‘Sinemanın Simyası’ kitabının ikinci baskısı yayınlandı. Bu kitabın yazarı Kaan Demirdöven ile kitabı, sinema ve senaryo üzerine sohbet ettik.
Röportaj Kaan Demirdöven
Sizi okuyucularımıza tanıtabilir miyiz?
Adım Kaan Demirdöven. 1975 Almanya doğumluyum. 98’den beri sinemayla ilgileniyorum. Felsefe, mitoloji ve tasavvuf ile ilgileniyorum. Mesleğim metin yazarlığı, uzun zamandır reklam sektöründeyim.
‘Sinemanın Simyası Senaryo’ isimli kitabınızın ikinci baskısı çıktı, kitabınızdan birkaç cümleyle bahseder misiniz?
Kitap aslında bir metnin inşaasının alegroik bütünlüğünün nasıl kurulacağına dair bir yol izliyordu ve ilk başta adı Metnin Görüngübilimi idi. Ama kitabımın editörü ve çok sevgili arkadaşım Bengi Başaran (Yeditepe Üniversitesi, Sanat Tarihi Uzmanı) kitabın adını Sinemanın Simyası olarak değiştirdi. İyi ki de değiştirdi.
Kitabınızın vermek istediğiniz mesajı tek cümleye sığdıracak olursak ne söyleyebilirsiniz?
İmge kendi hikayesini yazar.
Kitabınızda neden bu konuya odaklandınız?
Türkiye’de bu konuda bir boşluk tespit ettim. Üzerine düşünmüyoruz, kavram üretmiyoruz. Kavramları sadece terimler olarak görüyoruz, oysa kavramlar aklımın aletleridir ve onlar bende farkındalık yarattıkça güçlenirim, edimlerim değişir, edimlerim değişince dünyam da değişir diye düşünüyorum.
Kitabınızda ‘Tin’ kelimesiyle oldukça sık karşılaşıyoruz. Tin nedir?
Tin, soyut ve somut herşeye ve hiçbirşeye anlam veren varlık. Tanrı mı yani diyeceksiniz, hayır ona da anlam veren varlık. Ruh mu yani, hayır ona da anlam veren varlık… İşte böyle… Tin bu edimdir. İmdeki-imgedir.
Peki, insan tinini özündeki gerçekliğe taşıyacak filmleri nasıl yapılabilir? Bununla ilgili birkaç örnek film ismi verebilir misiniz?
Her sanat eseri gibi her film de bunun örnekleridir. Şu filmler böyledir ama şunlar böyle değildir diyemem. Ama size ne anlatmak istediğimi en iyi anlatan bir filmi tavsiye edebilirim. Birçoklarınıza ters gelebilir ama Rocky 1, özellikle ilk bölüm olan Rocky filmi işte böyle bir filmdir ve filmi bir kez de sessize alıp izleyin, yine de hikayeyi anlarsınız, çünkü filmde ilerleyen imgedir.
Anadolu mistisizminden yola çıkacak olursak, Anadolu’da kesişen kültürler sinemaya nasıl değer katabilir?
Sinemanın ayrıca böyle bir değere ihtiyacı yok, kavramına ilgisiz bir değer olur. Anadolu’nun kültürel mirasına sahip çıkan filmler zaten yapılıyor. Sinema her şeyden önce bir eğlenme aracı. Bu yüzden büyük bütçeli, devasa prodüksiyonlarla dünya sinemalarını hedeflemeliyiz.
“Sinemanın Simyası” kitabınızdan yola çıkarak akla gelen şu soruya cevap arıyor insan; “Bunca bilgeler yaşamış bir ülkede insana, ‘Kendini Bilen İnsan!’ örnekleri, ‘Ben Kimim?’ sorusunu sorgulatan senaryolar ve filmlerin yapılması umudu taşıyorum. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
İşte bu noktada senariste büyük iş düşüyor. Çünkü örneğin Mevlana’nın hayatını konu alabilirsiniz, ama bu dediğiniz etkiyi yaratmaz, çünkü eksik olan tinsel bağdır ve o tinsel bağı senarist kuracaktır.
Kendinize verdiğiniz görev; “Tinin dünyasında bir görüngü olarak sinemayı anlamlandırmak ve tini içselleştirebilmek!” bu düşüncenizden yola çıkarak sormak istiyorum; Senaryo ve görüntü yoluyla insanların düşünmesine, sorgulamasına deneyim zenginliği (örnek) yoluyla ulaşabilir, tin içselleştirilebilir mi?
İçselleşebilir, öyle de olmuş zaten. Bugün dışarıda ne görüyorsak kültürel anlamda aslında içerde, yani içselleşmiş ki dışlaşmış.
Eğer sinema özsel olarak senaryo ise, yaşama da (senaryolardan oluşan) bir çeşit sinema gözüyle bakabilir miyiz?
Ben öyle bakıyorum en azından böylece yaşama daha ciddi yaklaşıyorum.
Sinemanın Simyası isimli kitabınızda demişsiniz ki, “Filmin imgesi, izleyici ile özgürleştirici bir bağ kurmalı. Öyle bir yolla ki Tin, bilme ve sevgi edimini kültürlerarası bir diyaloğa taşıyabilsin”. Bu ifadenize dayanarak, bir senaryo yazarının insanı insan yapan değerleri senaryosunda işlemesinin kültürlerarasına taşımasındaki etkisini bilmesi, önemini anlaması nasıl mümkün olur?
