Hangi insan, Hangi evrim?

Dünyamızda yaklaşık 180 milyon yıl yaşadılar. 65 milyon yıl önce yok oldular. Neden 65 milyon yıl sonra evrimleşerek (!) dünya sahnesinde yerlerini alabildiler?

insan

Aristo “Toplum kuran, düşünen hayvan” tanımı yapmıştır insan için. Çünkü Platon “insan iki ayaklı tüysüz bir hayvandır” benzetmesi ile insanın hayvansal bedeninin varlığını ortaya koymuştur. Ancak Socrates bu iki tanımın çok daha ötesine geçerek “kendini tanı” felsefesi ile, bir çığır açmış, hayvan bedeninin içinde kendini tanıyacak olan sonsuz seçeneklere sahip bir akıl olduğunu görebilmiştir. Gönül, akıl, kalp ve ruh birlikteliklerin bir araya gelişinden meydana gelen “can” kavramı, Mevlana’da insan tanımıdır. İnsan “can”a sahip bir ortaklaşa alan bütünlüğüdür.

İnsan, dünya sahnesinde görünür olduğu zamanlardan beri sorular ve sorgulamalarla Gerçeğin ve Hakikatin peşinde koşmuş ve hala koşmaktadır. Peki nedir bu hakikat?


Dünya üzerinde çok çeşitli sayıda ırka, dine, dile ve inanca sahip insanlar vardır.

Neye inandıkları, ne renk ve görünüşte oldukları, ya da cinsiyetlerinin ne olduğunun hiçbir önemi olmadan, tek ortak noktaları olmuştur. Tibet rahiplerinden, Afrika yerlilerine, Amerika kızılderililerinden, Anadolunun insanına, buzullarda yaşayan insanlara kadar hemen hepsi bir tek gerçeğin peşinde koşmuşlardır. Varoluş Amacı.

Varoluş Amacının ne olduğunu, bugüne kadar hangi felsefe, düşünce ürünü ya da din verebilmiştir? Hangisi gerçek anlamda arz aleminde bulunduğumuzun Hakikatini verebilmiş, gönlümüzün yanışına, aklımızın arayışına son vermiş ve gözlerimizin perdelerini kaldırabilmiştir? Fakat zamanla sorular devam etmiş ve insanın arayışı hiç bitmemiştir. Aralarından çok iyi düşünürler, Hakikate yaklaşan cümleler ve düşünceler ortaya koymuş, kendi zamanlarından zamanımıza kadar gelen bu tanımlar üzerinde insanın varoluş amacını sorgulamışlardır. Varoluş amacını anlayabilmek için, önce tanrısal akla ve hayvansal bedene sahip bu organize varlık olan insanın ne olduğu üzerinde durulması gerektiğini düşünmüşler ve tanımlamalar yapmışlardır.

insanİnsan tanımlarında varılan sonuç ise, hayvansal bedene sahip bir organizma. Ancak aklı var. Aklı ile sorgulayabilir, hakikate yaklaşabilir ve varoluş amacını, sezgileri, hayalleri, mantığı, gönlü ve vicdanı ile bulabilir düşüncesi oluşmuştur. Aristo “Toplum kuran, düşünen hayvan” tanımı yapmıştır insan için. Çünkü Platon “insan iki ayaklı tüysüz bir hayvandır” benzetmesi ile insanın hayvansal bedeninin varlığını ortaya koymuştur. Ancak Socrates bu iki tanımın çok daha ötesine geçerek “kendini tanı” felsefesi ile, bir çığır açmış, hayvan bedeninin içinde kendini tanıyacak olan sonsuz seçeneklere sahip bir akıl olduğunu görebilmiştir. Çünkü Socrates’e göre, insan tanrısal bir akla sahiptir ve bu akıl ile kendini tanıyabilir, varoluş sebebini ancak kendi bütünlüğünden açığa çıkarabilir.

İnsan, her ne kadar hayvansal bedene sahipse de, aklı ile yücelere erişebilecek bir hazinedir. O hazine de insanın hem madde dünyasında hem de metafizik dünyada olmasına sebep olan gönül hazinesidir. Gönül, akıl, kalp ve ruh birlikteliklerin bir araya gelişinden meydana gelen “can” kavramı, Mevlana’da insan tanımıdır. İnsan “can”a sahip bir ortaklaşa alan bütünlüğüdür.

