İçerisinde bulunduğu düzeni eleştiren birçok insan var etrafımda. Gerek ailevi, gerek sosyal, gerek siyasi… Sohbetlerimizde, eleştirmek yerine, eleştirdikleri yanı da anlamaya çalışarak, bireysel anlamda neler yapabileceklerini düşündüren sorular yönelttim onlara. Fakat çoğu çuvaldızı kendine batırmayı tercih etmedi.
Sistemler bireylerden oluşurlar ve değişmeleri için özel anlamda onları oluşturan bireylerin değişmesi ve birbirlerini anlayabilen düşünce yapılarının karşılıklı olarak paylaşılabilmesi gerekir. Uzman Psikolog İrem Bray, söyleşimizde bu durumu şu şekilde dile getiriyor:
[quote]Yaşam kalitesi; doğayla uyumlu, özümüzle ilişkide, her türlü duyguyu yaşayabildiğimiz, müteşekkir hissettiğimiz, kendimizi ve çevremizi sevgiyle kabul edebildiğimiz bir farkındalık hali ile ilgili bir süreç. Şu anda dünyanın birçok yerinde yaşanan politik kutuplaşmalar ve isyanlar bu bakış açısını birey düzeyinde uygulayabilen kişi sayısının az olmasından kaynaklanıyor.[/quote]
Röportaj: Altan Akay
İçinde bulunduğumuz Dünyayı nasıl görüyorsunuz? Yaşanabilirliği nasıldır sizce?
Uygarlık dediğimiz süreç kimi zaman doğayı karşısına alıyor. Bence bu durum ciddi bir gerilim yaratıyor. Genel geçer düzense, insanı robotlaştıran, üretim ve tüketim birimlerine indirgeyen, tuzaklarla dolu bir sistemden oluşuyor. Bu düzenin içinde kendi vahalarımızı yaratmak durumundayız; yoksa pazar ekonomisinin içinde bir dişli olmaktan öteye gidemeyiz.
Yaşam kalitesi sanki daha iyi bir araba, daha çok giysi, daha iyi eğitim, daha çok para gibi materyalist suni değerlerle özdeşleştirilmeye başladı. Bu bakış açısının insana iyi gelmediği ortada; bu suni değerlerin hepsine sahip olmalarına rağmen mutlu olmayan, çeşitli sağlık sorunları yaşayan kişiler giderek artıyor.
Oysa yaşam kalitesi; doğayla uyumlu, özümüzle ilişkide, her türlü duyguyu yaşayabildiğimiz, müteşekkir hissettiğimiz, kendimizi ve çevremizi sevgiyle kabul edebildiğimiz bir farkındalık hali ile ilgili bir süreç.
Şu anda dünyanın birçok yerinde yaşanan politik kutuplaşmalar ve isyanlar bu bakış açısını birey düzeyinde uygulayabilen kişi sayısının az olmasından kaynaklanıyor. Kendimizle ve çevremizle olan ilişkilerimizde, materyalizmin suni değerlerinden çok, özümüzle bağlantıda olmayı; kontrol etmek ve kazanmaktan çok, sevgi ile kabul etmeyi ön plana çıkarabilirsek, dünya barışına gerçekten çok önemli bir katkıda bulunmuş oluruz.
Kendimiz Olarak Sevme
Olası negatiflerimize (korku, endişe, şüphe, vb) nasıl yaklaşmalıyız? Onlar ne için vardır?
Aslında bu duygular özlerinde evrimsel açıdan bizi korumak için varlar. Peşimizden vahşi bir hayvan geliyorsa, korkarız ve daha çok adrenalin salgılarız; böylece daha hızlı kaçabiliriz.
Toplum düzeni karmaşıklaştıkça, insan, doğal hayattan uzaklaşıp yeni yaşam biçimleri benimsedikçe, yaşamsal açıdan ihtiyacımız olan bazı duygular eski işlevselliklerini kaybettiler. Gene de bu duygular bir yerlere denk geliyorlar.
