Mevlana’yı engin okyanuslar gibi çağlatan, gönlünü aşk ve sevgi ile dolduran asıl kişi, Şems’i Tebrizi’dir. Şems kendini “dizginlenemeyen bir at” gibi tarif ediyor; yıllardır ruhunu anlayabileceği birini arıyor.
“Mevlana’dan derlediğim hikayeler ile işaretler vererek insanların asıl kaynak olan Mesnevi’ye gidebilecekleri yolu açmak istedim”
Röportaj: Fikret Eroğlu
Mevlana’dan Hikayeler adlı kitabı yazmaktaki amacınız nedir?
Mesnevi keşfedilmemiş bir hazinedir. Özellikle Mevlana’dan derlediğim hikayeler ile işaretler vererek acaba insanların Mesnevi’ye gidebilecekleri yolu açabilir miyim düşüncesi bende ağır bastı. İnsanlara hikayeler vasıtası ile asıl kaynak olan Mesnevi’ye yönlendirmek istedim
Toplumuzda okuma alışkanlığı çok zayıf. Dolayısı ile ilköğretim öğrencilerine okuma alışkanlığı kazandırmada büyük bir emeği olacağına inanıyorum. Aynı zamanda 7 den 70 e herkesin bu hikayelerden dersler çıkaracağını ümit ediyorum.
Bu kitapta hedef kitleniz neydi?
Hedef kitlem herkes. Ancak önceliğim gençler. Şuan ilköğretimde okuma alışkanlığını kazananlar, ileride okuma oranı yüksek olan bir toplum oluşturacaklar. Bunu oransal olarak rakama vurduğumuzda çok ciddi bir sayı ediyor. Bu anlayışla yetişen gençler ülkenin kaderini de değiştirecektir.
Kitabınızın içeriği nelerden oluşuyor?
Mevlana’nın Mesnevi’sinde yaklaşık 300 e yakın hikayesi var. Okuduğunuzda fark edersiniz ki, her birinin ayrı ve önemli bir mesajı vardır. Ben de bunların anlaşılabilir kılarak mesneviden mesajlar aktarmak istedim.
Bizimle bir hikayeyi paylaşabilir misiniz?
“Çobanın Aşkı” adlı hikayede, çoban Allah’a yalvarıyor diyor ki: Ey Rabbim neredesin ayağına çarık giydireyim, yorgan örteyim. Bunu duyan Hz. Musa’nın, çobanı azarlayıp, “böyle dua mı edilir” demesi ile Allah Musa’ya ilham edilerek: “Ey Musa, sen birleştirmeye mi geldin ayırmaya mı, biz söze değil gönle bakarız!” demiştir. Bu hikaye, İslami yorumları kendi dar çerçevesi ile yorumlamaya çalışanlara ders niteliğindedir.
Evet bunları şekle indirgemeyip gönül açısından da ele almalıyız.
Senin O’na olan aşkın hal dilindedir ve bu içindeki samimiyetle ifade bulur. Tasavvuf ehli tarafından ifade edilir ki, Allah’ın evi müminin kalbidir.
Kitapta da bunun gibi her insanın ders çıkarabileceği mesajlar var. Bazı hikayelerin altına kıssadan hisse tarzında bazı notlar da düştüm. Öğrenciler özellikle bunu çok beğendi.
Mevlana’nın Etkilendikleri Düşünürler
Mevlana ve tasavvuf ilişkisinde bize neler söylemek istersiniz?
“Tasavvufi düşüncenin ana kaynağının İslam olduğu ve kendi dinamiklerini bunun üzerine kurduğu düşüncesi ön plana çıkmıştır”
Tasavvuf; söz (kal) yolu değil hal (iyi ahlak) yolu, velayet (ilm-ü ledün) vasıtalı bir yol olup, Hakikat adı verilen değişmezliğe ulaşmayı amaçlamaktadır.
Mevlana’nın düşünce dünyasının şekillenmesinde, özellikle Feridüddin-i Attar ve Hakim Senayî, İbn Arabî, Sadrüddin-i Konevî, Şems-i Tebrizî gibi şair ve mütefekkirlerin etkileri olmuştur.