Eğer siz, aleme beden iseniz, o candır. Yok eğer siz aleme can iseniz, bütün canların canı odur. (Mevlana)

Can kavramı, Tanrının en yüce erdeminin dünyada insan bedeninde çok cuzzi bir yansımasıdır. Ancak Can bütünlüğü, gelişim halindedir. Alemde beden olarak görünüyorsanız bu can kavramını içerir. Aleme can olanlar ise daima diri olan ve heryere mühürlenmiş ve zuhur etmiş, her zerrede kendini açığa vuran canların canı olur. Bedende can, gelişim halindedir. Karanlıklara hapsolmuştur. Dondurulmuş ve kısıtlanmıştır. Sınırları adeta kalemle çizilmiş gibi kusursuz bir yapının içindedir. Bu yapı beden organizmasıdır. Kılsız ve tüysüz bir hayvansal özellik taşır. Sadece bedenin ihtiyaçlarını karşılayan daha sonra da aklı keşfederek yaşamı sorgulayan, bir evrimleşme yolundadır. Beden içine hapsolmuştur Can. Ve karanlıklarda büyüyen bir tohum gibi toprağın içine gizlenmiş gibidir. Yumurtanın içinde gelişen bir embriyodur. Anne karnında büyüyen bir cenin gibidir. En gerekli ortam bedendir. Çünkü beden ile tanır, dokunur, tatbik eder, imtihan olur, gelişir ve evrimleşir. Akıl ona yol gösterir, daha sonra gönlünü, vicdanını tanımaya başlar ve sorgulaması gün geçtikçe artar.

Meyve ham oldukça, kabuğun içinde kalması iyidir. Fakat olgunlaştıktan sonra kabuk artık onun için kötüdür.

Onun meydana çıkmasına engeldir, bir perdedir.

Kuş da, yumurtanın içinde gelişir, kanatlanırsa, yumurta artık onu hapseden, onun dışarı çıkmasına engel bir perde olduğu için kötüdür.

Onu kırmak, parçalamak gerekir. (Mevlana)

Olgunlaşan ve gelişen, edeb ile yoğrulan ve Tanrısal Erdemi beden içinde keşfeden insan için artık kabuğa ihtiyaç kalmaz. Onu kırması ve parçalaması gerekir. Karanlıktan çıkması, aydınlığa kavuşması gerekir. Aydınlığa erişmesi için kabuğundan çıkması icap eder. Çünkü dondurulmuş bilinci, ancak ilahi aşk ateşi ile eriyecek ve sonsuzluğa erişecektir.

Gönül, bu cihandan vazgeçmedikçe başka bir cihana varamaz.  (Mevlana)

Gönlün bu dünyadan vazgeçmesi için beden perdesini yırtması ile mümkündür. Artık beden içine sığamaz hale gelen gönül, bedenden vazgeçtiği anda, dünya etkisinden kurtulur ve başka cihana varır. Başka cihan olarak anlatılmaya çalışılan ise manevi alemler ve evrime devam edeceği başka dünyalar ve vazifeli olarak geri döneceği yine bedenli görünümünde olacağı dünyalardır.

Sen zavallı! Ötelerden dünyaya sürgün edildin, ayrılığa düştün.   (Mevlana)

insanVaroluş amacının, ötelerden dünyaya bedene geldiği ve gerçek öz benliğinden ayrı düştüğü ve tüm yaşamları boyunca bu ayrılığın nedenini ve geri dönüşünü aramakla geçtiğini vurgulanmıştır bu sözü ile. Bunu anlamak çok zor bir kavramdır. Çünkü beden sınırlı düşünme imkanı tanır. Bu yüzden ünlü filozoflar hep “kendini bil, kendini tanı” ifadelerini kullanmışlardır. Çünkü insan ancak, kendini bildiği ve tanıdığı sürece evrimleşecek ve varoluş sebebine yaklaşacaktır. İnsan bunu yapabilmesi için manevi olan tarafını evrimleştirmesi gerekir. Bu da ancak düşünce, hisler, rüyalar ve hayallerle mümkündür.