Ancak bu duygular aşırı ise; örneğin eşim beni istemeyebilir korkusuyla kendimiz olmazsak, anı yaşayamayız, karşımızdaki kişiye de haksızlık etmiş oluruz. Kırılmaktan, hayal kırıklığına uğramaktan kaçınırken bir de bakmışız farkında olmadan yaşam sevincimizi, şefkatimizi, kendimiz olarak sevme ve sevilme becerimizi de kaybetmişiz. En iyisi korkuların üzerine gitmek ve sonuçların bizi haksız çıkarmasına izin vermektir.
Ayrıca, sıklıkla atalarımızın yaşadıkları travmaların, bugünkü duygu ve düşüncelerimizi direk olarak etkileyebildiğini gözlemliyorum. Göç ve savaş görmüş ailelerde yeni doğan bir çocuğun büyürken saldırıya uğrayacakları korkusu, yangın kabusları görmesi gibi durumlar olabiliyor. Bu durumlarda geçmiş deneyimlerin konuşulması, bugünkü yaşamın farklılıklarının gerçekçi bir biçimde ele alınması, olası zorluklara hazırlıklı olmak için yapılacakların düşünülmesi işe yarıyor.
Dış ve iç dünyalar birbirlerini yansıtırlar. Kimi zaman içimizde kabullenemediğimiz çatışma ve duyguları çevremizde başka ortamlara ve kişilere atfederiz. Örneğin çok gürültücü bir komşum var; ricalarım işe yaramıyor. Komşum için hoşuma gitmeyen kötü düşünceler aklıma geliyor. Kendime yakıştıramadığım için bu duygu ve düşüncelerimi bastırıyorum. Bu sefer onun benden hoşlanmadığını, bana zarar vermek istediğini düşünüyorum. Komşum için aklıma gelen olumsuzlukların kendi başıma gelmesinden endişelenmeye başlıyorum. Bu gibi durumlarda olumsuz duygu ve düşüncelerimizi kabul edip, enerjimizi alternatif çözüm yolları bulmaya yöneltirsek bu tür kaygı ve endişeler yok olur.
İnsan Olarak Davranma
Kişinin gelişimindeki ilk 20 senelik dönemi göz önüne alırsak; dışsal baskıların ve bu baskıların yarattığı korkuların, ilerleyen dönemlere yansımalarını nasıl değerlendirebilirsiniz? Aynı şekilde sevgi dolu bir yaklaşımın etkisi nasıldır?
Ne yazık ki birçok aile bütün insanlar yetiştiremiyor. Bunun nedeni tabii kendilerinin bütün olmaması…
Benim tanımıma göre bütün insan olarak davrandığımızda, kendimizi ve çevremizdekileri her halleriyle sever ve kabul ederiz, yetişkin yalnızlığımız ile kendimize yeteriz. Kurduğumuz ilişkilerde kendimiz oluruz, diğer kişilerin farklılıkları bizi zorlamaz. Aile, gelenek ve göreneklerin zaman zaman ortaya koyduğu sağlıksız bağımlılık beklentilerini, kimseyi kırmadan, saygı çerçevesinde dengeli bir biçimde ele alırız.
Çocukluk ve ilk gençlik çağında, yani hayatımızın ilk 20 yılında ailelerimiz daha iyisini bilmedikleri için, doğru yaptıklarını düşünerek bizi bazı kalıplara sokmaya çalışırlar. Daha iyi bir insan olmamız, daha iyi bir eğitim almamız için en iyisini yaptıklarını düşünürler.
Fikri sorulmayan, iyi niyeti bencillik olarak yorumlanan, ihtiyaçları dikkate alınmayan, takdirden çok eleştiri duyan bir çocuk özgüveni zayıf bir birey olur. İçi öfke ile doludur, hem kendine hem de çevresine kızar. Sorumluluk almaktan kaçınır, aldığı sorumlulukları yerine getirmek zorunda hissetmez çünkü zaten kendisini değerli hissetmiyordur. Suçluluk ve yetersizlik duyguları yaşar. Birilerini memnun etmek için yaşanan hayatlar yarım hayatlardır.
