Kuantum kuramında Kuvvetler Dengesi adlı yaklaşıma göre, tüm evren olaylarını, canlı-cansız ayırımı yapmadan doğada gördüğümüz her varlık ve olguyu da kapsayan fiziki veya sosyal olayları, iki kuvvetin dengesi veya dengesizliği olarak açıklamak mümkündür. “Bir merkezi noktadan yayılmayı sağlayan itici kuvvet” ve “bir merkezi noktaya doğru toplanmayı sağlayan çekici kuvvet…”
Kaos ve Mitoloji (6): Şans Tanrıları ve Bir Garip Çekici Olarak Aşk
Geçen yazıda bahsettiğimiz pekiştirici ve dengeleyici geri besleme süreçleri, Ovidius’un aktardığı Narcissos’un hikâyesinde olduğu gibi, kaostan yeni bir düzenin oluşması esnasında son derece önemli bir rol oynar. Narcissos, göl kenarında suda gördüğü kendi yansımasına aşık olur ve bir türbülans yaşar. Kaos teorisinde önemli bir yeri olan türbülans kavramı, kısaca ve kabaca ifade edersek, belirli türden kaotik süreçleri anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Önemli kaos teorisyenlerinden Ruelle ve Takens, türbülansın oluşumunu açıklamak için “garip çekici” kavramını ileri sürmüşlerdir. Bir sistemin zaman içerisindeki evriminin içerdiği ölçülemeyen küçük mikro değişimlerin orantısız ölçüde sonuçlarının olabileceği ve çekici ve itici kuvvetlerin zaman içinde beklenmedik ve öngörülemeyen denge durumlarının ortaya çıkışına sebep olduğu şeklindeki genel kavramları anlamak için doğrusal olmayan diferansiyel denklemlerine ya da fraktalların matematiksel detaylarına girmemize gerek yoktur. Bir at nalının tek çivisinin eksik olmasının nasıl bir savaşın kaybedilmesine ve tarihin akışının değişmesine sebep olduğunu anlatan şiir tasvir edebilir.
Kuantum kuramında Kuvvetler Dengesi adlı yaklaşıma göre evrende tüm kuvvetler aslında dört tane temel kuvvete; hatta konuyu biraz daha basitleştirecek olursak “bir merkezi noktadan yayılmayı sağlayan itici kuvvet” ve “bir merkezi noktaya doğru toplanmayı sağlayan çekici kuvvet”, olmak üzere iki tane temel kuvvete indirgenebilirler. Tüm evren olaylarını, canlı-cansız ayırımı yapmadan doğada gördüğümüz her varlık ve olguyu da kapsayan fiziki veya sosyal olayları, bu iki kuvvetin dengesi veya dengesizliği olarak açıklamak mümkündür. Doğadaki her oluşumu bu perspektiften açıklamak mümkündür. Bir canlı hücrenin merkezinde hücre çekirdeği ve etrafında protein (protoplazma) maddesi ve en dışta koruyucu hücre zarı vardır. Bu yapı, atom gibi, merkezi bir nokta etrafında dengeli bir yapının varlığını korumasına dayalı itici ve çekici kuvvetlerin etkisi altındadır. İtici kuvvetler hücreyi büyütürken, çekici kuvvetler hücreye besin girmesini sağlarlar. İki kuvvet sanki bir arada varmış gibi görünür ama aslında ard-ardadırlar. Bir ağaç meyvesi da aynı şekilde bir yandan büyürken diğer yandan beslenir. Belli bir büyüklüğe varınca büyümesi durur ve olgunluğa ulaşınca dalından düşer. Yani kuvvetlerden bir tanesi etkisini kaybettiği anda sistemin dengesi de değişir ve yeni bir durum oluşur.
