Suyun Renk ile Dansı: Reng-i Su

Ebru; sabır, sevgi, düşsellik ve devamlılık isteyen, harelerdeki soyutluğun içinde yaşayan, canlı bir sanattır. Ebru bir can gibi nefes alır, nefes alırken de onu yaratana ve izleyene nefes verir adeta…

Ebru
Bir Hikmet Barutçugil Ebrusu

 

Binbir parıltının aynası olan Anadolu’nun, keşfedilmemiş köşelerindeki güzelliklerin, insan ruhuyla birleşip, değişik materyallere yansımalarıyla yaratılmış, kendine has sanat ve zanaatların ülkesidir Türkiye. Özgün ve eski ruhların her an yeni enerjiyle hem bütünleştiği, hem savaştığı ve her an kendini sonsuza tekrar doğuran bir toprağın resimleri gibidir Anadolu’da sanat…

Seramik, çini, hat, basma, yemeni, çömlek, minyatür, sedef, oyma, halı gibi dünyada eşi olmayan birçok sanat-zanaat örneğinin modern çağdaki çabukçuluk ve kolaycılık ilkelerine ters düşmesi nedeniyle kaybolmaya yüz tutmasını, binlerce yılda harmanlanmış sanat kültürünün son izlerinin de yok olmasını izlemek iç acıtıcı ne yazık ki. Ebru sanatı da; dünyada bizim adımızla tanınan, (Türk kâğıdı) Avrupa’dan yüzlerce yıl öncesinde sanatta soyutluğu Anadolu’da yaşatan eski bir Türk sanatıdır.


Ebru; sabır, sevgi, düşsellik ve devamlılık isteyen, harelerdeki soyutluğun içinde yaşayan, canlı bir sanattır. Ebru bir can gibi nefes alır, nefes alırken de onu yaratana ve izleyene nefes verir adeta…

Ebru’yu sanatçı kendi başına yaratamaz derler ve bu yüzden bazı eleştirmenler tarafından tam bir sanat olmamakla da tanımlanır… Sanatçının ruh haline; suyun akışkanlığı, renklerin enerjisi, akan zamanın dinamik dokunuşları katılır ve bir can bulur Ebru’nun kâğıdında. Bu yüzdendir Ebru’yu bir başına yaratamamak… Bütün bileşenler bir anda kâğıda mühürlenirken, ruhun su ve renk ile dansı ölümsüzleşir ve sanatın nefes alan yansıması baki kalır bize o andan. Bu konu aslında, doğaçlama ile yakından ilgili, performans sanatlarının son zamanlardaki popülaritesi ve eleştirmenlerce yapılan övgüler göz önüne alındığında üzerinde çok daha fazla düşünülmesi gereken bir konudur.

Ebru sanatının tarihi

EbruEbru’nun ne zaman nerde doğduğu belli değildir. Anadolu’da ilk örneklerine 1500‘lü yıllarda rastlanan, köklerinin 9. yüzyıla kadar uzandığı sanılan, Japonya’da 11. yüzyılda sudaki bir takım çalışmalar ile kokusu alınan ve nihayet Türkistan’da Çağatay Türkçesiyle Ebre adını alarak görülmeye başlanan, Türkistan’dan İpekyolu’yla İran’a geçerken Ebri adını alan belirsiz bir geçmişe sahiptir. 5 y.y.dan kalma keçe üzerine ebru örneklerinin bulunduğu, bunların Petersburg müzesinde bulunduğu, ve bu çalışmaları Rabloof’un yaptığı ile bilgi de mevcut.

Bir rivayete göre Hindistan’da Mir Muhammed Tahir tarafından yapılmaya başlanmış oradan İran’a ve İstanbul’a taşınmış, Avrupalı seyyahlar tarafından Almanya’ya, Fransa’ya, İtalya’ya Türk Mermer kâğıdı, Türk Kâğıdı adıyla yayılmıştır. Türkler ekonomik coğrafyada o dönemde kâğıtçılık yapıyorlardı. Çinlilerden öğrenmişlerdi. Kâğıt süslemeyle de ilgililerdi. Çinin o dönemlerde oldukça kapalı ve yabancılarla ilişkisiz olduğunu anımsayın.