Bugün birçok ebeveyn çocuklarının iyi bir okula gitmelerinin, iyi bir iş sahibi olmalarının mutlu bir yaşam kurmalarına yeteceğine inanıyor. Birçok üniversite öğrencisi kendilerinin değil de ailelerinin istedikleri bölümlerde okuyor. Bir kısmı aile şirketlerinde çalışırken zorlanıyor. Birçok yetişkin kendisine uymayan bir işte çalışıp, kendisine uymayan bir eşle yaşamak zorunda hissediyor; alkol, kumar, antidepresan gibi bağımlılıklarla kendisini uyuşturarak bu durumlarla baş etmeye çalışıyor.
Oysa mutluluk içsel bir süreçtir. İçimizdeki dünya ile dışımızdaki dünya paraleldir. İçimizde, huzurlu olduğumuzda dışsal koşullarımız bu huzuru yansıtır.
Doğru amaçlarla hareket etmek önemlidir. Ebeveynlerin öncelikli amacı, çocuklarını oldukları gibi kabul edip, sevgi ile rehberlik etmek olmalıdır. Ancak bu sayede genç yetişkinler kendileri için doğru kararları verip bunun sorumluluğunu taşıyabilirler; içlerindeki huzur, mutluluk ve yeterlilik duygularını dış dünyalarına yansıtabilirler.
Hüzünlerimizi hissettiğimiz kadar, mutluluklarımızı da içimizde yaşatmanın önemi nedir?
Birçok kişi için en temel sorun kırılmaktan korkmak. Kırılmamak için kendimizi durduruyoruz, duygularımızı bastırıyoruz. “Çok gülme ağlarsın” gibi deyimler bu bakış açısını yansıtır. Arabesk kültüründeki, olumsuzu öne çıkaran, şarkılar, filmler, kişileri mağdur kimliğine davet ederler. Herhangi bir kimliğe bürünmek, hele hele mağdur kimliğini kabullenmek kişinin kendisine ve çevresine yapabileceği en büyük haksızlıktır.
İç ve dış dünyanın birbirlerini yansıttığını galiba her cevabıma koyuyorum. Esnek, farkında, her türlü duygu ve davranışı tanıyan, açık bireyler olmayı seçelim ki tatmin edici yaşamlarımız olsun.
Yaşamın, her bireye getirdiği ayrı ayrı zorluklar vardır. Onlara rağmen veya onları çözerek hayatı yaşanabilir kılmak… Asıl başarı bu değil midir hayatta?
Yaşamda karşılaştığımız zorlukları, etkileyebildiklerimiz ve sadece kaygı duyduklarımız diye ayırıyorum. Etki alanına odaklanarak birçok sorunun üstesinden gelinebildiğini düşünüyorum. Etki alanımızın dışındaki kaygı ve sorunlara fazlaca odaklanmak ise boşa enerji kaybı.
Bence başarı, etki alanımızda neler olduğuna karar verip, enerjimizi doğru kullanmak, olumlu olumsuz her sonuçtan bir şey öğrenmektir.
Hayatın çekilmez gelen yanlarını hoş görebilmek adına ne gibi düşünce tarzları önerirsiniz?
Bir durumu çekilmez kılan o duruma atfettiğimiz duygu ve düşüncelerdir. Her olumsuzluk içinde olumlu bir tohum taşır. Bunu belki biz zorlukları yaşarken göremeyiz ama prensip olarak benimseyebilir ve sürece güvenebiliriz.
Akışta olma terapisi diye tanımladığım yaklaşımımda danışanlarımla hem bunu yapıyoruz, hem de ek olarak yaşadıkları zorlayıcı durumu nasıl bir avantaj haline getirebileceklerine bakıyoruz.
Normal Olarak Karşılanma
Öfke krizleri yaşayan insanlara, dengelenebilmek adına, anlık veya uzun dönemde ne gibi aktiviteler ve düşünce şekilleri önerirsiniz?
Bugün öfke aşırı olmadığı sürece normal olarak karşılanıyor. Aslında öfkenin kendisi ciddi bir sağlık sorunudur. Sık sık öfkelenen kişiler, düşünce süreçleri kadar karaciğer fonksiyonlarına da dikkat etmeliler.