Ademoğlu, hayalle gelişir. Hayalleri güzelse onunla rahatlaşır. (Mevlana, Mesnevi)

İnsanın dünyada huzur bulabilmesi için hayallerine ihtiyacı vardır. Eğer hayallerini, düşünce ve akıl düzeyinde pozitifleştirir ve iyi yönde kullanabilirse, varoluş amacına ulaşma gayretine girebilir. Evrimleşmenin, Tanrısal erdemliliğe ulaşmanın en önemli yollarından biri de hayallerdir. Ve hayallerin güzelliği ise, onun huzura ermesine, huzurun verdiği enerji ile kendini daha iyi keşfedebilmesine yol açacaktır.


Hayvan, otla semirir, insan da yücelikle, şerefle gelişir.

İnsan kulağından gelişir, duya duya canlanır.

Hayvansa boğazından, yemesinden, içmesinden gelişir.

(Mevlana, Mesnevi)

Hayvan ile insan arasındaki en önemli ayrım ise, hayvanın ancak beslenerek geliştiği, insanın da yücelikle evrimleştiğidir. Tanrısal erdemin dünyada yansıyabilmesi için, insan bedenine ihtiyaç vardır. Beden içindeki akıl, hayansal bedeni insan kıvamına ulaştırır. İnsan olabilmek için de, edep ile yoğrulmak, imtihanlarla evrimleşmek ve ilahiliğe ulaşmak prensiptir. İnsan tanımı çok geniş bir kavramdır. İnsan gelişen bir hayvandır. Hayvansal özelliğinden çıkabilmesi, şerefli ve yüceliğe yol alması için aklının ve vicdanının rehberine ihtiyaç duyar. Vicdan rehberi, yorumlarının daha üst planlardan beslenmesine ve tesirler almasına sebep olur. Vicdan rehberliği, hayvansal titreşim olan bedenin ihtiyaçlarının, zevk ve şehvetinin çok ötesinde, ilahi beslenmedir.

Evrimin asıl amacı, zihnin, kalbin, gönlün ve düşüncelerin evrimidir. Çünkü bedensel evrim ancak, düşünce ve ruhun evriminden ve tekamülünden sonra titreşimsel boyutta evrimleşeceğidir. Yoksa beden organizması milyonlarca yıl geçse de, beyninde bir akıl taşımıyorsa evrimleşemeyecektir. Bir örnek vermek gerekirse dünya üzerinde yaşamış olan korkunç kertenkele anlamında dinozorlar vardır.

Dünyamızda yaklaşık 180 milyon yıl yaşadılar. 65 milyon yıl önce yok oldular.

insanEğer bir evrimleşme olsaydı, dinozorlar 180 milyon yılda akıllı ve zeki canlılar haline gelerek, değişen şartlara uyum sağlayarak dünyada yaşıyor olacaklardı.

Bir üzüm tanesi büyüklüğünde bir yumurtadan çıkıp, 25metre ve tonlarca ağırlığa ulaşan ve yaklaşık 1000 yıl yaşayan bir nesil. Eğer av olmadıkları ya da yaralanıp kan kaybından ölmedikleri sürece. Avlanırken Av olan, büyüklerin galip geldiği, güçsüzlerin güçlüleri besin olarak gördüğü bir dünya. Hiç kış yaşanmadı, hiç kış görmediler. Tek kara ve tek denizin olduğu bir dünyada yaşadılar.

180 milyon yıl ve dünyada bilim adamlarınca tespit edilen sadece 170 dinozor türü! Amaç neydi? Bu kadar büyük, uzun yaşayan ve ağır olan canlıların 180 milyon yıl boyunca dünyada yaşamaları ve ansızın iklimin değişmesi ve iklime uygun olmayan koşullar sonucunda kalan birkaç dinozorun da yok olup gitmesi…

O sırada insan neredeydi?

Neden 65 milyon yıl sonra evrimleşerek (!) dünya sahnesinde yerlerini alabildiler?

Güneş ve güneş sistemi (9 gezegen)  Samanyolu galaksisi etrafında bir turu 240 milyon yılda tamamlar. Bu bir (1) saat olarak düşünülürse, dinozorlar dünya üzerinde 48 dakika dünya sahnesinde kalmışlar, insan nesli ise sadece 48 saniyedir dünyada misafir olarak evrimleşmektedirler (!)