Bu olguları daha iyi anlayabilmek için kaos kuramını ve fraktal yapıları incelemek gerekir. Fraktal yapılarda basit bir denklemin sürekli kendi üstüne dönüşümü ile karmaşa elde edilir. Çekici ve itici merkez bu basit denklem olmaktadır ki bu merkeze de strange attractor (garip çekici) adı verilmiştir. Bu noktada Narcissos’un dengesini yitirmesine sebep olan aşk, bir garip çekici olarak yorumlanabilir. Narcissos kendine âşık olduğu için gölün başında sudaki yansıması karşısında gözlerini alamamış, hareketsiz kalmıştır. Pekiştirici geri besleme nedeniyle kendini izledikçe daha çok âşık olmuş, âşık oldukça da yansımasına daha çok bağlanmıştır. Böylece sistemin normal işleyişinin gerektirdiği yeme-içme gibi faaliyetlerden uzaklaşmış; entropi yasası gereği ve türbülans süreci sonunda canından olmuştur. Ancak kaostan yeni bir düzen oluşmuş, sistem gölün üzerinde bir başka biçimde, nergis çiçekleri olarak kendini açığa vurmuştur.
Yine geçen yazımızın sonlarında bahsettiğimiz Yunan mucizesi kavramı, kaos kavramı ve felsefenin doğumuyla birlikte düşünüldüğünde, üzerinde konuşulmaya değer bir önem arz etmektedir. Kaos ve Mitoloji başlıklı yazı dizimizin ilk yazısından beri okuduğunuz üzere, şimdiye dek bahsettiğimiz hep Yunan mitolojisi olmuştur. Bunun çok çeşitli sebepleri var elbette. Her şeyden önce, bugün kullandığımız haliyle kaos (Khaos) kelimesi, günümüzdeki kullanımından farklı bir biçimde (tanrısal bir güç olarak) da olsa, ilk kez Hesiodos, Ovidius gibi Yunan şairlerinin mitopoetik metinlerinde görülmüştür. Ayrıca yine bugün bildiğimiz anlamda bilim ve felsefenin doğumu da pek çok yazar tarafından ve pek çok kaynakta Yunanlılarla ilişkilendirilmekte, bir Yunan mucizesinden söz edilmektedir. Aslında Yunanlılardan önce Mısır ve Mezopotamyalılar ciddi bir bilimsel faaliyet içinde olmuşlar, Çin ve Hindistan’da da önemi asla azımsanamayacak bir felsefi düşünce geleneği yaratılmıştır.
Bu gerçeği akıldan çıkarmasak da, genelde, Yunanlıların, her ne kadar Doğu düşüncesi ve biliminden yararlanmış olsalar da, genelleme ve teoriye yükselmiş, bilgiyi pratik bir kaygı içinde olmadan, bizatihi kendisi için istemiş olmalarından ötürü, rasyonel düşüncenin başlatıcısı oldukları kabul edilir. Bilim ve felsefe dışında doğu ve batı mitolojileri arasında da benzer paralellikleri saptamak mümkündür. Sözgelimi geçen yazıda kaos teorisi perspektifinde ele aldığımız şans kavramı, Yunan mitolojisinde Tike adındaki şans tanrıçası ile eğretilenirken, Hindu inanışında Lakşmi ve Anuradha, Şinto dininde Yedi Şanslı Tanrı gibi kavramlarla karşılanır.
Tike, (Yunanca Τύχη (tihi), talih) Yunan Mitolojisin’de bir kentin talihini ve genel olarak refahını ve kaderini belirleyen tanrıçanın adıdır. Çıkışı ile ilgili olarak, Hermes ve Afrodit’in kızı olmasının yanı sıra başka kaynaklara göre, Zeus Eleutherios’un çocuğu ve (Hesiodos’un Theogonia’sında) Okeanos adlı titanın kızı olarak da anılmaktadır. Moiralar, Yunan mitolojisinde kader Tanrıçalarıdır ve Moira’larin en güçlüsüdür Tyche. Hellence talih, kader, Moira gibi, Tyche de ölümlülere her şeyi doğumlarıyla beraber verir ve umulmayan başarı tanrıçasıdır. Ege bölgesinde Helenistik çağda yer alan kentlerin madeni paralarında görüntüsüne sıkça rastlanır[1].
