Cioran: Metafizik bir vatansız

Size, Gabriel Matzreff’in “Ellili yıllarda, siyasi ütopyaların, o canavarımsı peri masallarının yol açtığı hasarları kınayan ilk ve tek kişi” dediği E. M. Cioran’dan, onunla yapılmış bir söyleşiler derlemesi olan ve Haldun Bayrı’nın nefis Türkçesiyle dilimize kazandırdığı Ezeli Mağlup’tan söz etmek istiyorum.

fransızca

Kitap Fransa’da Enretiens adıyla Gallimard yayınevince 1995’te yayınlanmış. Bizde Metis’teki yayın yılı 2007. 229 sayfa ve yazarla yapılmış yirmi söyleşiden oluşmakta. Bazıları tekrar da olsa, tekrar sorulara tekrar cevaplar biçiminde, Cioran’ı birinci ağızdan tanımak için bize önemli bilgiler sağlamakta.

Her söyleşinin kendine özgü bir adı var kitapta. İsterseniz şöyle bir göz atalım: “Yaratılış ve günah, bir ve aynı şeydir”, “Manevi ilerleme için başarısızlık elzemdir” , “Vatansız ve kimliksiz kalmak istiyorum”, “İntihar fikri sayesinde hayatta kaldım”, “Tarihteki felaketler fazla kanaat sahibi kişiler tarafından kışkırtılmıştır”, “Mükemmel bir sağlık, gayri manevidir” ve “Eninde sonunda, yazardan sadece birkaç cümle kalır” Sizi bilemem, ama bana kalırsa bu başlıklar okunmaya karşı kışkırtsınlar diye özellikle seçilmiş.


Kitabı elime alıp üstünkörü şöyle bir karıştırdığımda “Bunları hemen okumalıyım” duygusuna kapıldım. Bu arada Çevirmen Haldun Bayrı’yı da es geçmemek gerekiyor. Kendisi ülkemizin en iyi çevirmenlerinden biri bana kalırsa. Bir de kitabı var “İki Şahit ve Diğerleri” adını taşıyan.

E. M. Cioran, Rumen. 8 Nisan 1911’de  Karpatlar’da çok ilkel bir yerde , Răşinari’ de doğmuş bir Besarabyalı.

fransızca

Güç kuvvet gerektiren oyunlar oynadığı, çobanlarla sohbet ettiği çok mutlu bir çocukluğu olmuş. Babası bir din görevlisi olan Cioran’ın üzerinde daha çok annesinin etkisi olmuş. Yazar annesini çok zeki bir kadın olarak tanımlıyor. Uykusuzluktan  mustarip  olduğu bir dönemde annesiyle arasında şöyle bir konuşma geçmiş:

“……Yirmi yaşındaydım ve evde  annemle benden başka kimse yoktu. Saat öğleden sonra ikiydi-  hep saati belirtiyorum, çünkü hayatın olağanüstü anlarında saat önemlidir, kendinde değil ama benim için önemli-, hatırlıyorum, kendimi kanepenin üzerine attım. Ve “Artık dayanamıyorum !” dedim. Ve bir Ortodoks papazının eşi olan annem, bana şöyle dedi : “Böyle olacağını bilseydim, kürtaj yaptırırdım!” Söylemem gerekir ki bu sözler, beni bunalıma sokmak yerine, bir kurtuluş gibi oldu. Bana iyi gelmişti… Çünkü hakikaten sadece bir kaza olduğumu anladım. Hayatımı ciddiye almak gerekmiyordu. Kurtarıcı bir sözdü bu. Yalnız, yine de kürtajın ailelerde kabul edilmediği bir dönemdi, gizli saklı bir şeydi. Şimdi bu şeyler normal. Ama yine de bunu bana bir papaz karısı olan annemin söylemesi… Annemin çok zeki bir kadın olduğunu da hemen hemen bu dönemde anladım… bundan önce hor  görüyordum  onu. Onu takdir etmeye başlamama iki şey neden oldu: Bir gün bana sadece Bach’ı sevdiğini söyledi ( ben de onu büyük bir müzisyen olarak görüyordum ); bir de kürtaj üzerine bu sözü.”

fransızcaE.M.Cioran, 17 yaşında Bükreş Üniversitesi’nde felsefe okumaya girişir. Bergson üzerine yazdığı lisans tezi ile bölümü bitirir. 1934’te, sonradan yazacağı bütün kitaplarının özünü içinde barındıran , Ümitsizliğin Doruklarında (Sur les cimes du désespoir) kitabını yazar. Bergson’ dan tamamen koptuğu bir dönemdir. Yine bu döneminde, Onda –sonradan çokça eleştiri alacağı, yerden yere vurulacağı – Hitler hayranlığı  ve antisemitizmin takipçiliğini de görüyoruz. Ancak  o dönemin Bükreş’inin  bütün entelektüellerinde  böyle bir tavır vardır. 1937’de bir iman krizinin ürünü olan ve çok tartışılan kitabı Gözyaşları ve Azizler Üstüne’yi (Des larmes et des saints ) yazar.