Dinozorlar cüsseliydiler, bedenliydiler, milyonlarca yıl yaşadılar bir anda yok oldular, birbirlerini yiyerek beslendiler. İnsanlık dünya sahnesinde aklı ile varoluyor ama ne yapıyor, varolduğundan bu yana insan insanı öldürüyor, ve hala savaşıyor. İnsan aklı ile düşündüğü ve hareket ettiği sürece üç milyon yıl geçti ve hala savaş halinde ise, evrimleşme ancak ve ancak daha ulvi düşünceler ile oluşacaktır. Ancak şerefli ve erdemli düşünceler, evrimleşme yolunda hız kazandıracaktır. İnsanlık tarih sahnesinde göründüğünden bu yana, akıl ile ilgili bir ilerleme kaydedememiştir.   Teknolojik olarak ilerlemek uygarlığı göstermez. Görünen o ki, savaşmayı bırakmadığımız, sevgi ve refaha yönelmediğimiz sürece, zamanımızı erken tüketip, yeni bir dünya misafirlerine zemin açacağız Çünkü dünya yok olmuyor, han yerinde duruyor, yolcular uğrayıp yollarına devam ediyorlar! Tüm türler, misafirdir. Gelip Varoluş Amaçlarını gerçekleştirir. Evrimleşemeyenler ise Asıllarına dönerler. Dünya her zaman yeni misafirlerini konuk edebilecek bir kapasiteye sahiptir.

Ancak ruhsal evrimleşme ve bunu akıl ve gönül yolu ile aktarabilme, barış ve huzur içinde bir dünya ortamı uygarlığın belirtisidir. Zihin, düşünce ve akıl evrimleşmediği sürece, bedenin ve dünya teknolojisinin evrimleşmesi bir fayda sağlamayacaktır. Daha fazla arz talep meselesi yüzünden kavgalar, hırs, bencililk, açlık ve savaş hakim olacaktır. Tanrının erdemi ve bilgisi yeryüzüne inebilmesi için, vicdan ışığının alabildiğine yanan evrimleşmiş gönüllere ve akıllara ihtiyaç vardır. Çünkü Nur ve Erdem, insan gönüllerinden, arz alemlerine akacaktır.

Dünya asıl vatan değildir. Beden asıl barınma yeri değildir. Sadece kabuktur beden ve ötelerde olan can kavramının uzantısı sonsuzlukta seyr eder. İşte ne zaman vicdan rehberliğinde, can manası edeple gelişecek, Tanrının erdemini bedeninde titreştirecek, işte o zaman beden kavramı aşılarak, ötelere erişilecektir.

Bu ötelere erişme kavramı, dünya içerisinde edeple mümkündür. Edep insanı geliştiren, evrimleştiren bir kavramdır. Edep kendi içinde, ümit, hoşgörü, bağışlama, sevgi, aşk gibi derin manaları olan, erdemli olmanın yani insan olmanın en önemli özelliklerini barındırır.

Ölen hayvani bedendir, Aşık ölmez. Aşıklar Canda bedendir, Bedende Can değil. (KA’yıb)


Yazar: Kevser Yeşiltaş | Sayı 70 | Temmuz 2011


Kevser Yeşiltaş
1971 İzmir doğumlu. Uluslararası Flexo Baskı tesisleri bünyesinde çalışan bir fabrikada Grafik, Reproduksiyon ve Cyreel Üretim Müdürü. 23 yıldır halen Grafik Tasarım ve Renk Ayrım Uzmanlığı mesleğine devam ediyor. Eylül 2009'dan bu yana İndigo Dergisi'nde yazarlık yapıyor. Mayıs 2010'dan bu yana da sinirotesi.com'da kitap yazarlığı yapıyor. http://kevseryesiltas.com kendi sitesinden ziyaret edebilirsiniz.. Yayımlanmış kitapları: Kuantum Gizli Öğretisi (Ağustos 2010) En'el Hakk Gizli Öğretisi "Hallac-ı el Mansur" (Mayıs 2011) Batıni Mevlana (Eylül 2011) Işık Eri Haci Bektaş Veli (Ocak 2012) Arif İçin Din Yoktur Muhyiddin İbn-i Arabi (Temmuz 2012)