Topyekün! Omuz omuza ve canını kurtarırcasına! Kaçıyoruz! Kaçarak kurtuluyoruz. Özgürlükten kurtulup esarete boyun eğiyoruz. Esaret güven veriyor. Kendi sorumluluklarını senden gizliyor. Üzerimizde bir yük hissetmeyince de teslim oluyoruz. Kuralları belirli ve korkuları kesin. Korktuğumuz için kaçmıştık. Sabit korkular değişkenlerden daha az korkutucu.
Esaret inandırıyor. Gerçeği arama uğraşından uzak tutuyor. Uzak durmak gerek bilinmeyenden. İnsan bilmediğinden korkarmış zaten! Bu şekilde inandırıldık. İnsan bilmediğini bilmelidir. Yoksa insan sıfatını taşıyıp sokaklarda gezmemelidir. Bilinmeyeni bilmeye geldik zannediyorken ben bu şaşkın dünyada bir de baktım ki tüm kapılar kapalı. Kapıları asla zorlamamalı! Her bir kapı üzerinde bir levha! Her bir levhada “CIS!” yazmakta… Dokunan yanıyormuş açılmaz kapılara. Kaderin ne tür bir cilvesidir bilmiyorum. Aklı ile mevcut bir yapıya sahip herhangi bir varlık bile her an keşfederken dünyasını insanlaşıyor ve yine aynı korkunç cilve gereği yeryüzü hayaletler tarafından ele geçiriliyor.
Her şeyden önce gelmesi gereken ilk şeydir özgürlük. İlk oluş ve büyük varoluşun temel zıplama noktası! Kendin olabilmektir. Kendini özgürce yetiştirebilmektir. Kendisini yapılandırabilenler özgür olabilirler. Bu yapılandırmada her türlü bağ ayağa dolanırken yine her türlü bağlılık ta engelleyicidir. Çünkü tüm bağlar ve bağlılıklar özümüze ulaşmamamız için bizlerin önüne serilmiştir.
Duygusal olarak algılanmasına rağmen tamamen akli bir hayatımız vardır. Aklımız bizlerin öz yaşamıdır. Duygularımıza tamamen kapıldığımızdan olsa gerek aklımız duygularımızın emrinde ve esir bir meleke suretindedir. Duygularımız kontrol edilip yönetildiğinde özgürlüğümüze hizmet ederken, serbest bırakıldığında ise bizleri mahkûm kılar. Aklımız temel özgürlük vasıtamızdır. Aklıyla yaşamayı seçenler özgürlüğe daha da yakındır. Göreceli bir kavram olan özgürlük üzerine bir sürü tanım üretilebilir. Sonuçta akıl ile ve aklın seçimleri ile doğrudan ilgili olduğu ise bir gerçektir. Duygusal seçimler hormonal bir karakter taşırken akli seçimler mantıki bir nitelik sergiler. Bu noktada ilk seçim gelir. Yaşadığımız hayatın kontrolünü duygularımıza mı vereceğiz yoksa kontrol aklın elinde mi olacak? Zor bir seçim… İlk seçimler hep zordur. Birisini seçen diğerini reddediyor değildir. Diğeri yapılan seçime hizmet edecektir.
Diğer engellerden birisi de beklentilerdir. Beklentiler bizlere büyük zaman kaybettiricilerdir. Beklentisiz yaşamak özüyle tam bağlantı kurması için varlığın olması gereken “olmazsa olmazlarındandır”. Bekleyerek bir şey olmaz. Çünkü beklemek emek vermek değildir. Emeği vermemek için direnmektir. Bekle ve al diye bir şey yok. Emekle! Emek ile besle çalışmanı ve emeğini al.
Özgür bırak özgür ol
Bağımsız düşünebilme son derece önemli! Çünkü bağlarla düşünülemiyor. Bağlar ne düşünmen gerektiğini sana emrediyor. Bağlar bağlıyor. Bağladığı için serbest düşüncelere izin vermiyor. Bağlar beni isteyeceksin diyor. İsteklerini de ele geçiriyor. Bağlar insandan bir adım önde gidiyor. İstesen de istemesen de sana klasik davranış kalıpları sergiletiyor. Bağlar bağlıyor.
Ne kadar özgür olduğunu merak edenlere basit bir ölçüdür: Başkalarını ne kadar özgür bırakabiliyorsan, onların özgürlüğüne ne kadar hizmet edebiliyorsan, o kadar özgürsündür. Başkalarını özgür bırakabilenler başkaları tarafından kısıtlanmayı da reddedenlerdir. Özgür bırak özgür ol. Kısıtlama ve kısıtlanma!
Özgürlük korkutuyor. Bilmediğimiz bir korku. Bildiklerimize ise alıştırılmışız bir şekilde. Hiç insan bilmediğinin peşinden gider mi? Bilmediğini bilmeye çalışmak ne kadar gerekli? Hem hazır formalar varken ve tüm insanlık her an üzerine giyip duruyorken dertsiz başa bela aramak gibi bir şeydir özgürlük. Rahatımız bozulacağına mevcuda teslimiyete devam! Kolay olan zorlaştırır. Zor olan kolay kılar. Zora talip olan kolaylıkla yaşar. Diyalektiği nedeni iledir ki: tüm yönleri alt üst olmuş bir dualite de altı ve üstü, ötesi ve berisi tepetaklak olmuş bir gerçeği doğrudan yaşarken yine aynı amuda kalkmış gerçeği tersinden görmeye son derece alışık olduğumuz ortada.
Yazar: Türker ERCAN Sayı 55 Nisan 2010