Ebru’nun Çağatay’cadaki adı “Ebre” hare gibi damarlı demektir. İran’a geçince ab-ru ( su yüzü) ya da ebri (bulutumsu) adını almıştır. Ebr (bulut) kökünden ya da ab-ru kelimesinden hangisinin Türkiye’de bugünkü Ebru adını yarattığı tartışmalıdır. Anlam farklarına rağmen bütün kelimelerin Ebru’yu anlatması da ayrı bir mana taşır gizemlice…

Ebru ile ilgili ilk örnek; Arif’in Guy-i Çevgan adıyla bilinen 1539 tarihli eserinde sayfa kıyılarında görülmektedir. Yazılan önemli belgelerin tekliğini ve gerçekliğini korumak amacıyla zemin olarak Ebru kâğıdının kullanıldığı düşünülmektedir. Bugünkü paraların zeminin desenli oluşu da aynı mantıkladır.

EbruEbru ile ilgili en eski belge olan Tertib-i Risale-i Ebrî isimli 1608 tarihli elyazması eserde, kendisinden Şebek lakabıyla bahsedilen Mehmet Efendi, adı bilinen en eski Ebru sanatçısıdır. Eserde ayrıntılı olarak anlatılan Ebru yapımının detayları ve inceliklerinin bugün hala kullanılıyor olması, bu sanatın köklerinin çok daha eski olduğunun bir nevi kanıtıdır. Eser üzerine imza ve tarih atma geleneği olmadığından ancak son yüzyıllarda yapılan çalışmaların kimliklerine vakıfız.

Şebek Mehmet Efendi’den sonra gelen Hatip Mehmet Efendi’nin renklerle oluşan halkalara iğne ile şekil vermesi; çiçekli Ebru’nun başlangıcı olarak kabul edilir. Ebru’yu yirminci yüzyıla; babaları Özbekler tekkesi şeyhi Sadık Efendi’den öğrenerek taşıyan isimler ise Hattat Sami ve Aziz Efendi’dir. Ebru’nun günümüze gelişinde en önemli aşamasını ise Necmeddin Okyay gerçekleştirmiştir.

Çiçek desenlerini incelikle Ebru’da gerçekleştiren Okyay nedeniyle, çiçekli ebrular “Necmeddin Ebrusu” olarak Ebru tarihine geçmiştir. Okyay, oğulları Sami ve Sacid ile yeğeni Mustafa Düzgünman’a öğretmiştir Ebru sanatını. Düzgünman, çiçek desenlerini geliştirmiş, çalışmalara papatya figürünü eklemiştir ve uzun yıllar içinde pek çok usta yetiştirmiştir.

EbruÇoğunlukla ustadan çırağa geçerek günümüze gelen Ebru, son yıllarda birçok farklı çalışma ve tarz yaratan sanatçılarla modern bir gelişme yakalamıştır. Klasik Ebru’dan yola çıkıp güneşin ağaçlar arasından batışını sudaki tekneye, oradan da kâğıda resmeden ya da mikro-makro evrenin boyutlarını sergileyen sanatçılarımız Ebru’da çok sesliliği yakalamıştır günümüzde…

Örneğin; Ebru sanatçısı Güzin Kayır’ın çalışmalarında ağaçların, çiçeklerin Suyun yüzünden yaşarcasına kâğıda geçirildiğini görebiliyoruz.

Yaşayan Ebru üstatlarından adını anmadan geçemeyeceğimiz Hikmet Barutçugil doğadan esinlenen bir tabakalaşma tekniği kullanarak soyut gölgelerde somut görüntüleri yakalayarak ebru kâğıdına mühürlemiştir. Yarattığı yeni Ebru çeşidine Barut Ebrusu denmiştir.

Ebru Yapımı Ve Çeşitleri

Ebru’yu yaratmak için kullanılan tekne; istenilen boyutta ve alüminyum, çelik, cam olabilir. Suyun içine konulan Kitre; Türkiye’nin her bölgesinde yabani olarak yetişebilen geven otunun salgısıdır. İki çorba kaşığı kitre, iki litre kadar su içinde 3- 4 gün bekletilerek kitrenin su içinde iyice şişmesi sağlanır. Kitreli su, boza kıvamında veya az seyreği olmalıdır.

Tarih boyunca kitre yerine aktarlardan sağlanabilen salep, ithal salep, metil-selüloz, ayva çekirdeği, boytohumu, denizkadayıfı gibi kıvam artırıcı malzemeler kullanılmıştır. Her bölgenin kitresi suya farklı bir kıvam verdiği için ne kadar suya ne kadar kitre konulacağı hakkında kesin rakamlar verilemez. Suyun kıvamını, yapılacak ebrunun çeşidi, ayrıca ebru ustasının niyeti de belirler ve etkiler.