Felsefe ile mümkün. Herkes sanıyor ki felsefe tumturaklı sözcüklerle fildişi kulesinde uzun uzun tefekkür etmek, oysa öyle değil felsefe bilme sevgisidir, bilmeye açık olsun, incelesin, sorgulasın, derinleşsin, yaşasın, açık olsun, bedenine ve ruhuna ve kalbine gösterdiği özeni düşüncesine de göstersin, onu akıl akrabaları ile tanıştırsın, tarihle…
Sonsözünüzdeki sorgulamanızda, tinin bu simgesel coğrafyada bir tür evrensel dil modelinin kurulabilirliği ve bununla evrensel insan modelini ortaya koymayı amaç edindiğinizi, bir model-insanın belki de kültürlerarası diyalogun çözümü olabileceğine değinmişsiniz. Tüm bunların ışığında, bu tür bir model insanı senaryonuzda insanlığa göstermek zamanı gelmedi mi?
Her kahraman bir model insandır. Ama her senaryoda bu model insan işletilmez. Kurtlar Vadisi Polat Alemdar, Recep İvedik model insanlardır. Frodo da, Batman da model insandır… Kurgulamak çok önemli, önce sağlam temellere dayandırılıp bir kahraman modeli çıkarılacak, sonra ona injekte edilecek imgenin hareketi gözlemlenecek, işte o zaman yazar sadece bir araç olur, tin kendi kendini yazar.
Kitabınızdan bir cümle; “Sinemanın imgesi çeşitli rollere ruh vermiş insansa, yaşamın başrol oyuncusu da yine insandır.” Bu cümlenizden yola çıkarsak, insan yaşamda ruh bulduğu bedenler ve deneyimler ile sinemada da senaryo gereği yaşam deneyimleri sunulurken, amaç izleyiciye aslında kendini mi (kendini bilmek durumu) göstermektir?
Aynen…
Son dönemde Türk Sineması‘nın hızlı yükselişini nasıl değerlendiriyorsunuz Kaan Bey?
Zorunlu… Tarihin aklı varsa, doğanın yasalılığı varsa, görüngülerin de zorunlulukları vardır. Yükselmekten ziya sayısı artıyor diyelim. Çekilen film sayısı artıyor. Yükselmekten bahsedebilmek için cesur işler gerekli.
En beğendiğiniz üç Türk filmi nedir?
Duvara Karşı, Beyaz Melek, Hacıvat Karagöz Neden Öldürüldü.
Kitabınızdaki aforizmalardan biri:
“Sanal alemde gerçeğin başka bir yüzüyle yüzleşiriz. İstençsiz kütleler şeklinde öte dünya varlıklarını izler gibiyizdir ve yaşamın özünde vuku bulan o an’a canlı canlı, uyanıkken tanık oluruz: Nedir o an? Biçimsiz kaynaktan Yaradılış’a fışkıran ilk mitsel ışık oyunu!”
Burada ne demek istediniz?
Beyaz perde…
Sinemanın Simyası kitabını kimler için yazdınız? Hedef kitleniz nedir?
Olay ve olguları kendilerinde ne iseler o olarak ve yalın ilişkileri altında görmek isteyenler için yazdım
Okuyucularımıza açar mısınız; ‘Aforizma’ ne demek? Kitabınızdaki aforizmalar her biri bir keşif, kendimizi keşif gibi… Sizce?
Aforizma, herkesçe bilinen ve doğru olarak kabul edilen bir prensibi, gerçeği vurgulayan, özetleyen, değişik bakış açılarından ele alan düşüncelerin söze dökümü. Özlü söz de deniyor ama benim aforizmalarım bilinen bir konuya farklı bir kaç pencereden aynı anda bakabilmeyi getiriyor.
“Sinemanın Simyası” kitabınıza sonsöz adını verdiğiniz önsözünüzde büyük deha Mustafa Kemal Atatürk ün şu sözleriyle başlamışsınız;
“Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok, dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını temin edecektir. Sinema insanlar arasındaki düşünüş, görüş farklılıklarını silecek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz!”
Mustafa Kemal’in sözünü ettiği ‘o gün’ sizce geldi mi?
Şu an bu sözün gerçek olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bu hassasiyette olan sinemacı ve yapımcılar var. Bundan sonrası dürüstçe, cesurca, anlayışla çalışmaya ve üretmeye kalmış.
Kaan Demirdöven, öncelikle gönlünüze, emeğinize ve güzel sohbetinize teşekkür ederiz. Kitabı çok beğenen ve bir başucu kitabı olarak kullanan biri olarak, İndigo Dergisi okuyucularına bu kitabı ellerinden düşüremeyeceklerini söyleyebilirim. Güzel çalışmalar dileriz.
Kaan Demirdöven’in ikinci kitabı olan Mecnun Delirmedi Bir Aşk Öyküsü Sonesi de çok yakında Es Yayınları’ndan çıkacak… Bilgi için www.kaandemirdoven.com