Sokrates: “Nefsini nefsinle bil.”
Eski Yunan felsefesinin, tasavvufu bazı noktalardan etkilediği hep düşünülmüştür. Bu disiplinlerin Yaratıcı, alem ve insanla ilgili benzer düşüncelerinin olduğu bilinen bir gerçektir. Tasavvufun dayandığı temel nazariyelerden biri olan “Nefsini bilen Rabbini bilir” anlayışının, Sokrates’in “Nefsini nefsinle bil” sözünün bir başka versiyonu olduğu, yine İbni Arabi ile daha çok ön plana çıkan vahdet-i vücut ile panteist düşünce arasında benzerlikler olduğu, vahdet-i vücut düşüncesinin bu görüşün etkisiyle geliştiği söylenmiştir.
Aynı şekilde Platon’un (Eflatun) da bazı hususlarda tasavvufa etkisinden bahsedilmektedir. Nihayetinde kültür ve düşüncelerin birbirlerini etkilediği bilinen bir gerçek olmakla birlikte tasavvufi düşüncenin ana kaynağının İslam olduğu ve kendi dinamiklerini bunun üzerine kurduğu düşüncesi ön plana çıkmıştır.
Mevlana Yunan Felsefesinden etkilendi mi demek istiyorsunuz?
Bir manada evet doğa filozoflarından Sokrates’e kadar gelen filozoflar hep varlığın ortaya çıkış noktasını sorgulamışlardır. Yukarıda da ifade ettiğim gibi Sokrates’in ” Nefsini nefsinle bil” sözü İslam tasavvufunun ” kendini bilen rabbini bilir” sözüyle aynı manayı çağrıştırmaktadır. Bunun yanında Maddi hayatı dert ve yalan olarak gören Sokrates mutluluğu bu maddi hayatı yok etmekte bulmaktadır.
Mevlana’nın felsefesinde de ruh bedende hapistir. Mesnevinin birinci cildinde bunu şu şekilde dile getirmektedir:
“Dinle bak neyden ayrılıkları anlatıyor. Kamışlıktan koparıldığı günden beri haline kadın erkek ağlıyor.”
Mevlana’ya göre buradaki ney insandır ve gerçek yurdundan beden kafesine girdiği günden beri gurbettedir.
Mesnevi neden bu kadar önemli?
Mesnevi Kur’anın bir nevi batini tefsiridir. Herkesin kendi idrakine ve inanç algılayışına göre güzellikler bulabileceği bir okyanustur. Hiçbir inancı ve dini anlayışı hor görmeyen Mevlana’da herkes kendinden mutlaka bir şeyler bulacaktır.
Mevlana’nın sevgi ve aşk felsefesi, yaşadığı günden bugüne, yalnız Türk halkının değil, çeşitli din ve kültürden olan bütün dünya insanlarının ilgi odağı olmaya devam etmektedir.
Nitekim, İrene Melikoff: “Mevlana’nın eserlerini dünya milletleri kendi dillerine çevirip okusalar, dünyada kötülük, harp, kin, nefret diye bir şey kalmaz” demiştir.
Mevlana üzerine yetkin araştırmaları olan diğer batılı düşünür Annemarie Schimmel, Hint coğrafyasında onun beyitlerinin adeta bir atasözü haline geldiğini söyler ve bununla birlikte şairlerin Mesnevî’yi daha çok vahdet-i vücut nokta-ı nazarından izah ettiklerini ifade eder.
Bu arada bir yandan Mevlana’nın Şems ile iletişimi de irdelemek isterim.
Mevlana’yı engin okyanuslar gibi çağlatan, gönlünü aşk ve sevgi ile dolduran asıl kişi, Şemsi Tebrizi’dir.
Bu arada Şems kendini “dizginlenemeyen bir at” gibi tarif ediyor. Şems yıllardır ruhunu anlayabileceği birini arıyor.
