Düştüm Çok Şükür

“Syracuslu Arşimet’i hatırlıyor musun?” diye soruyor yaşlı adam, sonra da hatırlatıyor; “Kral, Arşimet’ten, kendisine verilmiş bir hediyenin altın olup olmadığının belirlenmesini istiyor. O zamanlar için çözümsüz bir problem. Bu, Yunanlı matematikçiyi haftalarca zorluyor. Uykusuzluk çekiyor ve yatağında geceler boyunca bir o yana bir bu yana dönüp duruyor. Sonunda, yatağını bu dahi adamla paylaşan ve onun kadar yıpranan karısı, onu banyo yapıp rahatlatmaya ikna ediyor.

Arşimet küvete girerken suyun yükseldiğini gözlemliyor. Taşan su, maddenin hacmini belirlemenin bir yolu, aynı zamanda da yoğunluğunu görmenin. Kaldırma kuvveti! Böylece Arşimet sorunu çözüyor.


“Euraka!” diye bağırıyor. O kadar heyecanlanıyor ki keşfini bildirmek üzere kralın sarayına giderken, sokaklarda çırılçıplak koşuyor.

Peki hikayenin ana fikri ne?”

Düştüm Çok Şükür

Kült filmlerden Pi’nin 21 ve 23. dakikalarında geçen replikti bu; yaşlı bir adam, genç bir adamla konuşuyordu. Genç bilim adamı, bir konu hakkında debeleniyor ve çözüme ulaşamıyordu.

Sorudan devam edelim:

“Ana fikir, çözüme ulaşma anı kendiliğinden gelecektir” diye cevaplıyor genç.

“Yanlış!” diyor yaşlı adam.

“Hikâyenin ana fikri, Arşimet’in karısı! Karını dinle, o sana farklı bir perspektif gösterecektir. Anlamı, bir mola vermeye ihtiyacın var. Bir banyo yapmalısın, aksi takdirde, hiçbir yere varamazsın. O zaman düzen olmaz, sadece kargaşa hakim olur. Eve git Max ve bir banyo yap.”

Beni bu konuda öyle tatlı tatlı uyaran bir yaşlı amcam olmadı. Sinyalleri de görmedim ve geçen gün etten bedenim, kendini yerde buldu.

Çünkü…

Aynı anda birçok işe sarıldım aşkla. Fayda yarattığımı gördükçe aşkım daha da arttı, daha da genişledim. Ama yorulduğum ve inat ettim anlar oldu itiraf etmek gerekirse.

Biraz yavaşlamam gerektiğini söyleyenler olduğunda öteledim, “şu bitince dinleneceğim, bu bitince yavaşlayacağım…” dedim ve şunlar, bunlar bitmedi ya da şunların, bunların sonu gelmedi. En sonunda da bedenim kendi molasını kendisi aldı ve şalterimi indirdi bir süreliğine; yolda hızla yürürken tak diye düştüm.

Düşünce 4 dikiş kazandı çenem, çok sevdiğim dişlerimin bir kısmı kırıldı, beynim sarsıldı birazcık, sürmenaj oldum hafiften ve daha birkaç şey. Ağrıyan çenemden ötürü bir şey çiğneyemiyorum kaç gündür ve zorunlu detoks yaşıyorum, bedenimin bir yanı çürüdü gibi ve 25 yaşında bir “dede” oldum.

Ama vites düşürdüm. Artık daha az çalışıyorum, aynı anda yaptığım iş sayısını üçe düşürebildim, daha az düşünüyorum, daha az kurguluyorum.

Ayrıca hastanelerimizi “hasta” gözüyle görme imkânım oldu, en son 2004tü hastaneye hasta olarak alınışım, çok şey değişmiş, hoşuma gitti yenilikler. Birçok prosedür artık sanrım daha hızlı, daha etkin yapılabiliyor orada, sevindim.

düştümEtkinlik, etkin olma becerisi de işte bu sürecin bana kazandırdığı en temel ünlem oldu.