Klasik Türk ebru sanatında suda erimeyen, asit ve kazein içermeyen ve ışıktan etkilenmeyen tamamen tabii boyar maddeler ve kimyasal ailesi metal oksitler olan toprak boyalar kullanılır.

Boyalar fırça veya çubuklar yardımıyla suyun üzerine damlatılıp yüzdürülür, çeşitli sivri uçlar ve taraklarla şekil verilip, motifler çizilir. Boyaların ne kadar açılacağı ve şekillerin son halinin ne olacağı kesin olarak bilinmez. Daha sonra üzerine kâğıt, deri, kumaş, cam, ağaç vs. serilir. Serilen nesne suyun üzerinden kaldırıldığında hazırlanan deseni tamamen alır.

Yaptığımız ebrunun tam olarak nasıl olacağını değil, yaklaşık neye benzeyeceğini bilebiliriz. Bu yüzden iki defa aynı ebruyu yapmak imkânsızdır. Yeni bir Ebru için aynı işlemler tekrarlanır. Her seferinde farklı bir görüntü ortaya çıkar. Çünkü Ebru yapımında malzemenin birbiriyle uyumu, havanın sıcaklığı, nemi, özellikle de sanatçının ruh halinden yansıyan elektrik yükü; alınan sonucu etkiler…

Ebru
Burhan Ersan’ın Sonsuz Yolculuk Ebrusu

Boya, kitre, su, sığır ödü, kâğıt, tekne, fırça, bizler, neft, tarak ve sanatçının ruhu; zamanın içinde adeta dans ederek Ebru çeşitlemelerini yaratır.

Battal, gelgit, serpme, şal, hafif, taraklı, akkase, kumlu-kılçıklı, çiçekli, koltuk, dalgalı, somaki kaplangözü, bülbülyuvası gibi isimlerle bilinen ebruların; öncelikle tekneye boyaların dökülmesi sonrasında yapılan işlem türü ve sırasına göre adlandırılması da değişir.

Geleneksel Ebru ve Ebru Yorum’a Dönüşüm

Bu gün geleneksel ebru, figüratif ebrular ve soyut çalışmalar şeklinde açılımlar vererek genişlemeye ve kültürel bir değer dönüşümü olmaya doğru ilerliyor.

Kendine özgü yeni teknikler geliştiren ve dönüşümde bir alan yaratanların arasında dikkati çeken isimlerden olan Burhan Ersan, Ebru çalışmalarını camın üzerine taşıyıp ve ulaştığı meditatif anlayışın adını Reng-i Su olarak isimlendiriyor. Ersan, kendi deyimiyle EbruYorum’un insanın iç özgürlüğünün, özgüveninin, geliştirmesiyle yaratıcılığın ortaya çıkarılabileceğini ve bunun ifade biçimlerinin oluşturulmasıyla yeni beğenilerin oluşabileceğini bu noktada suyun tüm yaşam etkilerini göz önünde bulundurarak, su –insan bütünleşmesinin yaratıcılıkta yeni bir adım ve olanak olduğunu belirtiyor.


Burhan Ersan’ın tanımıyla Ebru:

Ebru
Burhan Ersan

“Ebrunun sağlamış olduğu renk zenginlendiğinden, soyut birikimden ve özellikle su yüzünün uyumlandırıcı ve yumuşatıcı etkilerinden yararlanarak, sanatçının kurguladığı renk öyküsünü anlatabildiği bir su resmi tekniği geliştirmek ve bunun için bilinen ebru tekniklerini basitleştirerek ve yeni renk etkileri yaratarak, su üzerinde, sanatçının kurguladığı kompozisyonları yaratması için seçenekler sunar. Basitleştirilmiş teknik yaklaşımların yaratmış olduğu en temel yenilik, sanatçının kurguladığı eseri ortaya koymak için su-boya-sanatçı ilişkisini tekneler, çeşitli kalıplar, su akışkanlığı, yeni renk etkileri, vb. öğelerle destekleyerek bir ifade biçimi yaratmak olarak tanımlanabilir.”