Öfke krizleri, insanın kontrolünü kaybettiği, çevresine ve kendisine zarar verebilen bir süreçtir. Bazı kişiler bunu, farkında olarak veya olmayarak, etraflarındaki kişileri korkutup kontrol etmek için kullanabilirler. Bu insan insana gerçek ilişkinin önünde büyük bir engel oluşturur. “Öfkeyle kalkan zararla oturur” atasözümüz o kadar yerindedir ki! Öfkelenen kişi vücudunda gerçekleşen kimyasal reaksiyonlar nedeniyle sağlığına zarar verir. Öfkesini akıttığı kişilerle ilişkisi tamiri zor bir şekilde bozulur. O kişiler üzerinde yaşam boyu taşıyacakları izler bırakır.
Bu yüzden öfkeyi tanıyıp, enerjisini hayatımızda daha yapıcı şekillerde kullanmak gerçekten çok önemlidir.
[quote]Öfke bir buzdağının görünen kısmı gibidir.[/quote]
Altta yatan duyguları tanımlamak önemlidir. Bu duygular çoğunlukla kaygı, korku, endişe, güvensizlik, yetersizlik, hayal kırıklığı gibi kişinin tanıyıp kabullenmekte zorlanabildiği duygular olabilir. Bu duyguları tanıyıp isimlendirmek, öfkenin esiri olmama konusunda bizi rahatlatır.
Öfke krizi ortaya çıkmadan önce olan bitenleri inceleyerek hem fizyolojik hem ilişkisel, hem de düşünce düzeyinde neler olduğuna bakın. Öfke krizinin habercilerini belirleyin. Bu işaretleri fark ettiğinizde o mekanı ya da düşüncenizi değiştirerek süreci durdurun.
Terapi Olarak Bakmak
Uzun dönemde bir terapi olarak bakarsak; bir spor dalı veya bir uğraşı, negatif yanların dengeye girmesinde ne kadar etkili bir rol oynayabilir?
Yoğun bir şekilde spor veya başka bir konu ile ilgilenmek kişinin sakinleşmesine, deşarj olmasına, kafasını boşaltmasına yardımcı olur. Ancak bu bir kaçış olmamalı. Bazı kişiler hobilerini veya işlerini hayatlarındaki sorunlarla yüzleşmekten kaçınmanın bir aracı olarak kullanabiliyorlar.
Dikkatinizi nereye verirseniz orası gelişir. Bu alanlarda kazanılan başarılar, kişinin özgüveninin artmasına yardımcı olurlar. Bu sakinlik ve özgüven hali, yaşamın diğer alanlarında, dengeli bir var oluş için kullanabildiği ölçüde kişinin genel gelişimi açısından yararlı olur.
Korkmadan ama kendimizi de tehlikeye atmadan, öğrenmeyi bilerek hayatta ilerlemek… Hayatın anlamı da bu değil midir?
Hayat zaten kendi içinde birçok zorlayıcı deneyim barındırıyor. Doğumdan ölüme giden yolda büyümenin her adımı; yürümekten, okula başlamaya, ergenlikten evlenmeye, çalışma hayatında yer edinmekten çocuk sahibi olmaya kadar doğal süreçler var. Ölümler, kazalar, hastalıklar yaşamın bir parçası. Gereksiz tehlikelere yol açmak farkındalık eksikliğini gösterir. Hayatı bir kart oyununa benzetirsek; elimize gelen kağıtları belirleyemiyoruz ama o kağıtlarla ne yaptığımız bize bağlı. Bazı kişiler, kötü kağıt geldi diye kötü oyun oynuyorlar.
Oysa elimizdeki kartlarla nasıl oynadığımız bir sonraki elde gelecek olan kartlar üzerinde etkili. Bu yüzden her oyunda öğrenmeye açık olarak, her yaşam deneyimini bir öğreti olarak görerek kaderin ağlarını bir ölçüde örebildiğimize inanıyorum.
Uzman Psikolog ve Aile Terapisti İrem Bray
http://irembray.com/danismanlik
Sayı 66 | Mart 2011