Düşüşüm öncesinde zaten Peter Drucker’ın bir kitabını okuyordum ve etkinlik üzerine göndermeler yapıyordu, bazı arkadaş sohbetlerinde de bu kavramı tartışmaya başladık, hele ki benim gibi 10 parmağına 10 iş sığdıran/sığdırmaya çalışan birinin etkinliği ve verimliliğini irdeledikçe…


Kişisel gelişimde eyleme dair iki sınırdan bahsedilir: atalet (eylemsizlik ya da salıverme) ile debelenme, çırpınma hali.

Ben sadece bir ev hanımıyım, yemeği yapar, çamaşırı ütülerim” deyip de kendime ve yaşadığım ekolojiye bir şey katmadan durmak atalete örnektir.

Aynı düzlemde, “o kitabı da okuyayım, şu kursa da katılayım, o terapiyi de alayım, şu seansa da katılayım, bu mavi gama dalgalarını çakralarımdan süzdüreyim, şu taşları yatağımın altına sereyim… de filanca sıkıntımdan kurtulayım, hayatıma bolluk aksın” gibi çabalar da debelenmeye örnek oluyor.

Ve ben, farkında olmadan, kendi halimde bir çırpınma sürecine girmişim demek ki.

Bunun doğrusu değil, uygun olanı; en çok eylemi yapmak yerine, doğru eylemleri yapmak sınırı ile eylemimizin sonuçlarının bir kısmını (?) da akışa bırakmaktır. Buna eğitmenlerimden Timur Tiryaki, aktif sabır adını veriyor.

Benim unutup es geçtiğim yer de teslimiyet haliydi. Tüm kontrolü elimde tutmak, işlerin tamamını yapmak ve gizli gizli “onu da ben yaptım, bunu da ben yaptım” demek. Demeyeceksem dahi aklımdan geçirmek…

düştümAh ego!

Ne iş yapıyorsak yapalım, ne kadar çok işi ne kadar güzel yaparsak yapalım, bu işlerden bazıları vardır ki, onları yaparken diğer işlerimizden daha başarılı sonuçlar çıkarabiliyoruzdur.

Ben de silkelendim ve hızlı bir şekilde listeledim yaptıklarımı, yapacaklarımı, hemen ardına ise bu listedeki kalemlerden hangilerinde daha başarılı olduğumu çıkardım. O konuda ne kadar başarılı olursam olayım, zamanımı başka bir eylemde daha başarılı geçirebiliyorsam, eledim.

Mesela ne kadar güzel bilgisayar tamir edebilirsem edeyim, ben yazılım kodlarında daha başarılıysam, artık kararım odur ki bilgisayar tamiriyle zamanımı harcamayacağım.

Pekala bu eleme listesiyle işim çözüme kavuşuyor mu? Tabi ki hayır!

Şimdi de zaman ayırma safhasına geliniyor; hangi işim için ne kadar zamanım harcanıyor ve hangi işim için ne kadar zamanımı değerlendiriyorum? Bu soruları cevaplar cevaplamaz da yeni soru; “Hangi şekillerde bu eylemdeki verimimi artırırım?”

Bu soruları kendinize sorduğunuzda, işinize dair, sosyal yaşantınıza dair ve hatta belki (?) aile hayatınıza dair de veriminizde, etkinliğinizde gözle görülür artış oluyor. Dinleniyorsunuz çalışırken, boş eylemler de azalıyor boş zaman öldürmeleri de…

Keza burada yeni bir keşiften de bahsetmiyorum. Okuduğumuz onlarca iş ve kişisel gelişim kitaplarının oluşturduğu yüzlerce, binlerce sayfalık yığının özetinden bir parça sadece bunlar ve pratik hayattan uygulamama bir örnek olarak paylaşmak istedim.

Okuduğumuz kitaplar bunlar için, seminerler, eğitimler, terapiler veya koçluk çalışmaları…

Çok şükür düşerek ders aldım.


Faydamızın artmasına niyetle…