Mevlana ve Şems: İlk Karşılaşma
Tebrizi, arayışları sırasında bir rüya görür. Rüyasında kendisine bir velinin arkadaş edileceği bildirilir. Üst üste iki gece rüya tekrarlanır ve o velinin Rum ülkesinde olduğu haberi verilir.
Onu aramak için yollara düşmek ister, fakat daha zamanının gelmediği, “işlerin vakitlerine tabi ve rehinli olduğu bildirilir.”
Şems ilahi tecellilerle mest olduğu, tam manasıyla istiğraka daldığı, müşahedenin güzelliğine beşer kuvvetiyle tahammül gösteremediği zamanlarda “gizli velilerinden birini bana göster” diyerek niyaz eder ve sabırsızlanır. Üzerindeki o yoğun halleri dağıtmak için başka işlerle oyalanmaya çalışır. Para almadan inşaat işlerinde bile çalışır.
Nihayet bir gün;
“Madem ki ısrar ve arzu ediyorsun O halde şükrane olarak ne vereceksin?” diye bir ilham gelir.
O da “başımı!..” cevabını verir.
Bu cevaba karşılık olarak,
“Bütün kainatta Mevlana-yı Rumi Hazretlerinden başka, senin şerefli arkadaşın yoktur.” haberi gelir.
Artık Rum ülkesine gitmek, o sevgili ile görüşmek ve yolunda başını feda etmek üzere yola çıkacaktır.
Uzun bir yolculuğun ardından Şemseddin Muhammed, M. 1244 yılının Ekim ayında Konya’ya gelir. Kaldığı han odasının anahtarını boynuna zamanın tüccarları gibi asıp çarşıda dolaşmaya başlar aşk ve ilmin tüccarı olduğuna işaret ederek…
İkindiye doğru, ana caddede, katıra binmiş, talebeleri etrafında dört dönen bir müderris görünür. Şems aradığı dostun o olduğunu anlar. Önüne geçerek katırın dizginlerini tutar ve keskin bakışlarıyla:
“Sen Belhli Baha Veled’in oğlu Mevlana Celaleddin misin?” diye sorar.
Mevlana “evet” diye cevap verir. Şems:
“Ey müslümanların imamı! Bir müşkülüm var. Hz. Muhammed mi büyük, Bayezid-i Bistami mi?
Sorunun heybetinden kendinden geçen Mevlana, kendini toplayınca;
“Bu nasıl sual böyle? Tabi ki, Allah’ın elçisi Hz. Muhammed bütün yaratıkların en büyüğüdür.”
O zaman Şems:
“O halde neden Peygamber bu kadar büyüklüğü ile Ya Rabbi seni tenzih ederim, biz seni layık olduğun vechile bilemedik” buyururken,
Bayezid, “Ben kendimi tenzih ederim! Benim şanım çok yücedir. Zira cesedimin her zerresinde Allah’tan başka varlık yok!” demekte.
Mevlana:
“Hz. Muhammed, müthiş bir manevi susuzluk hastalığına tutulmuştu, ‘biz senin göğsünü açmadık mı?’ şerhiyle kalbi genişledi. Bunun için de susuzluktan dem vurdu. O her gün sayısız makamlar geçiyor, her makamı geçtikçe evvelki bilgi ve makamına istiğfar ediyor, daha çok yakınlık istiyordu.”
Bayezid ise, bir yudum suyla susuzluğu dindi ve suya kandığından dem vurdu. Vardığı ilk makamın sarhoşluğuna kapılarak kendinden geçti ve o makamda kalarak bu sözü söyledi.
Şemsi Tebrizi, bu cevap karşısında “Allah” diyerek yere yuvarlanır.
Mevlana, hemen atından inip yanındaki adamların da yardımıyla onu yerden kaldırıp medresesine götürür.
Mevlana ve Şems’in Aylarca Süren Sohbeti
Artık bu medresede iki aşık, hiç dışarı çıkmadan, yanlarına kimsenin girmesine izin verilmeden aylarca sürecek sohbetlere dalacaktır. Mevlana bunca zaman kitapların, sayfaların arasında aradığı ve Şeyhi Seyyid Burhaneddin’in yıllarca önceden müjdelediği sevgilisine, gönül dostuna kavuşmuş, o andan itibaren de bütün yaşamı değişmiştir.
