Kadının Adı…

Yaradılıştan mı? Yoksa yaşananlardan mı? Bir kadın, kadın olmayı özler.

Doğduğumuzda fiziki, sonrasında bastırılmanın getirdiği kişilik ezikliğini düşünecek olursak, yaşananlar bize kadın olmayı özlettiriyor sanırım…

Kadının

Güçlü kadın, ezik kadın, anne kadın, hizmetçi kadın, frijit kadın, fahişe kadın, erkek kadın, seksi kadın, aptal kadın, zeki kadın, çirkin kadın, güzel kadın, yalnız kadın… Amma da adı var kadının.

Ve yaşamın getirdikleriyle, bu adlardan biri yakıştırılan türlü türlü kadın…


Feminist değilim ve olmak da istemedim. Ne olanları,  ne de sonradan olma feministleri de hiç sevmedim. Erkek erkekliğini, kadın da kadınlığını bilmeli diyenlerdenim. Ne yazık ki! Hayat şartları ve medeniyetin, sorumlulukla beraber fedakarlığın getirdiği birliktelik iletişimini nasıl alt üst ettiğini ben de sizler gibi yüreğim burkularak izlemekteyim…

Erkekler uçkur derdine düşüp, yatıp kalkıp seksteki performanslarının hesaplarını yaparken, birlikte olduğu kadınların da bir şeyler isteyebileceğini fark edecek kadar, beyin ve gönül performanslarına dikkat etseler, bizler de kadınlığımızı bu kadar özlemeyiz sanırım!

Evlilik ya da ilişkilerde bir problem yaşandığında erkek için sorun nedense eşiyle yaşadığı cinsellikten, kadın içinse birliktelikteki eksikliklerdendir. Başka aşklara yelken açıldığında ise -cicim aylarında- beraber olduğu kadın, nedense en anlayışlısı ve en idealidir.

Kadının Adı:

KadınınSanırım hiçbir kadın, erkeğin yapması gereken işleri durup dururken üstlenmez. Sert ve tuttuğunu koparan, baskın karakterli bir kadın bile olsa, yüreği, erkek gibi olmayı istemez. Her kadın bilir ki; erkekler güçlü kadın isteseler de, güçlü kadını sevmezler.

Kadın bilir ki; erkeğinden bir şey istemezse, erkek kendini kendi gibi hissedemez!

Kadın bilir ki; erkek, kendisinden çok şey isteyene, kendisine öğretmenliği hissettirene sahip çıkar ve de onu ister.


Ama bilmezler ki bazılarımız diğerlerini hemcinsimiz olarak aptal ve yapmacık da bulsak, samimiyetlerine inanmasak bile -yalan değil!- yaşayabildikleri kadınlıklarını imrenerek izler, hatta bu başarılarını takdir ederiz.

Eğer yaşam;

Kadına güçlü olmasını gerektirecek bir yol çizip de mecbur etmişse! Güçlü kadının suçu ne?

Sarıldıkları insanların, tutundukları adamların onları hak etmediklerini düşünüp, aşka inançlarını kaybedip, kendilerine sığındılarsa! Yalnız kadının suçu ne?

Eğer yaşam;

Onca yükün altında ezilesi bir yaşam sunmuşsa, eğer bir de bu kadının çocuğu varsa, analığın en büyük vazifesi olduğunun da farkına varmışsa, yaptığı sadece ağlamaksa! Peki, bu kadının adı ne?


Bir kadını kadın yapan erkeğiyse, kadın da kadın gibi olmayı istemişse, -buna rağmen!- kadınlığını özlemişse… Suçlu kim? Nerede?


Gülay Kanarya
20 Haziran 1960 tarihinde İstanbul’da doğdum. Ailenin küçük kızı olmama rağmen; gerek yetiştirilmem, gerekse kişilik olarak babamın genç yaşta ölümüyle birlikte sorumluluğu haylice üstlenmiş bir durumda büyüdüm. Yapmak istediğim ve hayalini kurduğum birçok şeyi bazı aksilikler (şanssızlık da denebilir) neticesinde yapamamanın üzüntüsünü hep yaşamışımdır. Hayatımdaki en güzel ve en olumlu şeyin, şimdilerde genç bir delikanlı olan oğlum olduğunu düşünüyorum ve bunun keyfini yaşamanın tadını çıkartıyorum. Özel sektörden satış ve organizasyon sorumlusu olarak emekli olduktan sonra, 40’lı yaşlarda almış olduğum eğitimler neticesinde güzellik uzmanı eğitmeni oldum. Çocukluğumdan beri sanata ve edebiyata olan düşkünlüğümden olsa gerek, ilk yazım ‘Palyaço değilim’ ile başlayarak, bugüne kadar 50’yi geçen yazı yazdım. Bana huzur veren bu işimi devam ettirmek en büyük arzum… Hayatın iniş ve çıkışlarla geçtiğini kabul ediyorsak; inişlerde yaşanan o güçlükler ve zorluklar çok canımızı acıtmış oluyorsa da; buna rağmen, bazılarımızı olgunlaştırıyor diyebiliyorsak eğer! Ben o bazılardanım işte… Geçmişe dönük keşkelerim yok, gelecekte yapmam gereken çok işlerim var artık…