Kitabın kendi ülkesi Romanya’da yayınlanması başlı başına bir serüvendir adeta. Üstelik kitap yayınlandığında Fransa’dadır. Çok sevdiği annesi bile tepki verir mektubuyla: “Kitabını nasıl bir üzüntüyle okuduğumu anlayamazsın. Bunu yazarken babanı düşünmen gerekirdi.”  Oysa O ne yaptığını çok iyi bilmektedir. Annesine “Balkanlarda çıkmış olan tek mistik esinli kitap”  olduğunu yazar.


Ömrünün 1937’den sonrasını, Alzheimer’dan öldüğü 20 Haziran 1995’e kadar, Paris’te çatı katında bir evde geçirir.

Cioran, her ne kadar gereğinden çok yazmamak –kendisinin gerektiğinden fazla yazdığını ifade eder – gerektiğini  ifade etse de, Ümitsizliğin Doruklarında, Gözyaşları ve Azizler Üzerine kitaplarının dışında Çürümenin Kitabı, Burukluk,  Var Olma  Eğilimi, Tarih ve Ütopya, Zamanda Düşüş, Doğmuş Olmanın Sakıncası, İtiraflar ve Aforozlar gibi ses getiren kitapların sahibi bir yazar.

Kimilerince pesimist, nihilist, faşist bir filozof, kimilerince bir imansız, kimilerince eserleri baş ucu kitabı yapılacak kadar önemli bir hayat adamı. Bazılarınca da Avrupa’nın en aylak adamı da seçilmiş bir dönem. Bu nasıl bir aylaklıktır bilemem, ancak bütün Fransa’yı bisikletle turlamış ve bu sayede bursunun kesilmesini de önlemiş bu aylak adam. Kendisinden eser olarak, geriye kalanlar da öyle her aylağa nasip olmayacak cinsten.

fransızcaM.E.Cioran’la ilgili söylenecekler çoktur daha. Ancak bizim esas işimiz söyleşiler kitabı Ezeli Mağlup. Yazımı Cioran’ın, kendi anlatımından, ana dili Rumence ile yazmayı bırakıp Fransızca yazmaya karar verişiyle ilgili alıntıyla bitiriyorum:

“Bir yazarın başına gelebilecek en büyük, en feci kazadır bu. Bunun yanında tarihi felaketler bile hiç kalır. 1947’ye kadar Rumence yazdım. O yıl, Dieppe yakınında ufak bir evdeydim ve Mallarmé’yi  Rumence’ye çeviriyordum. Birden kendi kendime, “Ne saçmalık bu! Mallarmé’yi hiç kimsenin tanımadığı bir dile çevirmenin ne hayrı olabilir?” dedim. Öylece, dilimden vazgeçtim. Fransızcayı yazmaya koyuldum ve çok zor bir şey oldu bu, çünkü mizaç itibariyle Fransız dili bana uymuyor: Bana vahşi bir dil, bir ayyaş dili lazımdır. Fransızca benim için bir deli gömleği gibi oldu. Başka bir dilde yazmak dehşet verici bir tecrübe. Kelimeler üzerinde düşünürsünüz, yazı üzerine düşünürsünüz. Rumence yazdığım zaman, farkına varmadan yapıyordum bunu; en basit deyişle, yazıyordum. O zaman kelimeler benden bağımsız değillerdi.

Fransızca yazmak

Fransızca yazmaya koyulduğum zaman, bütün kelimeler bilincime kendilerini dayattılar; önümdeydiler, dışımdaydılar, hücrelerindeydiler ve ben gidip onları alıyordum: “Sen, şimdi; şimdi de sen!” Paris’e geldiğimde yaşadığım, hiçbir başka tecrübeye benzemeyen bir tecrübeydi. Quartier Latin’deki küçük bir otele yerleştim; ilk gün telefon etmek için resepsiyona indiğimde, otel görevlisini karısı ve oğluyla yemek menüsünü tartışırken buldum: Bir savaş planı hazırlar gibiydiler! Hayretten ağzım açık kaldı:

Romanya’da  her zaman bir hayvan gibi beslenmiştim; yani bilinçsizce, yemek yemenin ne demek olduğu üzerine hiç düşünmeden, Paris’te yemek yemenin bir ayin, bir uygarlık işi, neredeyse felsefî bir tavır alış olduğunun farkına vardım… Aynı şekilde yazmak da, Fransızca da, Rumence yazdığım zamanki gibi içgüdüsel bir iş olmaktan çıktı ve tıpkı masum bir biçimde yemek yemeyi bırakmam gibi, bir düşünüp taşınma boyutu kazandı… Dil değiştirerek geçmişi de tasfiye etmiş oldum: Bütünüyle yaşam değiştirdim. Şimdi bile, hiçbir şeye bağlı olmayan, köksüz, bir sera diliyle yazıyormuşum gibi geliyor.”


Türkçedeki E.M.Cioran’ı okumak isterseniz eğer, Ezeli Mağlup’ la başlayın derim. Belki sizin için de Çürümenin Kitabı baş ucunuzdakilerden olur.

Reenkarnasyona kanıt olarak gösterilen esrarengiz çocuk