Şems, önce onu çok değer verdiği zatların, hatta babasının bile eserlerini okumaktan men eder, değer verdiği bütün kitaplarını birer birer havuza atar. Daha sonra hiç kimseyle konuşmasına izin vermez.
Medresedeki derslerini, vaazlarını terk etmek zorunda kalır.
İmtihan
Şimdi sıra imtihanlardadır…
Bir gün Şems – i Tebrizi, Mevlana’yı denemek maksadıyla güzel bir sevgili ister ondan. O da güzellikte eşi bulunmayan karısını getirir tereddüt etmeden. Şems,“bu benim can kız kardeşimdir. Bu olmaz. Bana hizmet edecek bir erkek çocuğu bul” der.
Mevlana, Oğlu Sultan Veled’i ona kul olsun diye getirir. Şems, “Bu kalbimi bağlayan oğlumdur. Şimdi şarap olsaydı, su yerine onu içerdim. Ben onsuz yapamam” deyince, Mevlana hemen gidip Yahudi mahallesinden bir testi şarap getirir.
Şems, bu teslimiyet ve itaatten hayrete düşüp;
“Başlangıcı olmayan başlangıcın ve sonu olmayan sonun hakkı için diyorum ki, dünyanın başından sonuna kadar senin gibi gönül yutan bir Muhammed yürekli bu aleme ne gelmiş ne de gelecektir. Ben Mevlana’nın ilminin derecesini anlamak için bu imtihanları yaptım. Onun iç alemi o kadar geniş ki, rivayet ve hikaye çerçevesine sığmaz.” der.
Çok ilginç iletişimleri var anlattığınıza göre.
Evet. Ve her ikisi de okyanusun kucağında teskin bulmaya çalışan şelale gibi yollarını aradılar.
Size dönersek, hangi yazarları okuyorsunuz?
Özellikle doğu’ya batıdan bakan doğulu yazarlar ilgimi çeker. Amin Maoluf, Halil Cibran, Kader Abdullah… Çağdaş Batı edebiyatını da severek okuyorum. John Steinbeik, Voltiere son zamanlarda severek okuduğum klasik yazarlar. Bunun yanında klasikleri her zaman okuyorum. Tabi ki başucu eserim Mesnevi ve Fihi Ma-Fih
Yeni projeleriniz neler?
Gerçek yaşamdaki deneyimlerimi ya da çevremdeki arkadaşlarımın yaşadıklarını kurgulayarak özgün hikayeler yazıyorum.
Bunun dışında Mısır’lı sanatçı Ümmü Gülsüm’ün hayat hikayesini ve 40’a yakın şarkısını Türkçe’ye tercüme edip hayranları ile buluşturmayı düşünüyorum. Eser hazır, yakında yayına girecek.
Ateist bir doktor ile uyuşturucu kriziyle hastaneye getirilen ve hastanede kanser olduğunu öğrenen genç bir kızın ilginç ve bir o kadar da heyecan yüklü diyaloglarını konu alan bir romana başladım. Bunun dışında tarihle iç içe geçmiş mistik gerilim tarzı bir roman yazmayı düşünüyorum. Bunun için birkaç yıldır tarihi araştırma yapıyorum.
Size çalışmalarınız için başarılar diliyorum Fikret Bey.
Teşekkürler Burçin Hanım, Mevlana’yı biraz tanıtabildiysek ne mutlu. İyi çalışmalar diliyorum.
Biyografi: Fikret Eroğlu
1974 Zonguldak Ereğli doğumluyum. Çocukluğumun büyük bir bölümünü ailemden uzakta geçirdiğim için kendimi yetiştirmeye çok fırsatım oldu diyebilirim. Eğitimciyim Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmen olarak çalışıyorum. Evliyim 2.5 yaşında bir kızım var.