Tykhe kimi zaman kör ya da gözleri bağlı, riskin sembolü olarak tasvir edilir. Kimi zaman da bir bereket boynuzu ya da bir gemi dümeni tutmuş olarak gösterilir. Genellikle kanatlı olarak düşünülmüştür. Lakşmi (Sanskritçe: लक्ष्मी lakṣmī) Hindu inanışında tanrı Vişnu’nun karısıdır. Bolluk, iyi şans ve güzellik tanrıçasıdır. Yine Anuradha, Hinduizm’de iyi şans tanrıçasıdır. Dakşa’nın kızı, Chandra’nın karısıdır. Ayrıca Bharani’nin kız kardeşidir. Talihin Yedi Şanslı Tanrısı (七福神, Shichi Fukujin?), ya da Yedi Şanslı Tanrı, Şinto dininde iyi talihin yedi tanrısıdır, Japon mitolojisinde ve folklorunda da. Oymalara ve diğer temsillere sık sık konu olurlar. Geleneksel olarak, hepsi ayrı konularla ilgilidir: Ebisu veya Hiruko (蛭子), ya da Kotoshiro-nushi-no-kami (事代主神): balıkçıların ya da tüccarların tanrısıdır. Genellikle bir morina balığı ya da levrek taşırken gösterilir. Aynı zamanda sağlık ve küçük çocukların koruyucusudur. Yedi Şanslı Tanrı’dan (七福神, Shichifukujin) da biri olan Hiru-Ko, bu yedi tanrı içinde Japon kökenli olan tek tanrıdır. İzanagi ile İzanami’nin oğlu olan Hiru-Ko sakat doğmuştur. Daikokuten (Daikoku): Servet ve ticaret tanrısıdır. Zenginlik tanrısı ve çiftçilerin koruyucusudur. Genellikle iri yarı, esmer betimlenir ve sağ elinde dilekleri gerçekleştirdiğine inanılan asası, sırtında içi kıymetli eşyalarla dolu çantası olur ve pirinç çuvalının üstünde oturur şekilde betimlenir. Genellikle Daikokuten ile Budacılık yoluyla Japonya’ ya gelen “Sekiz Korkunçlar”dan biri olan Hint tanrısı Mahakala arasında bağ kurulur. Bishamonten: Savaşçıların tanrısıdır. Benzaiten (Benten-sama): Bilginlik, sanat ve güzelliğin tanrıçasıdır. Fukurokuju: Mutluluk, sağlık ve uzun ömür tanrısıdır. Ömür uzunluğunu ve bilgeliği simgeler. Fukurokuju’ nun bir zamanlar Taocu bir bilge olarak yeryüzünde yaşadığına inanılır. Genellikle uzun kafalı, saçsız bir ihtiyar olarak tasvir edilir ve genellikle yanında uzun ömürlülüğü simgeleyen geyik, kaplumbağa veya turna bulunur. Hotei: Bereket ve iyi sağlığın şişman tanrısıdır. Juroujin (Gama), ise uzun ömür tanrısıdır. Jengu (çoğulu: Miengu), Kamerun’un Sawa etnik gruplarındaki özellikle Duala, Bakweri ve Sawa insanları tarafından yoğun biçimde inanılan deniz ruh ve tanrılarıdır. Bakweri insanları arasında, Jengu adı Liengu (çoğulu: Maengu) olarak da geçer. Miengu inancı, Mami Watalarla yoğun benzerlikler gösterir biçimde betimlenmiş olsa da, aslında tüm Jengu inançları birbirine benzerdir denebilir. Denizkızlarının farklı bir türü olduklarına da inanıldığı görülmüştür.
Tike’nin Roma mitolojisindeki karşılığı Fortuna’dır. Eski Romalılar ilk önce Predeist bir çağ yaşamışlar. Bu çağda Romalılar hiç bir Tanrıya tapmamışlar. Buna rağmen iyilik ve kötülük anlayışına sahiplermiş ve büyü ile uğraşırlarmış. Zamanla inançlarında ölümsüzler Lar’lar ile Penat’lar ortaya çıkmıştır. Her Roma ailesinin bir Lar’ı, birkaç tane de Penat’ı vardı; bu Tanrılar, yalnız o ailenin olur, kendilerine tapınaklarda tapılınamazdı. Bütün şehri koruyan Larlar ile Penatlar da bulunurdu ayrıca.