Batı soyutlamasından çok farklı olan, Doğu soyut anlayışının bugüne uyarlanması olarak tanımladığı, su resmi temelindeki sanat anlayışını, şiirle ifade etmek kadar doyurucu buluyor Ersan. Bir anlamda sözcüklerin yerine renkleri koymak suretiyle renk dizeleri, renk öyküleri oluşturmaya yöneliyor ve Ebru’da şiiri, şiirde Ebru’yu şöyle yaratıyor kendi dizeleriyle…

RENG-İ SU

Mavi kanamış bir kavmin çocuğuyum,

Şiirin sessiz ölümü karşısında renklerin yardımını çağırıyorum.

Şiir’in renginin sokak çocukları düşlerine sığındığı sularda; rengin şiirini kovalıyorum.
Kitreli gecelerde yosunların yeşiline morlar serpen balıkları
Aydınlatan ayı ya da gelinlik rüzgârlarının ışığını buluveriyorum.

Bazen de renginden memnun sincaplarla,

Kırmızı yılanların yağmur buluşmasını izleyen kelebekleri yitiriveriyorum.

Doğduğum kavmin bir yanı renklerin eşitliğine inanmıştır ki,

Yüzyıllardır onları kimliğini yitirtmeden aynı teknede rengahenk sunmuştur.

Diğer yanı sihirler, yani şiirler için sözcükler yaratmıştır.

Mavi kanamış bir kavmin çocuğuyum,

RENGİN ŞİİRİ OLSUN İSTEDİM;

Bize ait günlerin izini sürüp bugünlere ulaşsın,

Huyunu suyunu bizden alsın ama kollarını kavuşturup küskün küskün oturmasın, elini uzatsın
Diğer topraklara, kavimlere… Aşka!

Rengin aşkını tanımak istedim, aşkı tanımak istedim,

Renkleri; şiir kadar barışçı, dayatılmayıp sunulan yaşam kadar özgür bıraktım.

Belki bir düş gördüm, belki semah döndüm.

AŞKI GÖRDÜM

A. Burhan Ersan

Sadece boyaları su üzerinde rasgele şekillendirip kâğıda geçirmenin bir sanat olmadığını, sanatın; özellikle soyut sanatın mutlaka farklı bir duyarlılık ve felsefe taşıdığını Burhan Ersan’ın dizelerinde ve Ebru sanatı tanımlamalarında açıkça görebiliyoruz.

Ebru“Bütün insanlık bilgisi; insanın içine konmuştur ve sanatçılar bunu bir biçimde anımsayanlardır. Soyut sanat var olan düşünme kalıpları dışında bir biçimde izleyiciye yeni bir düşünme alanı yaratır. Bu düşünme alanı, günlük yaşamımızın çıkarların korumaya yönelik kurnazlıklarından, şartlanmışlıklarından farklı bir düşünme alanıdır; insan olmanın duyumsandığı, var olmanın keyfine varıldığı ve ruhsal dünyanın doygunluğunun, insana yeni duygu deneyimleri yarattığı bir dünyadır bu. İfade kaygısından öte bir yaklaşımdır, insan gerçeğine yaklaşma, insanla bütünleşme çabasıdır. Sadece kendi imparatorluğumuzun değil, binlerce yıllık uygarlıklar zincirinin son halkası Anadolu olarak; toprağın kokusunu, yerin ve göğün rengini, su ve ruhun akışkanlığı ile an’da yakalayıp geleceğe yansıtmak ve bütün insanlığa yeni bir tinsel alan yaratmak için en uygun sanat dalıdır Ebru…”

Böylesine güzel sözlerin ardından ilave edeceğim tek cümle olabilir:


Ebru sanatını daha fazla yaygınlaştırıp kültürel, sanatsal, felsefi ve meditatif faydalarını çocuklarımıza aktarmalıyız; gerçek usta’lar henüz bizden elini çekmeden…


Nesrin Dabağlar
İstanbul’da doğdu. İşletme ihtisası yaptı. 12 yıl bir devlet kuruluşunda muhasebe alanında çalıştı ve 1995-2008 yılları arasında özel sektöre ait çeşitli sağlık kuruluşlarında yöneticilik, danışmanlık ve halkla ilişkiler görevlerinde bulundu. 2008’den itibaren çalışma alanlarına eğitim sektörünü de ekleyerek özel bir üniversitede halkla ilişkiler ve organizasyon uzmanı olarak çalıştı. Bilimsel konuların insan ile ilişkileri, inanışlar ve inançlar konusunda araştırmalar yaptı. Özellikle kutsal metinler, tarih, psikoloji, fizik ve bilimdeki yenilikleri konu alan makaleler yazdı. 2006 yılında İndigo Dergisi'nin yazar ve muhabirliğini yapmaya başladı.