, düşüncelerin efendisi olup serbest zihin krallığına doğru yol alınmalı! Zihniyle insan nasıllarını kendisi yakalamalı. Yakalayamadığımız anda ise oradan derhal kaçmalı! Çünkü orada bir “saplantılı düşünce pususu” saklı! Bir yanılsamalar silsilesi olan zihnin bu yatay rüyasında elbet kaldıracaksınız ruhunuzu dimdik ayağa!

Doğrularımız bizlerin kabulleridir. Kabul ettiğimiz şeyler bizlerin doğruları. Doğrular asla diğerlerine dayatılmamalı. Dayatmak doğru değildir. Bu doğru üzerinde herkes hemfikirdir. Sadece kendi doğrularımızı severiz. En doğru benim doğrumdur deyip büyük yanlışa sürükleniriz. Yarıştırırız doğrularımızı koşan atlar gibi; atlar yorulur bizler hala hevesli, bu doğru yarışı nasıl ve ne şekilde bitmeli? Doğruları insanlık mayasında eritip de her ruhun ağzına bir damla şurup gibi vermeli.


Kelebeğin kanadındaki muazzam etki

Zıt salınımlar ve birini tercih etmeye çalışma hatası. Her ikisi de insandır.

“Hem” mantığı insanın öz ruhunda vardır. Tercih etmek ve birini seçmek bizim ruh yapımıza uymamaktadır. İnsan her şeydir. Hem et-kemiktir. Hem savrulan her nesnedir. Hem her şeye anlam yükleyen ve ayıran çoğu yapılandıran zihindir hem de tüm bunları aynı anda yaşayan ve her şey olan “Bir”dir. İnsanın sırrı “Bir”de gizli iken “Bir”in sırrı ise “Sonsuzda” saklı!

Matematikteki “salt zihinsel eş-birlikler” sosyal hayatta görünememektedirler. Her şey yanılsamalarla başlamaktadır. Yanılsamaların; yanılmadan bizleri baştan yanılttığı ilk nokta ve sonrada yanıltarak oyaladığı son hali bizlerin doğruyu, ilk çıkış noktamız olan aksiyomlarımızda doğrulamadan alıp kabul etmemiz ve ardından bu ilk kabulleri doğrulamadan çıktığımız bu yanılsama serüveninde zihnimiz ile yaşadıklarımız arasındaki şaşmaz çelişkileri doğrulamaya çalışmak olarak bizlere bir zihin serüveni hediye etmektedir.

Böylece yanılsamalar deneyimlere kucak açmakta ve zihin ayırdıkça ayırmakta ve sonsuzluğu yaratmaktadır. Hiçbir şey birbiriyle aynı ve eş değildir. Bu nedenle her ispat çabası hastanelik bir hayaldir. İspat etmeye gayret etmek demek, eşsiz ve benzersiz olan her yapıyı birbirine aynı ve eş ilan etmek için uğraşmak demektir.

Birbirinin aynı ve eşi olan şey zaten o bir olan şeydir ve o bir olanın bakın işte bununla aynıdır demeye çalışan ispatla hiçbir işi olamaz ve böyle bir durumda ispat insanların aklında bile bulunamaz. Bir şeyin kendisiyle aynı olduğunu ispat etmek o şeye sen acaba sen misin? demektir. Buda ispat değildir. Bunun için ise birçok yollar seçilir. Bir önermenin mantıksal doğruluğunu ispat çabası kabul edilen diğer bir önermenin ya da kabul edilen bir aksiyomun doğruluğuna delil olarak gösterilemez. Doğruluğunu ispatsız olarak kabul ettiğimiz temel önermelerimiz bizim çıkış noktamızdır. Bu çıkıştaki doğru sadece kabulümüzdür. Doğru kabul edilendir.

Bu kabullerimiz en azından zihnin temel yapısı olarak hep beraber kabul ettiğimiz ortak doğrularda kesişse de bu ortak yapı bazen temel zihin çıkış noktalarımızda bile bizleri doğru ve gerçek analizinde ve bir türlü analizi net olarak yapılamayan bu hayatın ta kendisinde ayırmaya ya da ayrıştırmaya yeter sebep olarak karşımızda ve dimdik ayakta durmaktadır.

İnsandır kıvrım kıvrım akan!

Göklerden yağmur damlası olarak yeryüzüne doğru kaçan! Buhar olup göklere sevdalanan! İnsandır zaman denilen korkunç an! Su misali hayatımız akıp gidiyor yine bizim gibi! İçinden çıkamadığımız büyük hatamız, asla bırakmıyor bizi çılgın bir sevgili sanki!

Yaşayıp duruyoruz her nasılsa; düşünüp anlasak da, oturup ağlasak ta, bilinmeyene sevdalanıp arayıp dursak ta, aklımızı olmazların zoru içerisine sokup beynimizi kıvrandırsak da veya tüm bunları kafaya takmayıp sabah doğan güneş ile birlikte hissedip akşam o güneş ile birlikte yok olsak da!


İşte şimdi yaşıyorum kendimi kandıramadığım müthiş anlarımdan birini. Biliyorum artık asla susmayacağım, aşkı elinden alınmış bir mecnun gibi. Ben bir insanım! Etli, kemikli bir can! Ruhumda sonsuzu arayacağım, akışında seyre dalan! Akmadığı zaman, mekânın kirli sularında boğulan! İnsandır zaman! Seyrinin ismini zaman koyan!

Fibonacci ve Altın Oran’ın doğadaki yeri


Türker Ercan
Türker Ercan, 1 Haziran 1972 doğumlu. Öğrenciliği hiç bırakmayan bir öğretmen. Uzakdoğu sporları ile uğraştı. Felsefe, psikoloji, parapsikoloji konularında ve mantık alanında uzun yıllar araştırmalar yaptı.