Artan savaşlar, ulusların kaynaşması ile birlikte Tanrı inancı Roma’ya da gelmiş. Böylece Yunanların Olimpos Tanrılarını Romalılar da kabul etmiş, yalnız adlarını değiştirmişler. Fortuna, Roma mitolojisinde şansın cismani hali, tanrıçasıdır. Yunan mitolojisindeki Tyche’ye denktir. Fortuna her zaman olumlu değildir: bazen şüphelidir (Fortuna Dubia); değişen şans olabilir (Fortuna Brevis) veya mutlak şeytani şans (Fortuna Mala) olabilir. Fortuna genel olarak, kaderin tanrıçası olarak da bilinir. Hayattaki farklı yönlere göre bu tip farklı isimler altında Roma İmparatorluğunun her yanında tapılırdı, adına birçok tapınak bulunurdu. Ayrıca Abundantia, Roma mitolojisinde fazla etkin olmayan bolluk, başarı ve şans Tanrıçasıdır. Fatum, Talih Tanrısıyken, Fors ise Tesadüf Tanrısıdır.
Yıldırım’a göre, Mısır ve Mezopotamya’da bilimin olgu toplama, pratik ilgi ve ihtiyaçlara cevap arama aşamasının ötesinde teorik nitelikteki sorulara yönelemediği; Çin ve Hindistan’daki felsefenin mitolojik ve dini açıklamayla iç içe geçmiş olduğu yerde, Yunanlı pratik kaygılardan uzak bir biçimde, anlamak ve merakını gidermek için bilim yapmış, felsefeyi dini ya da mitolojik açıklamadan bağımsız bir açıklama tarzı olarak öne sürmüştür. Başka bir deyişle, Çin ve Hint düşüncesi, çoğunlukla dini düşünceyle karışmış olup zaman zaman da pratik bir nitelik arz etmekteydi. Oysa Yunanda felsefe, dini ya da mitolojik düşünceden kopuşun sonucunda, doğal olayların doğaüstü nedenlerle değil de, doğal nedenlerle açıklanması gerektiği inancıyla, insan aklına dayanan bağımsız bir faaliyet olarak başlamıştır. Yine Çin, Hint, Mısır ve Mezopotamya’daki bilimsel ve felsefi düşüncenin pratik bir yönelimi olduğu yerde, Yunanlı doğaya çıkar gözetmeksizin, bilmek amacıyla bilmek için yönelmiş, tek tek örnek ve olgularda kalmayıp, genel olana ve teoriye yükselmiştir.
Sayılı’ya göre, Yunan felsefesi ve rasyonel düşüncesi seviyesine erişilmesi için dini ve mitolojik dünya görüşünün hakimiyet ve otoritesinden sıyrılmak zaruri idi. Yahut da karşılıklı olarak bu felsefi ve ilmi zihniyetin ışığı altındaki eski geleneklerin olduğu gibi kalması, tenkitçi düşüncenin sarih etkileri altında önemli istihalelere uğramaması imkansızdı. Nitekim durum gerçekten böyle olmuştur. Mitostan logosa, geleneğe bağlılıktan aklın egemenliğine geçilmesi, eleştirici bir zihniyetin doğası ve olumlu etkisi sayesinde mümkün olmuş, her iki olay birbiriyle yakın münasebetli olarak yer almış ve yürümüştür. Ayrıca, Yunan dünyasında ve tarihinde böyle bir eleştirici zihniyetin doğması için de çeşitli elverişli şartların meydana gelmiş olduğu iddia edilebilir. Yazımız, bir dahaki sayıda, bu eleştirici hür düşüncenin ne kadar yaygın, etkili olduğu ve bunun doğmasına elverişli şartların neler olmuş olabileceği üzerinden, ilk filozof kabul edilen Thales’in görüşleri ve mitolojideki kaos kavramıyla paralellikleriyle devam edecektir.
Kaynaklar:
- Ahmet Cevizci, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Asa Kitabevi, Bursa, 2001.
- Aydın Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1966.
- Cemal Yıldırım, Bilim Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1983.
- Christopher Hodgkinson, Yönetim Felsefesi: Örgütsel Yaşamda Değerler ve Motivasyon (Çeviri Editörleri: İbrahim Anıl – Binali Doğan), Beta, İstanbul, 2008.
[1] Ayrıca Tike’nin Antakya’da sahte heykeli bulunmaktadır fakat Mart ayının sonlarına doğru bu heykelin başını kopartıp çalmışlardır.